Zorlamalar içinde yaşıyoruz. Daha anne karnına düşer düşmez bazı hekimlerin tıbbi geçerliliği konusunda fikir birliği olmadığı halde şeker yüklemelerine maruz kalıyor bebeklerimiz ve müstakbel annelerimiz. Her ay bir zorunlulukmuş gibi geçilen ultrasonografi ziyaretlerini ve tarama testlerini saymadık bile. Her doğumun bir doktorun gözetiminde ve bir hastane odasında gerçekleşmesi ise tıbbi bir zorunluluk olarak hastanelerin ameliyat odalarına yönlendirilmiş durumda. Doğumun asıl öğesi ebeler ise neredeyse işlevsizleştirilmiş. Çoğu hemşirelik veya sekreterya görevi yapıyor.Serbest piyasanın olmazsa olmazı haline gelen jinekolog ziyaretletlerini yapmamak da artık toplumda ayıplanır bir hale geldi.
Bir alemden başka bir aleme geçen bebeklerimiz ve ebeveynleri; bir oldu bittiye gelip hemen topuk kanı ve aşı dayatmalarının içinde buluyorlar kendilerini. Bazı ailelerin yaplıan zorlamalara direnmeleri ise yakın zamana kadar Sağlık Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı eliyle dikte edilen bir zorlamaydı. Allaha şükür ki; Kasım 2015'den beri verilen Anayasa Mahkemesi kararları ile bu zorlamalar son buldu.
Uzun yıllardır annelerimiz toplumsal ve ekonomik bir dayatmanın orta yerinde bulunuyorlar. Ekonomik özgürlüklerini elde etme yolunda verdikleri mücadelede bir çoğu ‘Çocukta yaparım kariyer de' aldatmacasının girdabında annelik görevlerini ihmal etmek zorunda bırakıldılar. ‘Homo economicus' olmak anne olmaktan daha değerli gösterildiğinden beri annelerimiz bir bankonun ardında, bir çağrı merkezinde, uzun mesafeli bir yolculuk aracında, hastanede, postanede, okulda, üniversitede,... anne olmanın gereklerinden uzaklaşmak zorunda bırakıldılar. Annelerin boşalttığı alanları da şanslı olunursa kimi zaman teyze, hala, nine doldurmakta iken bazen de bakıcı adı verilen bir başka kadın da doldurmaya zorlanmakta. Bazen de konuşmayı bile öğrenmemişken bir yuvanın renkli olduğu iddiasındaki odaları.
Evren boşluk kabul etmez. Her boşluk doldurulur. Bir anne ve babanın dolduramadığı boşluk ne yazık ki başkaları tarafından doldurulur. Bazen bir akraba, bazen teknolojik bir alet, bazen de yabancı bir ses. Tehlikelerden koruyalım çocuklarımızı. Bizden bulamadıkları sevgiyi yabancı ağlarda aramasınlar .
Başbakanımızın açıkladığı üzere yeni ve yasal bir dayatmaya maruz kalmak üzereyiz. 2017 yılından itibaren uygulamaya konulması planlanan okulöncesi eğitim zorlaması başlamak üzere. Böylece nur topu gibi 13 yıllık zorunlu eğitim gündemimize giriyor. 30 yıl olsa zaten kimsenin itiraz edeceği de yok. Çalışma hayatının annelerinden koparamadığı çocuklarımız kanun zoruyla annelerinden koparılmak zorunda bırakılacak. Tozlu çamurlu oyun parklarından alıp steril, kauçuk ve hiçbir annenin ve arkadaşların verebileceği eğitimi veremeyecek dört duvar aralarına bırakmak zorunda kalacağız çocuklarımızı.
Açık alanda arkadaşlarıyla oynayamayan çocuklarımız; bazen bir oyun salonunda makine sesleri arasına, bazen kauçuk zeminli oyun parklarına bırakıldı. İçinde bulunduğumuz modern çağ hiçbir şeyi sorgulamamıza fırsat vermediği gibi, çocuklarımızın oyun alanlarını da kurguluyor ve dayatıyor.
Bizler akletmedikçe ve sorgulamadıkça dikte edilen her şey bir zorunluluk olarak hayatımızda yer alacak. Dinde bile zorlama yokken hangi hakla bu ve diğer zorlamalara tabi tutulduğumuzu da merak etmeyeceksek hayatımızın bir cehenneme dönmesi mukadder değil mi?