Yılbaşı gecesi İstanbul'da bir gece kulübüne yapılan saldırısı sonrası ölenlerin isimlerine bakınca sanırsınız ki bu saldırı bir Arap ülkesinde düzenlenmiş. İşte hayatını kaybedenlerden bazıları:
“Nawras Monem Suliman Alassaf, Mohammed Elhot, Altymani Bassmah Abdurazaq, Ahmed Raad Isam, Muhammed Ali Azzabi, Mohammed Alsarraf, Noura Al Omrani, Cenda Nakaa Ep Azzabi, Aljefri Wesam Hussain, Ayhan Arık, Shahd Abdulkareem Samman, Abis Akhtar Rızvı, Khushi Asnwino Shah, Ahmet Alfadul, Mehmet Alfadul, Adel Agh Souzalı, Alaa Almuhandis, Alaa Almuhandis, Rabia El Moustaine, Zineb Ait Ssi, Bland Sirwan Osman, Lubna Ghaznawi, Layan Nasser, Ahmet Abbalos.”
Aslında bu isimlere kabaca bakmak bile saldırı mekanının oldukça ince bir plan dahilinde seçildiğinin göstergesi. Eminiz bu isimler teker teker incelenip saldırganın hedefinin özellikle bunlardan biri ya da birkaçı olup olmadığı da araştırılacaktır. Ama burada özellikle bir isim hemen göze çarpmaktadır.
Irak asıllı Ürdünlü iş adamı ve ülkenin en zengin isimlerinden Muhammed el-Sarraf da Reina saldırısında öldü. Ürdün ve Irak'ta yatırımları olan El-Sarraf'ın, Ürdün'de 13 şirketi bulunduğu öğrenildi. Telekomünikasyon, güvenlik ve su arıtma tesisleri yatırımları bulunan El-Sarraf, Ürdün hükümetiyle çalışan işadamlarından biri olarak biliniyordu. Edinilen bilgilere göre, El-Sarraf'ın arkadaşı olan Nawras Affas da ölenler arasında. Ürdün'ün başkenti Umman'da Pi Lounge adlı kulübün işletmecisi olan Affas, işadamı El-Sarraf'la birlikte yılbaşı için İstanbul'a gelmişti. (03 Ocak 2017)
Ortadoğu'da istihbarat savaşlarının yaşandığı en önemli merkezlerden biri ve yarı İngiltere sömürgesi olan Ürdün'de yaşayan Iraklı bir işadamı bu saldırıda ölüyor. Telekomünikasyon ve güvenlik şirketi olması işi daha ilginç hale getiriyor çünkü bu iki alanda istihbarat servislerinin en önemli iştigal sahaları arasındadır. Özellikle güvenlik şirketleri yapıları gereği çok uluslu şirketlerle ve istihbarat servisleri ile bağlantılıdır. Hatta bu yapıların içinden teröristler bile çıkmaktadır.
Haziran 2016'da ABD'nin Florida eyaletinde eşcinsel gece kulübüne yapılan baskını ele aldığımız “Amerika saldırısının kodları ya da olağan şüpheliler” başlıklı makalede saldırganın bir güvenlik şirketi elemanı olması üzerinden şunları yazmıştık:
“ (…) saldırgan Omar Mateen dünyanın en büyük güvenlik şirketi olan, eski ismiyle Wackenhut yeni ismiyle G4S'de çalışmaktadır. İşi gereği ateşli silah taşıma izni alması sırasında sistemin ikaz vermesi gerekmekteydi çünkü çalıştığı firmanın Amerikan istihbaratı CIA ile direk bağlantısı vardı. Şirketin ismini Wackenhut'dan G4S'e değiştirmeden önce şirketin yönetim kurulu Amerikan istihbarat topluluğunun “kim kimdir” listesi gibiydi. Üyeler arasında eski FBI yöneticisi Clarence Kelley, eski Savunma Bakanı ve CIA başkan yardımcısı Frank Carlucci, eski Savunma Bakanlığı İstihbarat başkanı Gen. Joseph Carroll, eski Gizli Servis Başkanı James J. Rowley, eski Denizci komutan P.X. Kelley, eski CIA başkan yardımcısı Amiral Bobby Ray Inman, ve CIA başkanı olmadan önce William J Casey.
Burada William Casey ismi özellikle ilginçtir çünkü kendisi Reagan döneminin bütün kirli illegal işlerini yönetmiş ve İrangate skandalı olarak da bilinen İran-Kontra skandalını Yarbay Oliver North ile birlikte organize etmiştir. (İran – Irak savaşı sırasında İran'a İsrail aracılığı ile gizlice silah satılarak kazanılan para ile Nikaragua'da sol yönetime karşı savaşan Kontra gerillalarının desteklenmesi hadisesi) Yine bu dönemde Casey Sovyetlere karşı Afgan mücahitlerini silahlandırarak Sovyetlerin Afganistan'dan çıkmasını sağlamıştır. O mücahitlerin bazılarından daha sonra nasıl El Kaide üretildiğini zaten biliyoruz. Terör uzmanı ve CIA analisti William Corbett 1992 yılında Wackenhut için şunları söylemekteydi.
“Yıllar boyunca Wackenhut CIA ve diğer istihbarat kuruluşları ile direk ilişki içindeydi. Gizli operasyonlarını yürütebilmek için CIA'nin şirketin yönetim kademelerinde bulunmasına izin verdi.”
Emekli FBI ajanı William Hinshaw is bu şirket için şunları söylemişti. “Eğer kirli bir iş yaptırılacak ise Wackenhut'ı aramanız gerektiği bu sektörde bilinen bir gerçektir.” (16 Haziran 2016, Yeni Söz)
Farkındaysanız Reina'ya saldırganına da içeriden, özellikle güvenliği sağlaması gerekenlerden, bilgi aktarılmış olabileceği yorumları yapılmaktadır
Yanlış anlamaya mahal vermeyelim çünkü elimizde bir bilgi yok ama bu Wackenhut güvenlik firması Türkiye'de de faaliyet göstermektedir. Reina gece kulübünü koruyan resmi bir güvenlik firması var mıdır ve varsa bu firma Wackenhut'ın Türkiye şubesi midir? Buradan sormuş olalım.
Reina saldırında öldürülen Ürdün'de yerleşik Irak asıllı işadamı mevzusuna dönersek karşımıza ilginç bir gazete küpürü çıkıyor.
The Wall Street Journal'da çıkan 24 Haziran 2003 tarihli “Irak'ın İşadamı elitleri karanlıkta el yordamıyla ” başlıklı makalede hukuki sistemin yokluğunun karmaşa ve şüphe tohumları saçtığından bahsediliyor. Saddam zamanında Irak rejiminin kaprisli ve sert olduğu, rejime yakın şirketlerin ihaleleri kapma konusunda önceliği olduğu anlatılarak Amerikan Dolarının piyasada çok az hatta bazen hiç bulunamadığı anlatılarak bir işadamının şu görüşüne yer veriliyor:
“Ama en azından kurallar vardı, en azından bir sistem vardı.”
Peki kimmiş bu işadamı derseniz adı Mohammed Al-Saraf. Yani yılbaşı gecesi Reina gece kulübüne yapılan saldırıda hayatını kaybeden kişi. Saddam'ın yakın çevresinde bulunmuş, Ürdün bağlantılı, güvenlik ve telekomünikasyon şirketi bulunan bir milyarderin tesadüf eseri bir terör olayına kurban gitmesi olayı bir parça tuhaf gözükmektedir.
“Sarraf'ın şirketi (Al Mahdi Group) bölgede birçok ihale almış, birçok çok uluslu firmayla ortaklık kurmuş, birçok hükümet ve bakanlık tarafından çok güvenilir bir grup olarak tescil edilmiştir.” (2 Ocak 2017, Jordan Times)
Görüldüğü gibi bu olayda araştırılması gereken çok fazla konu vardır ve Küreselcilerin tetikçi haber ajansı Reuter öyle dedi diye bu iş sadece IŞID'ın üzerine bırakılarak kapatılmamalıdır.
Mesela tesadüf müdür bilinmez ama bu kez “Lübnanlı” bir işadamı neredeyse eşzamanlı olarak bu kez Angola'da suikaste kurban gitti.
“Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn bugün yaptığı açıklamada İsrail istihbarat ajansı Mossad'ın Angola'daki bir Lübnanlı adamı öldürdüğünü açıkladı. Cumhurbaşkanlığı sarayında kabine oturumu açılışında konuşan Avn, Lübnan dışişleri bakanlığının bu hafta başlarında bir Lübnan vatandaşının Angola'da silahlı kişiler tarafından öldürüldüğü olayların takibinde olduklarını söyledi. Avn, ellerindeki bilgilerin, Mossad'ın olayla bağlantılı olduğunu gösterdiğini ifade etti. 56 yaşındaki Lübnanlı Amine Bakri, Pazar günü Angola'nın başkenti Luanda'da bulunan işyerinin yakınında silahlı kişiler tarafından vurularak öldürüldü. Ailesi, cesedin Perşembe günü geri gönderileceğini söyledi. Bekri'nin ailesi Lübnanlı adamın Irak'ın Necef kentine gömüleceğini duyurdu.” (4 Ocak 2016, Dünya Bülteni)
Irak'ın Necef şehrine gömülecek bir “Lübnanlı”. İlginç değil mi? Söz bu konudan açılmışken Hizbullah'ın Afrika ve Latin Amerika'da özellikle pırlanta işinden büyük paralar kazandığının bilindiğini belirtelim.
Saldırıda işadamları hedef olunca ve PKK'ya silah taşıyan Amerikan ve BTÖ (Batı Terör Örgütü) hava araçları sınırın iki adım ötesine durmadan inip kalkarken eski bir olayı hatırladık:
Dale Stoffel olayı:
“Bush döneminde Irak ordusunun mal varlığını (füzeler dahil) paraya çevirmekle görevli Dale C. Stoffel, Irak''ta bir ABD üssüne giderken korumalarıyla birlikte kurşuna dizildi. Ele geçirilen bilgisayarda, Irak işgalinin neredeyse bütün kirli ilişkileri kayıtlıydı. Türkiye''den bazı isimlerin de dahil olduğu 40 milyar dolarlık kirli bağlantı ortaya döküldü. Ama ne garip ki, hiç kimse bunun üzerinde durmadı, hala da merak eden yok! “ (26 Ağustos 2010, Yenişafak, İbrahim Karagül)
8 Aralık 2004 günü öldürülen bu Amerikalı silah tüccarı birkaç kişi haricinde memleketimizde hiç ilgi uyandırmamıştı neredeyse. Oysa kendisi çok ilginç bir kişilik idi. Eski bir Deniz İstihbaratçısıydı ve başka ülkelerin silah sistemlerini ele geçirip test eden gizli bir Amerikan programında görevliydi. Kendi silah şirketini kurduktan sonra Irak'ta büyük silah işlerine girişti. Çok kısaca yazmak gerekirse Irak, Lübnanlı işadamları, Pentagon-ABD ve İngiltere şeytan üçgeninde yapılan silah ticaretinde dönen yolsuzlukları yüksek sesle dile getirdi ve su testisi su yolunda kırıldı. Karşılığında suikaste uğradı.
Şimdi kafanızda şu soru oluşabilir. Bu olayın Reina saldırısı ile ne ilgisi var. Çevremizde büyük silah satışları, “silah yardımları” vb ilişkiler dönmektedir ve bu işler çoğu zaman işadamları üzerinden yapılmaktadır. IŞID'a giden sıfır Toyota ciplerden tutun, verilen tanklara kadar, Suriye ve Irak çevresinde çok büyük işler dönmektedir. Batının dibine kadar battığı bu çamurun içinde gündemin karmaşasından unuttuğunuza emin olduğumuz bir iki haberi daha hatırlatalım:
(…) Öldürülen General NATO'nun terörizmle mücadelesinin finansman boyutunu araştırıyordu. Teröre karşı mücadelede kime, niçin, ne kadar para harcandığını araştırıyordu. NATO son dönem bütçesini beklentilerin üzerinde arttırmış ve 918 milyar dolara çıkarmıştı. Belli ki NATO Generali, NATO'nun kime ne silah verdiği bilinmesin diye öldürüldü. PKK'ya, PYD'ye, DEAŞ'a, Hizbullah'a, Devrim Muhafızlarına o kadar silahı kim veriyor? (…) O silahlar, o paralar kimden çıkıyor? NATO'nun 918 milyar dolar olan bütçesinden terör örgütlerine, kendi üyesi Türkiye'yi vurması için, ne kadar bütçe ayırdı? O NATO Generali Kafasına kurşun sıkılarak öldürülmese belki de bunun cevabını alacaktık. NATO, ABD, Türkiye'ye karşı terörü finanse ediyor, bunu açığa çıkarmaya çalışan generalini öldürüyor. (Kanal A Haber, Celal Kazdağlı)
“Donald Rumsfeld'in ‘Pentagon hesaplarında 2,3 trilyon dolar kayıp' açıklamasından bir gün sonra 11 Eylül 2001'de Pentagon'a saldırı olur. Şimdi ise Pentagon'un hesaplarında 6,5 trilyon doların kaybolduğu ortaya çıktı.” (Yeni Söz, 27 Ağustos 2016)
Yani şunu söylemeye çalışıyoruz. Çevremizde çok kirli bir savaş dönüyor ve bu savaşı takip etmenin bir yolu da işadamlarını ve parayı takip etmektir. Dolayısıyla Doğulu Batılı iş dünyasının buluşma merkezi olan bir gece kulübünün basılması ve önemli bazı işadamlarının öldürülmesinin daha farklı bir gözle de araştırılması gerekmektedir. Bunu “hayat tarzına müdahale” olarak pazarlamaya çalışanlar ise özellikle mercek altına alınmalıdır çünkü onlar saldırganı gönderenlerin psikolojik yıkım ve hedef saptırma ajanlarıdır.
Gelelim saldırının olması muhtemel diğer koduna:
Soğuk savaşın bitmesi ve SSCB'nin yıkılmasından sonra Süleyman Demirel Adriyatik'ten Çin seddine kadar Türk dünyası demiş Adriyatik'te Sırplara Bosna'yı Çin'e giden yolumuzun üstünde Ermenistan'a Azerbaycan'ın dağlık Karabağ bölgesini işgal ettirmişlerdi.
17 Aralık 2015 günü Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söylüyordu:
Bilmeyenler için Horasan'ın neresi olduğunu hatırlatalım:
“Horasan Eyaleti, İran'ın kuzeydoğu ve doğusunda yer alan bölgeye verilen isim. Farsça bir kelime olan Horasan "Güneşin yükseldiği yer" anlamına gelir. Horasan'da yoğunlukla Türkmenler ve Farslar yaşamaktadır. Eskiden Horasan bölgesi bugün İran, Afganistan, Tacikistan, Türkmenistan'ın ve Özbekistan'ın bazı bölgelerini kapsardı.” (Wikipedia)
Peki Reina saldırganının kod adı ne imiş?
Horasan-i. Yani Horasanlı anlamına geliyor. Peki İran ve Türkiye'nin Kazakistan'ın başkenti Astana'da Rusya ile birlikte Suriye görüşmelerini yapacağını hatırlatmamıza gerek var mı? Peki olay sonrası anında medyaya servis edilen saldırganın sözde görüntüsü ve uyruğu neresi idi?
“Kazakistan”
Yani birileri ardı ardına anlaması gerekenlere mesajlar vermeye çalışıyor.
Kim acaba?
Gece kulübü saldırısını “Kazakistanlı terörist” yaptı hikayesi pompalanırken bir yandan da ilginç bir zamanlamayla bir İngiliz terörist gündemimize giriyordu:
Suriye'de, DEAŞ'in merkez olarak kullandığı Rakka‘ya yönelik Koalisyon güçlerinin hava desteği ile süren operasyonda İngiltere vatandaşı bir YPG‘li teröristin yaşamını yitirdiği belirtildi. Söz konusu İngiliz YPG'li terörist 20 yaşındaki Ryan Lock'un, daha önce de, Türk savaş uçaklarının YPG hedeflerine yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısında şarapnel parçaları ile yaralandığı belirtildi. The Guardian Gazetesi ve Suriye'deki internet sitelerinde yer alan habere göre, Koalisyon güçlerinin hava desteği ile Demokratik Suriye Güçlerinin yürüttüğü Rakka operasyonunda İngiltere vatandaşı YPG'li terörist Ryan Lock, Caber köyü yakınlarında 21 Aralık'ta yaşamını yitirdi. (3 Ocak 2017)
Öyleyse elimizde Kazaktan Kırgıza ve hatta son haberler göre Uygura dönen bir terörist, Suriye'de öldürülen “dünya tatlısı ve çok insancıl bir ahçı olan” bir İngiliz terörist, Reina'da ölen Iraklı/Ürdünlü işadamları, patlayan bombalar, ekonomik saldırılar, enerji sabotajları, suikastler var. Yani global bir savaşın merkez ülkesi haline getirilmeye çalışılıyoruz demek hatalı olmaz herhalde.
Türkiye global savaşın meze sofrası olmayacağının mesajlarını çok güçlü bir şekilde Batıya vermelidir ve bunun da yolu bellidir. Nasıl yapılacağını burada bizim kelime kelime yazmamıza gerek yoktur herhalde.
Haziran 2016'da ABD'nin Florida eyaletinde eşcinsel gece kulübüne yapılan baskını ele aldığımız “Amerika saldırısının kodları ya da olağan şüpheliler” başlıklı makalemizi bitirdiğimiz şekilde bu yazıyı da bitirelim:
Mayıs ayında gösterime giren Kaptan Amerika, İç Savaş filminin konusu kısaca şöyledir.
“Amerikan devletinin süper savaşçıları dünyanın her yerinde operasyonlar yapmaktadır. Nijerya'da bir teröristi yakalamaya çalışırken çevreye verdikleri hasar ve sivil kayıplar sonrası Dünya artık bu gruba tolerans gösteremez. ABD devleti baskılar karşısında gruba BM (Tek Dünya Devleti ya da Yeni Dünya Düzeni koduna dikkat) emrine girmesi talimatı verir. Bu durum grupta ayrılığa neden olur ve grup kendi içinde iç savaşa tutuşur”.