Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi hadisesi tüm dünyanın olaya eklemlenmesi ile artık küresel bir hale geldi.
Bir hadise küresel hale gelince resme de küresel bir açıdan bakmak gerekiyor. Cinayetin Suud-Türkiye bağlamında meydana geldiği düşünülünce her iki ülke ve civarında gelişen son dönemin olaylarını hatırlamakta fayda bulunmaktadır.
Kısaca hatırlatalım:
Eylül ayının son günlerinde Amerika birden bire Ortadoğu'da üç ülkeden Patriot füze savunma sistemlerini çekeceğini açıklamış ve biz olayı “Amerika İngiltere sömürgelerinden çekiliyor” şeklinde yorumlamıştık.
Ertesi gün bu sömürgelerden birinden gelen tepkiyi ise şöyle yorumlamıştık:
Yani birşeylerin gelmekte olduğu çok bariz bir şekilde geçen seneden beri belliydi.
Suud yönetimi yine geçtiğimiz günlerde birden bire hallenmişlerdi:
Tabi en önemli konuyu da atlamayalım. Prens Selman'ın Trump'a en büyük hediyesi olacak olan Aramco'nun Amerika'da halka arzı mevzusu ile alakalı Ağustos ayının son günlerinde şu haber çıkmıştı.
Suudi Arabistan'ın petrol rezervlerine sahip olan devlet petrol şirketi Aramco'nun dünyanın en büyüğü olacağı söylenen halka arzı üzerinde iki yıldır çalışma yürütülüyordu. Piyasa değerinin 2 trilyon dolar olacağı tahmin edilen şirketin yüzde 5'inin yatırımcılara açık pazarda satılması, Kral Salman'ın oğlu ve veliahtı 32 yaşındaki prens Muhammed bin Salman'ın petrole dayalı ülke ekonomisini baştan inşa etme projesinin de temelini oluşturuyordu. Ancak birkaç aydır sürüncemeye giren halka arzın hem uluslararası hem de yurtiçi ayağından vazgeçildi. Halka arzdan vazgeçildiğini Reuters geçen hafta duyurdu. Saray ile bağlantılı üç kaynağa göre iptal kararı Kral Salman'ın bizzat müdahalesi sonucu alındı. Bir kaynağın verdiği bilgiye göre Kral Salman Haziran ortasında sona eren Ramazan ayında bir dizi istişarede bulundu. Hanedan üyeleri, bankacılar, petrol şirketlerinden üst düzey yöneticiler ve Aramco'nun eski bir CEO'suyla yaptığı istişareler sonucu Kral Salman iptal kararı aldı. Kralın görüş bildiren kişiler Aramco'nun halka arzının Suudi Arabistan'a fayda yerine zarar getireceğini belirtti. Kaynakların verdiği bilgiye göre halka açık şirketlerin tüm mali bilgilerini kamuoyuyla paylaşması zorunluluğu itirazların temelini oluşturdu. (28 Ağustos 2018, Hürriyet)
Trump'ın hayallerini yıkan bu bomba haberin ardından çelişkili bazı açıklamalar yapılsa da elde başka düzgün bir veri olmadığı için gelinen son noktayı bu haber olarak kabul ediyoruz. Bu hadise 1buçuk ay kadar önce yaşanmıştı. Kaşıkçı cinayetinden bir gün sonra ise Trump Suud hakkında şu tuhaf açıklamayı yapmıştı:
Bu açıklamaya ise 3 gün sonra Suud prensi Salman'dan alışılmadık sertlikte bir cevap gelmişti:
Aynı gün prens Selman, tuhaf açıklamalarına bir yenisini ekliyordu:
Toparlarsak 2 Ekim'de Türkiye sınırları içinde ama kendi topraklarında Kaşıkçı'yı katleden Suud'un prensi takip eden 3-4 gün içinde Çin, Rusya, Amerika derken sataşmadık kimse bırakmıyordu.
Kaşıkçı olayından yaklaşık 2 ay önce patlak veren şu olayı da hatırlayalım:
Şimdi bu Körfez ülkelerinin kabusunu gördüğü değişim ve diğer tarafta Türkiye korkusunu aklımızda tutarak Körfez monarşilerinin kadim dostu İsrail'de olanlara bakalım:
Bir yandan Akdeniz'den çıkacak doğalgazın rüyasını gören İsrail diğer taraftan Filistin meselesini istediği gibi tek taraflı çözmeye çalışmakta, yanına Mısır ve Yunanistan'ı alarak birkaç ay önce Mısır ile birlikte Türkiye'ye tehditler savurmaktaydı:
Ama son dönemde onun da işleri istediği gibi gitmemektedir. Tek taraflı çözeceğini sandığı Filistin meselesi konusunda ardı ardına hayal kırıklıkları yaşamaktadır.
Kaşıkçı'nın infazında adı geçen ve Amerika başkanı Trump'ın kızını belki de esir alarak (bu konuyu “Başkanın kızı ve intikam tanrıçası” başlıklı yazımızda ele almıştık) siyonist ajandayı Amerikan dış siyasetine İsrail'in istediği gibi dikte ettirmeye çalışan damat Kushner'de zor günler geçirecek gibi durmaktadır.
Bunun bilinciyle İsrail gemi azıya alarak Gazze'ye saldırı yapmakla tehdit etmektedir.
Bu coğrafyada başlayacak böyle bir saldırının bir finansal kriz eşliğinde ateşlenebileceğini 2 sene önce “Shemitah teorisi ve sihirli numara 7” başlıklı yazımızda belirtmiştik.
İşte İsrail bir yandan da bu gecikmiş “Süper Shemitah"yı patlatma ve “vaat edilmiş topraklar"a tam manasıyla konma peşindedir. Ama yeni uyarı bu kez Ürdün'de (İngiltere olarak anladık biz bunu) gelmiştir.
Hatırlayacaksınız geçtiğimiz yıllarda Ürdün'de bir darbe denemesi olduğu haberleri basına yansımıştı:
25 yıllık toprak kiralama süresinin bugünlerde dolması müthiş bir zamanlama ve tesadüf diyelim. Ama tesadüflere inanmıyorsanız daha önce yazdığımız “İngilizcesi ISIS olan DAEŞ Mısır mitolojisinde kimdir” başlıklı 2016 yılı şu yazımızda ilginizi çekebilir:
Ya da 2016 yılı öngörülerimizi kaleme aldığımız 11 Ağustos 2017 tarihli ve “Bir yıl erken yazılmış yazılar” başlıklı makalemiz:
Görüldüğü üzere bu gidip gelen/gelecek topraklar mevzusuna epeydir dikkatinizi çekmeye çalışıyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz Mısır mitolojisine konu olan toprak dağıtımının Ekim ayı olduğuna, Ürdün – İsrail toprak kiralama anlaşmasının 25 Ekim 1994 olduğuna, 1973 Arap -İsrail savaşının 6 Ekim'de başladığına dikkatinizi çekelim ve konuyu dağıtmamak için geçelim Kaşıkçı olayına.
Bu olayı duyduğumuzda aklımıza ilk gelen şey öldürülen kişinin Türkiye topraklarında kaybolduğu izlenimiyle Türkiye'ye mesaj verilmeye çalışılırken Suud'un çok kötü tuzağa düşürülmüş olduğu idi.
Cemal Kaşıkçı sıradan biri değildi ve Suud yönetiminin en tepe noktalarında bulunmuş, prenslere danışmanlık yapmış bir isimdi. Daha da önemlisi istihbarattan sorumlu prenslere danışmanlık yapmış olmasıydı. Yani hanedanı ve ülkenin yapısını en ince ayrıntılarına kadar biliyordu.
Trump'ın iktidara gelmesi ile yön değiştiren Suud siyasetinde Türkiye'ye ve Küreselcilere yakın duran birçok prens otel hapsine alınmış ve kopuş orada başlamıştı. Bu noktada muhtemelen unuttuğunuz bir iki şey daha hatırlatalım:
2017 yılının yılbaşı gecesinde Reina gece kulübüne yapılan saldırıda birçok Arap işadamı ölmüş konuyu “Global savaş; İşadamları, teröristler ve kodlar” başlıklı makalemizde incelemiştik. İşte o yazımızdan 3 alıntı:
Yani Türkiye topraklarında Arap işadamlarının hedef alınması olayı yeni değil. Tesadüfe bakın ki Adnan Kaşıkçı'nın bir diğer yeğeni de o saldırı sırasında Reina'da idi:
Sanıyoruz buraya kadar derdimizi anlatabildik. Cemal Kaşıkçı'nın Türkiye'de infazının ülkemize Suud ve avanesi tarafından verilmek istenen bir mesaj olduğunu düşünüyoruz. Özellikle son dönemde PYD'ye yaptıkları parasal yardımı da burada tekrar belirtmemize ihtiyaç yoktur.
Suud'un Türkiye'nin dış politika adımlarını da yakından takip ettiğini düşünüyoruz. Mesela Erdoğan'ın Almanya ile buzları erittiği gezinin günler sonrasında Suud'da benzer bir politika izlemiştir.
Yine bölgede Suud'un piyonu gibi hareket eden Mısır'ın Suud üzerinde Kaşıkçı olayının baskısının Türkiye tarafından düzenli olarak her geçen gün artırıldığı günlerde Mursi'nin oğlunu gözaltına alması ve sonrasında (belki de Suud'dan gelen taleple) serbest bırakması acaba tesadüf müdür yoksa mesaj mıdır?
Suud'un Mısır'ı nasıl kontrol ettiğini söylememize gerek yoktur herhalde:
Ya da Mısır'ın darbeci Sisi yönetiminin Türkiye'ye karşı nasıl hasmane/korkak davrandığını:
Yine Suud'un başını çektiği çete tarafından Katar'a uygulanan ambargoyu etkisiz hale getirenin ve Katar yönetimini Suud darbesinden koruyanın Türkiye olduğunu hatırlatmamıza gerek var mıdır?
Çok açık bir şekilde ve pervasızca Suud ve prens Selman'ın çevresinde yer alan kişilerin en yüksek düzeyde katılımı ile bu cinayet işlenerek Türkiye'ye mesaj verilmeye çalışıldığı açıktır.
Mesela bizce şu soru sorulmalıydı:
Selman'ın sarayına saldırıyı engelleyen adamın Türkiye'ye gönderilmesi bir mesaj mıdır? Bu mesaj “sen bana saldırırsan ben de senin ülkende operasyon yaparım” anlamına mı gelmektedir? Yaşlı denecek bir adamın bedeninin ortadan kaldırılması için havalimanına ayak bastığı andan itibaren Türk makamlarının takibine girmesi kaçınılmaz olan bu kadar üst düzey adam başka neden getirilir ki?
Eğer bu kadar adam cinayetten sonra ülkelerine dönmeseydi bunun MBS'ye karşı bir komplo olduğunu söyleyebilirdik ama şu ana kadar öyle bir bilgi de gelmiş değil. Aksine bütün infaz timinin Mısır ve BAE'ne uğrasa da sonrasında ülkelerine döndüğü görülmektedir.
Bu uğramanın kendisi Türkiye'ye verilmiş bir Suud – BAE – Mısır şeytan üçgeni mesajı mıdır?
Yine hatırlanacağı üzere Prens Muhammed Bin Selman'ın emriyle aralarında Türkiye dostu (yatırımcısı) küresel sermaye ile içli dışlı prenslerinde bulunduğu birçok kişi tutuklanarak Riyad'da bir otelde “misafir” edilmişlerdi.
Prens MBS'ın tahtın varisi olmasından beri Suud'la ilişkiler gittikçe daha da kötüleşmiştir.
Bu kötüleşen ilişkilere sıklıkla Mısır ve BAE'de dahil olmuşlardır.
Peki Suud propaganda makinasının hiç durmadan Suud'un İslam ve Arap dünyasının liderliğine vurgu yapmasının sebebi nedir?
İşte bizce sorulması gereken en temel soru budur.
Biraz geçmişe gidip hafızalarımızı tazeleyelim:
2015 yılında ardı ardına gelişen bazı olaylar Suud yönetiminin Hac farizasını konusunda yetkinliğinin sorgulanmasına yol açar:
Önce vinç devrilir ve yüzlerce kişi hayatını kaybeder.
Ardından büyük bir otelde yangın çıkar.
Hemen ardından bu kez de Mina'da izdiham olur ve çoğunluğunu İranlı hacıların olduğu binlerce kişi hayatını kaybeder. (Detaylı analiz için)
Bu olayda ilginçlikler çoktur ama biz sonrasına gelelim. Özellikle İran'ın tepkisi sert olur ve iş umrenin yasaklanmasına kadar gider.
Ardından İran'ın Kerbele'da kendi haccını yapacağı haberleri çıksa da ertesi yıl sorunsuz atlatılır. Ama asıl konu 2015 olayları sonrasında Türkiye'nin Hac farizasının yönetimini ele alma isteğini belirtmesidir.
”SUUDİ ARABİSTAN HÜKÜMETİNE SESLENİYORUM”
Mekke ve çevresinin Suudi Arabistan toprakları içinde olduğunu, ama o kutsal mekanların tüm Müslümanlara ait olduğunu belirten Şahin, şöyle devam etti:
‘Oradaki güvenlik sorununu çözmek için Müslüman ülkelerin bir araya gelerek bir çözüm geliştirmelerinde yarar var. Efendim, ‘Oradan gelen, buradan gelen sıkışmışlar birbirlerini ezmişler.' Olacak şey mi? Dünyaya bunu nasıl izah edersiniz? İzahı var mı? Bine yakın insan, 750 kişi hayatını kaybetmiş. Böyle bir şey olabilir mi? Kimse milliyetçilik yaptığımı düşünmesin. Bize versinler, Türkiye oradaki organizasyonu kimsenin burnu kanamadan hac vazifesini yaptırır Allah'ın izniyle. Ücret de talep etmiyoruz. Suudi Arabistan hükümetine sesleniyorum; Verin bize, Türkiye'ye. Türkiye olarak oradaki organizasyonu çok nizami bir şekilde hallederiz, çözeriz.' (25 Eylül 2015)
Tabii böyle bir şey olmaz ve Suud hükümeti birazda terslenerek kimseye verecek birşeyleri olmadığını beyan ederler.
Bunları niye anlattık:
“Katar ablukası üzerine” başlıklı 25 Haziran 2016 tarihli yazımızda yukarıda yazdığımız konuyu anlatmış, kutsal mekanları kim yönetecek sorusunu sormuş ve şöyle devam etmiştik:
“Şimdi daha gerilere gidelim ve 2006 yılında eski ABD ordusu Albayı Ralph Peters tarafından çizilen ve gündemden hiç düşmeyen şu haritayı hatırlatalım:
Armed Forces Journal' (Silahlı Kuvvetler Dergisi) dergisinde 2006'da yer alan bu haritada, Ortadoğu'daki ülkelerin neredeyse tamamının sınırlarını değiştirilmiş olarak gösteriyordu.
Şimdi bu haritada iki şeye dikkatinizi çekmek istiyoruz.
Birincisi Katar yerli yerinde duruyor.
İkincisi Suudi Arabistan paramparça olmuş ve Mekke ve Medine'nin içinde bulunduğu alanda Islamic Sacred State (Kutsal Islam Devleti) adında bir ülkecik kurulmuş.
Kısaltılmışı ISS.
Hani tanıdık gelmiş olmalı. Bir (I) harfi daha ekleyince ISIS (IŞID/DAEŞ'in İngilizcesi) oluyor. (...)
Ama bitmedi Yine aynı yıllarda (2005) yayınlanan Richard Clarke'ın “Akrep Kapısı”adlı kitabının konusu kısaca şöyledir.
Yıl 2010…Sünni ve Şii gruplar, ortak bir darbeyle Suudi Arabistan'da ki krallık rejimini yıkıp ‘İslamiye Cumhuriyeti'ni kurarlar. Suudi ailesi ABD'nin Houston kentine sürgün edilir. Suudiler çıkar ilişkisi kuran ABD Savunma Bakanı Henry Conrad, İslamiye'yi işgal edip petrole el koymak düşüncesindedir.
Çin ise petrol karşılığında İslamiye'yi savunmak için gönüllü olur. İki Çin gemisi, İslamiye'nin petrol rezervlerini korumak üzere nükleer başlıklar yola çıkar..Clarke, Akrep Kapısı'nda, olağandışı heyecanlı bir jeopolitik öykü içerisinde anlattığı olaylarla okuyucuları birkaç sene ileriye götürüyor ve Asya'ya yayılması söz konusu olan nükleer bir savaştan söz ediyor. Bir hükümet darbesi ile Suudi Arabistan'daki şeyhler tahtan indirilmiş, yerine kararlı bir İslam hükümeti gelmiştir. Petrolün kokusu etraftaki akrepleri çekmeye başlar; bunların başında Washington ve başka bir başkentte Orta Doğu'nun haritasını temelinden sarsacak şeytani bir pazarlığa girmeye hazır kişiler bulunmaktadır. Planları - aralarından bazıları aynı olduğunu düşünse de- aynı değildir. Gizli gündemler, önü alınamaz bir hırs, farklı yerlere duyulan sadakat hisleri, hatalı istihbarat, felakete sürükleyen yanlış hesaplar sonucunda bir süre sonra domino taşları düşmeye başlar.
Romanın konusu ile günümüz olayları arasındaki benzerlikler şaşırtıcı değil mi?
Reagan döneminden oğul Bush dönemine kadar ABD istihbarat kuruluşlarının en tepe noktalarında bulunmuş bu anti-terör uzmanı yazarın kurgu romanının başında ilginç bir harita bulunmaktadır.
O da Suudi Arabistan'ı yıkmış ve yerine “İslamya” diye bir devlet kurmuştur. Tekrar hatırlatalım kitabın basım tarihi 2005 yılıdır.
Kaşıkçı'nın katli olayı sizce nerelere kadar evrilebilir?
Mesela ABD ve İsrail ikilisi Suud'a tek çıkış yolu olarak İranla savaşı dikte ederlerse;
Ya da şöyle bir senaryo düşünelim.
Türkiye tansiyonu yükseltip tıpkı İngiltere'nin kendi topraklarında zehirlenen eski Rus ajanı Skripkal olayında yaptığı gibi NATO'yu toplantıya çağırdığını düşünün.
Ya da melanet NATO'yu bir yana bırakın, Erdoğan'ın İslam dünyasına seslenerek:
“Kendi elçiliğinde kendi vatandaşını parçalayan bir rejimin himayesinde/gözetiminde Haccın güvenli olmadığını, bu farizanın sakatlanmaması için Haccın Suud'un elinden alınması gerektiğini, hatta gerekirse boykota bile gidilebileceğini” söylediğini düşünün.
Olabilecekleri tahayyül edebiliyor musunuz?
Türkiye şimdilik “küre” koalisyonuna “balon gibi uçururuz sizi” mesajı vermekle yetinerek elindekileri yavaş yavaş dünya kamuoyuna servis etmekte, sırasıyla Amerikan Dışişleri bakanı (eski CIA başkanı olu kendisi) ve yeni CIA Başkanını koştura koştura paniklemiş bir şekilde ayağına getirtmektedir.
Akıllı olanlar geleni görmekte:
Bu olayda eli güçlü olanlarsa rahat oturmaktadırlar...