Dünü özetleyecek olursak, Osmanlı döneminde “şeker” şeker kamışında tabiî yöntemlerle elde edilirken, Kemalizm'le birlikte pancara geçildi. 1926'da zararlı rafine şeker üretimi başladı. Piyasada rafine şekere bulanmamış ürün bırakılmadı.
Dünya şekeri yüzde 75 nispetinde şeker pancarından üretilirken, Türkiye de rafine şeker üretiminin yüzde 100'ünü şeker pancarından. Şeker pancarı, Türkiye'nin içilebilir su kaynaklarının yüzde 50'sini tek başına tüketiyor.
Su kıtlığı yaşamamızın ana nedeni şeker pancarı konusunda ısrar…
Devam edelim.
Bugün özelleştirmeye karşı çıkanlar kimler? Tabi ki Şeker lobileri…
Şeker lobisi ve özel şeker fabrikalarının beslediği, tetikçi dernekler ve medya. Bunu hükümeti yıpratma malzemesine dönüştürüyorlar.
Dişlerine göre devlet şirketleri varken, kendilerine yeni özel sektör rakipleri istemiyorlar.
Devlet bu işten sürekli zarar görüyor. Millete ise hiçbir faydası yok. Üstelik asıl zararı görende milletin ta kendisi ama bunun farkında değil.
Deniliyor ki, 100 bin şeker çiftçisi zarar görecek. Külliyen yalan.
Bir kere pancar/şeker sektörü kota ve teşvik oyunları ile yürüyor.
Kota ağaları var. Birliklerin başındaki kişiler eş dost ahbaplara kota dağıtıyor. Bu sayede de birlik seçimlerinden sürekli kazanıyorlar.
Sektör, şeytanın bile aklına gelmeyecekler oyunlar, filmler ve dalaverelerle yönetiliyor.
Türkiye'de tüm fabrikalar, aynı yöntemlerle şeker üretir. Ancak bazıları reklam yaparken “yüzde 100 doğal şeker pancarı şekeri” diye reklam yapar. Diğerleri böyle değil mi? Bu reklamı yapan böyleyse diğerleri de böyle.
Peki, gerçek ne?
Bizde ekilen şeker pancarı tohumunun yüzde 100'ü hibrit. Genetik yapısına müdahale edilerek kısırlaştırılmış tohum.
Nesepsiz, zararlı tohumları da Almanya, İsviçre ve Hollanda gibi birkaç ülkeden ithal ederiz.
İthal tohuma tepki gelince “yerli ve milli” modası gereği, tepkileri azaltmak için bu kapitalist ve/veya Siyonist küresel tohum firmaları, tohum çoğaltma işlemini Türkiye'ye kaydırıyor, bürokrasinin de arzuları istikametinde. Böyle yapılınca tohum birden “yerli”leşiveriyor. Siz de ekleyin başına bir “milli”. İşte şimdi “yerli ve milli tohumlar” propagandası yapabilirsiniz.
Oysa bu tohumlar ne yerli, ne de milli. Üstelik hibrit. Dahası firmalarının kimyasallarına bağımlı bir tohum.
Pancarları iri olması için tarlaya boca edilen zehirler nereye gidiyor dersiniz? Elbette ürünün içine, toprağa ve suya...
İnanmıyorsanız Türkiye'nin dört bir yanından tarladan pancar numunesi, (aslında tarlaya da gerek yok dilediğiniz “doğal” rafine şekeri alıp) ağır metal araştırması yapalım. Ağır metalsiz pancar çıkarsa ebediyen bu hususta susmaya hazırım. Siz buna kanserojen pestisitleri de ekleyin.
Bitmedi, üretim öncesi küflenmeyi engelleyici ‘formalin' ile rafine şekere dönüşürken eklenen 6-8 çeşit kimyasalı katkı maddesini de eklemeyi unutmayın!
İşte böylece şeker pancarından elde edilmiş yüzde 100 doğal yalanlı şekerle karşı karşıya kalırsınız.
İnsanların çoğu yalan olana inanmaya meraklıdır. Gerçekleri kabul etmek yalanı kabule nispetle yüzlerce kat daha zordur.
Gerçekler acı olabilir ve acıtabilir. Oysa yalan hipnotize eder, uyutur, sevindirir. Unutmayın yalan etkili ve bağımlılık yapıcı bir uyuşturucudur.
Bazı kimseler şeker fabrikaları Kemalizm'in ürünü olduğundan satışını Kemalizm'e saldırı olarak görüyor. Bazıları Erbakan hocanın yaptığı şeker fabrikalarını mukaddes gördüğü için canhıraş savunuyor.
Kimin ürünü olursa olsun, şeker pancarından şeker üretmek Türkiye'yi iflasa sürükleme oyunudur. (NBŞ belasını unutmadık ona da geleceğiz) Türkiye'nin su kaynaklarını yok etme, topraklarını çoraklaştırma numarasıdır. Hepsi kapatılmalı, yeni bir şeker politikası ortaya konulmalı.
Şeker üretebileceğimiz kaynaklar sadece pancar ve kamışta değil. Yüzlerce farklı tabii kaynak var. Dağ taş şeker dolu.
Kaynakları çeşitlendirerek, rafine etmeden, kaya şekeri olarak bırakarak, sektörü serbestleştirerek, maliyeti çok düşük, sağlık tehdidi en aza indirilmiş şeker üretmek mümkün. Geleceğimizi kurtarmak ve korumak içi bunu yapmaya da mecburuz.
Rockefeller politikalarını terk etmeden bunu yapamayız. Lakin cari bürokratik zihniyetle bunu başarmak güç. Ankara'da ilaç, aşı, gıda ve ziraat konusunda on binlerce lobi elemanı çalışır. Ellerindeki imkân herkesi etkileyecek düzeyde. Ama devletseniz etkilenmeyeceksiniz.
İnşaallah yarın devam edeceğiz.
YAZININ 3. BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ
Kemal bey, beslenme konusunda araştırma yaparken eserlerinizden çokça faydalanmış ve bu sayede ailesinin sağlığına çokça katkı yapmış biri olarak bilgilendirici malalelerinizi daha sık ve uzun tutmanızı istirham ediyorum. Bırakın onlar bildiğini, bizse gereğini yapalım.
'İnsanların çoğu yalan olana inanmaya meraklıdır. Gerçekleri kabul etmek yalanı kabule nispetle yüzlerce kat daha zordur.' ne kadar doğru bir söz. bu sözün sağlamasını her zaman yaşıyorum.
Yazılarınızı dikkatle okuyoruz,devamını bekliyoruz. Çok güzel konulara değiniyorsunuz, gerçek gündemi ele alıyorsunuz.
Sizde susarsanız bunlara kim dikkat çeker hocam.. Onun için susmak yok yola devam.. En azından Hükümete yakın Tv larda sık sık görmek de isteriz sizi. Buradan bizde Tv culara da seslenmiş olalım
Yıllardır sizi takip ederim. Şeker konusunda sürekli bürokrasiyi suçlamanız devleti yöneten hükümete tek kelime etmemeniz bana tuhaf geliyor. Temmuz-2017'de NBŞ'nin kotasını artıran hükümet şu anda şeker fabrikalarını özelleştirip satarsa NBŞ ithalatı için ellerini ovuşturanlara gün doğmaz mı.Baş danışman Yiğit BULUT NBŞ lobisinin kendisini öldürebileceğinden bahsediyor.Hal böyle iken şekere göre çok çok daha zararlı NBŞ'nin bu ülkede peynir ekmek gibi tüketilmesine kim engel olabilir.