1979 yılında yaptırılan İran İslam devriminin Türkiye'de büyük yansımaları olmuştur ama bu konunun tam olarak anlaşılamadığını düşünüyoruz.
Detaylara girmeden Türkiye tarihi ile İran tarihini çok kısaca kıyaslayıp büyük güçlerin bu iki ülkede eşzamanlı olarak nasıl çarpıştıklarını irdeleyelim.
Osmanlı Devleti I. Dünya savaşını kaybeder, anlaşma gereği hilafeti bırakır, alfabesini değiştirip geçmişini siler. Savaşın kazananı olan İngiltere'nin dalga boyun girmiştir artık.
20 yıl kadar sonra yeniden yaşanan Dünya Savaşının (II.) ardından bu kez İngiltere dünya üzerindeki hakimiyetini yavaş yavaş ABD'ye terketmektedir.
60 Darbesi çok dillendirilmese de ABD – İngiltere ortak yapımı olmasına rağmen nihayetinde İngiltere aklını kullanıp Amerikancıları tasviye eder ama ABD Türkiye'yi şiddetle istemektedir. Türk ordusunun Kore'de neler yapabildiğini görmüştür.
70 yılında kozlar yeniden paylaşılır ama bu kez kazanan yoktur.
(Burada bir parantez açalım. Bu 10 yılın başlarında yaşanan 1973 Yom Kippur, Arap – İsrail savaşı sonrasında Arap ülkelerinin Batıya uyguladığı petrol ambargosunun meydana geldiğini hatırlatalım. Olayı yıllar sonra kaleme alan İspanyol gizli servisi şefi bu ambargonun Avrupa'ya karşı ABD tarafından oynanmış bir oyun olduğu konusunda çok ciddi düşünceleri olduğunu yazmıştır.)
80 darbesiyle ise NATO dahil herşeyin parasını ödeyen ABD ipleri eline alır ve İngiltere yenilgiye uğratılır, en azından ikinci plana çekilmek zorunda kalır.
Amerika her ne kadar Türkiye'nin bu tarihten sonra gerçek sahibi gibi gözükse de sistem, zengin elitler, bürokrasi ve en önemlisi de yargı her zaman İngiltere'nin elindedir. Bu yüzden 90'lı yıllardan itibaren İngiliz sistemi savunucularının (Kemalistler) beyin takımı olanlar, namı diğer CHP'liler teker teker suikastlerle öldürülürler. (Aydın cinayetleri) Bu suikastlerden ise kısmen İran sorumlu tutulur. Belki bir iki İran asıllı tetikçi kullanılmıştır ama “ne alaka” diye o günün şartlarında bu konu çok fazla sorgulanamaz.
1979 İran İslam devriminin hemen sonrasında Saddam'ın 1980'de ABD tarafından İran'a saldırtılması ve 8 sene boyunca savaştırılmaları aslında İran'da devrimi destekleyen İngiltere ve Avrupa'ya bir mesajdır.
Yine neredeyse eşzamanlı olarak bu kez SSCB (Rusya) 1979'da Afganistan işgaline başlamıştır. Amerika bunalmıştır ve 1980 darbesi ile en önemli ileri karakolu olan Türkiye'de kendisini rahatlatır. Yani 79 ve 80 yıllarında çok önemli 3 İslam ülkesinde çok önemli olaylar olmuştur. Hiçbir zaman yabancı bir gücün kolonisi olmamış Asya'nın en önemli kilit ülkesi Afganistan'a Ruslar girmiş, İran'dan Amerikalılar kovulmuş, Araplar (Irak) İran'a saldırtılmış, Türkiye'de Amerikan darbesi olmuştur.
Kısaca tarihsel olarak kim kimdir konusuna baktıktan sonra gelelim bugüne. Hatırlarsanız bir önceki yazımızda İngiltere – Almanya çekişmesinin Türkiye'ye yansımalarını yazmıştık.
Şimdi Türkiye ve İran'da eşzamanlı gelişen ve Avrupa – ABD çekişmesi diyebileceğimiz olaylara bakalım:
Geçtiğimiz Haziran ayında yapılan seçim sırasında oluşan ittifaklar tablosu aslında Türkiye'de resmi oldukça açık bir şekilde ortaya koymuştur. Seçimden hemen önce iktidar partisinin yanındaki ve karşısındaki ittifaklar şu şekildedir:
Ak Partinin yayında bulunlar: MHP yani geleneksel olarak ABD'ye daha yakın AB'ye daha uzak olan partimiz,
Ak Partinin karşısında bulunanlar: CHP ve Saadet Partisi. AB'ye daha yakın ABD'ye daha uzak partiler. (İyi parti yeni kurulan bir parti olduğu, HDP ise ittifakta yer almadığını belirttiği için ayrı tutuyoruz)
Farkettiğiniz şekilde yukarıdaki denklemde İngiltere hiçbir yerde gözükmemektedir. Oysa I. Dünya savaşı sonunda Ankara'nın ortasına devasa bir tapınak dikmeye muktedir bir ülkeyi küçümsemek çok doğru olmaz.
Peki Türkiye'de seçimlerin olduğu bir ortamda bu ülke niye gözükmemektedir?
Aslında gözükmüştür ama kimse görmek istememiştir.
Hemen seçimler öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan nereye gitmişti?
Erdoğan İngiltere'ye gitmiş ama orada anlaşma sağlanamamış olmalı ki hemen ardından olan olayları bir önceki yazımızda anlatmıştık:
İşler bununla sınırlı kalmamış hemen ardından bu kez 2016 yılından beri Türkiye ile ortak savaş uçağı yapmak için kıvranıp;
TF-X ortak projesi ile bu muradına eren İngiltere;
İstediklerini alamamış olmalı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İngiltere gezisinin hemen ardından ipe un sermeye başlamıştır:
İlginç olan ise bu haberin çıkmasının hemen öncesinde Türkiye'nin Münbiç'te ABD ile anlaştığının haberlerinin gelmiş olmasıdır:
Yani Mayıs ayının ortasında İngiltere ziyareti gerçekleşiyor, aynı ayın sonunda ABD ile Münbiç konusunda anlaşma sağlanıyor, bu olayın üzerinden 2 hafta geçmeden İngiltere ile savaş uçağı konusu problemleri yaşanmaya başlıyor.
Bu İngiltere – Türkiye ortak savaş uçağı projesinin niye önemli olduğunu Star gazetesine 27 Haziran 2016 tarihinde mülakat veren İngiltere'nin Türkiye büyükelçisi Moore'dan aktaralım:
“İkincisi daha derin bir gerekçe, böyle projeler iki ülkenin başka türlü geliştiremeyeceği askeri bağlar kuruyor. Biz de NATO ortağıyız ve böyle projelerle bu ortaklığımızın köklerini daha derine indirme imkanı buluyoruz.”
Anlayacağınız İngiltere Türkiye ile daha derin askeri bağlar kurmak istediğini açıkça söylemektedir. Hem Amerika hem de İngiltere savaş uçağı meselesini Türkiye'ye karşı eş zamanlı olarak tehdit unsuru ve koz olarak kullanmaktadırler.
Tesadüf mü?
İşte bu çatışmalar perde gerisinde sürerken bir şey daha dikkatinizi çekmiş olmalı.
Hem Türkiye'nin “kurucu” partisi CHP'de hem de İran devlet sistemini oluşturan yapılar arasında kılıçlar çekilmiş durumda.
İngiltere'nin I. Dünya savaşını kazanmasının ardından Türkiye'de kurulan devrimci Kemalist/CHP tek parti sistemini modelleyerek 1979 yılında Amerika'ya karşı kurulan/kurdurulan devrimci Humeynici/tek parti sistemli İran devletinin eş zamanlı olarak tıpkı CHP gibi parçalanma süreci yaşaması tesadüf müdür?
İran devlet sistemi içinde müthiş bir kapışma kendisini çok bariz bir şekilde göstermektedir.
Halk canının derdinde ekonomik sıkıntı yüzünden sokaklara dökülüp;
En olmayacak şeyi yapabilmekte ve dini lidere hakaretler edebilmektedir;
Sıkışan rejim muhaliflerin ev hapsini kaldırarak nefes almaya çalışmaktadır:
Öte yandan rejim içinde devam eden savaşta bir süredir çok ilginç beyanatlar da havada uçuşmaktadır:
Doğru olup olmamasından bağımsız olarak taraflar arasında İngiltere'nin merkezde olduğu karşılıklı suçlamalar yapılmaktadır.
İran derin düzeni deşifre edilmektedir.
Öye yandan pazarlığı en üst noktadan açan Trump İran'a görüşme teklif etmekte;
İran sisteminin silahlı sahipleri ise ABD ile görüşecek bir şey olmadığını beyan etmektedir:
Bu tür puslu havaları çok iyi koklayan provokatörler ise (doğru olsun olmasın) yangına körükle gitmektedir.
Son olarak ise İran masaya en önemli kartlarını sürmektedir:
Hatırlayacaksınız Temmuz ayında Trump önce İngiltere'ye;
Ardından Rusya'ya gitmişti:
Trump'ın İngiltere gezisinde Kraliçenin yanındaki tavırları ne kadar ters idiyse Rusya'da Putin'in yanında o kadar dost canlısı idi.
II. Dünya savaşının ardından Yalta'da Amerika, İngiltere ve Rusya dünyayı bölüşmüşlerdi. Savaşın sonunda ekonomik üstünlüğünü kaybeden İngiltere Amerika'dan mali yardım istemiş, Amerika ise bu isteği İngiltere para birimi Sterlin'in değerinin düşürülmesi şartıyla kabul etmiştir. Savaş sırasında Bretton Woods anlaşmasının imzalanması ve İngiltere'nin bu şartı kabul etmesi ile Dolar dünya para birimi olmuş ve ardından gelen Marshall yardımları ile Amerika yavaş yavaş İngiliz imparatorluğunun etki coğrafyasını ele geçirmişti.
Bu kez Amerikan Dolarının dünya üzerinde gücünü yavaş yavaş kaybettiği bir ortamda (Doların diğer para birimleri karşısında şimdilik güçlü görünmesine takılmayın) yine baş döndürücü bir görüşme trafiği sürmektedir.
Putin ile güzel geçen görüşme sonrası ABD içindeki derin yapılar Trump'a adeta kan kusturtmuş ve Rusya hakkında sarfettiği güzel söylemlerini geri çektirmiştir.
Bu olaylardan bir ay kadar önce ise İngiltere prensi Filistin'e sürpriz bir ziyaret yaparak söylemleri ile Trump'ın dostlarını fena kızdırmış, vakti zamanında Ortadoğu olarak adlandırdıkları bu coğrafyada kendi kurdukları düzenin arkasında olduklarını bir nevi beyan etmişti.
Yazımıza İran'dan girmiştik CHP'den çıkalım.
İşte bu bağlamda İran'da kurdurulan düzenin bir nevi rol modeli olan CHP içinde de seçim sonrasında büyük bir çalkantı yaşanmaktadır. Kuruluşundan bu yana Avrupa tarafında yer alan CHP'nin son dönemde Avrupa'nın Amerika ile ayrışmaya başlaması ile karşı taraflarda yer almasının mıhtemel olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Amerika İran'da yapmak istediği dizaynı muhtemelen CHP içinde de bu tarihe kadar yapmak isteyecektir ki CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu birden bire büyük bir aydınlanma yaşamaktadır.
CHP'de savaşın çok çetin geçeceği gözükmektedir ve bu savaşın bu partiyi ikiye bile ayırması söz konusu olabilir.
Benzer dizaynlar Avrupa tarafından da yapılmaya çalışılmış ve çalışılacaktır.
Tabii bu bağlamda tıpkı Amerikan sisteminde olduğu gibi bir başkanlık sistemine geçtiğimizi de not etmekte fayda bulunmaktadır.
Bugüne gelince ne görüyoruz?
SSCB için çöküşün başlangıcı olan Afganistan işgali idi ve işgalden yaklaşık 12 sene kadar sonra çökmüştü. Şimdi çöküşün eşiğinde olan Amerika ise Afganistan'ı (ve ardından Irak'ı) işgal edeli yaklaşık 15 sene oldu. Çekileceğim dediği Afganistan'a daha ağır yığınak yaparken Rusya Suriye'yi işgal etti. Avrupa yine İran'ın yanında gözükürken İran yine devrim sonrasında Irak'ın saldırısına uğraması gibi topun ağzında ve uzun sürecek bir savaş tehdidi altında. Bu kez Saddam'ın Irak'ı yerine Selman'ın Suud'u ve bazı kukla Arap rejimleri var parya olarak.
Türkiye'de ise 1980 yılında başarılan Amerikancı darbe bu kez 15 Temmuz 2016'da başarılı olamadı.
Küçük değişimlerle benzerlikler ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Neredeyse bir kural gibi değişmeyen tek şey ise kurtlar sofrasının mezesinin yine İslam toprakları olduğu.
Sistemler yıkılsa, liderler ölse ve ittifalar değişse bile kafalarda kurulan hegemonyanın öyle kolay yıkılmayacağına örnek olması bakımından ise bu resim yeterlidir.
Frak ingiliz uşaklarının kıyafetidir.