“Yoksunluk” terimi, bir şeyin insanın elinden alınması ya da bir şeye sahip olmama durumu için kullanılmaktadır. İnsanların yiyecek, konut, eğitim, duygusal ilgi gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmaması veya karşılanamama hali “yoksunluk” oluşturur (Marshall, 1999: 828).
Bu tanımıyla “yoksunluk”, “yoksulluk” halinden daha geniş bir mahrumiyet halidir. Öksüz kalan biri için yoksunluk “anne sevgisi”dir. Bir dağ köyünde kredi kartı kullanamayan tüketici “yoksun” kalmıştır. Yangın, sel, trafik kazası gibi afetler can ve mala dokunur, maddî-manevî kayıplara neden olur.
Yoksunluk, yoksullukla ilişkisiz olabilir, olmayabilir. Yoksulluk, yoksunlukla karıştırılan bir kavramdır.
Farklı yoksunluk durumlarından bahsedilebilecektir.
1) Maddi yoksunluk;
2) Hizmete erişim (devlet ve kamu hizmeti) yoksunluğu;
3) Sosyal itibar (işsizlik, mesleğini icra edememe, mahkûmiyet, toplumsal baskı) yoksunluğu;
4) Kaderden gelen (ölüm, hastalık, öksüz-yetim kalma, engelli olma) yoksunlukları;
5) Duygu-inanç (imansızlık, ahlâk kaybı) yoksunlukları,
6) Bilinçli (münzevilik, ideolojik redde dair) yoksunluklar.
Maddi yoksunlukların yoksulluk olarak anlaşılması mümkündür. Yoksulluğun kaynağını yalnız sermaye sahiplerinin emekçileri istismar etmesi olarak ele almak bir konunun gözden kaçırılmasına sebebiyet vermektedir: Yoksulluk, hayırseverliğin alanından çıkarılmakla onları işgücü olarak gören anlayış kendi düzenini kurmaktadır.
Böylece “hayr” amacıyla başlayan bu amel/ibadet (yoksula yardım), giderek ‘Refah Devleti' ile birlikte kurumlaşır. Sosyal yardım hizmetinin kurumsallaşması, hayr/amel işinin profesyonelleşmesi anlamına gelir. Bu haliyle “yoksullara yardım”, istihdam sağlayan meslek olarak “örgütlenir.”
Diğer değişle “yoksullara yardım” bir geçim/maişet biçimine dönüşür. Bu bir paradokstur.
Diğer taraftan:
Fakirler zenginlerle doğrudan muhatap olma hakkını kaybederek “yoksullara yardım uzmanı” olarak görev yapan bir tüzel kişilikle veya STK uzmanlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Böylece “yoksulluk”, toplum için rahatsız edici bir “uyandıran” olmaktan çıkartılır.
Yoksulluğu toplumsal hayatta görünür olmaktan tamamen kaldırmayı ve insanlar arasında maddi eşitlik tesis etmeyi idealize eden teoriler de insanlar içinde sadaka (sıddîk) insan tipini de yok etmek zorunda kalırlar.
Böylece “devlet” veya STK, infak/sadaka/bağış/yardım gibi sadece mesuliyet duygusu ile hareket eden ahlâk adamı tarafından gerçekleştirilebilecek bir ameli “kapatır.”
Kanaatimizce ölümün var olduğu bir dünyada yoksulluk da var olur. Çünkü ölüm, toplumsal örgütlenmeyi buhrana sokan, gelir gider dengesini bozan, kimilerini maddi yoksunluğa iten bir kopuş olarak zuhur eder.
Siyasal-toplumsal düzenlemelerle yoksulluk ortadan kaldırılsa dahi Allah'ın fertler için tek tek işleyen ölüm kaderi, işleyişi yıkacak ve insanlık yeniden yoksulluğa dönecektir.
Dinler yoksulları yok etmek için gelmezler; zenginlere infak emriyle gelirler. Yoksulluk hayatın doğası gereği engellenemez. Bu nedenle mücadele “yoksulluk olgusu” ile yapılamaz. Asıl muhatap “zenginlik”tir. Hz. Âdem cennette zengin idi.
Cennette iken şeytanın iğvası ile yoksul olduğunu düşündüğü için yeryüzüne düştü. Cennette çalışmadan kazandıklarını dünyada kazanmak için emek harcamak zorunda kalması onu hakikaten yoksul yaptı.
Hz. Âdem'i cennetten düşüren “yoksulluk” olmadığına göre hangi duyguydu? Yoksunluk.
Anthony Giddens, ‘Göreli Yoksunluk Kuramı'ndan bahsederken yoksunluk duygusunun kendinden daha üst seviyedeki bir hayat biçimine nazardan kaynaklandığına işaret eder:
“Bu kuram, insanların kendi durumlarını nasıl değerlendirdiklerinin, kendilerini kiminle karşılaştırdıklarına bağlı olduğunu öne sürer. Bu nedenle yoksunluk hissi doğrudan doğruya bireylerin maruz kaldıkları maddi yoksullukla ilgili değildir.
Herkesin aşağı yukarı aynı durumda olduğu fakir bir semtteki küçük bir evde yaşayan bir ailenin kendisini, evlerin çoğunun daha büyük ve ailelerin daha müreffeh olduğu bir semtteki küçük bir evde yaşayan aileden daha az yoksun hissetmesi olasıdır” (Giddens, 2012: 60).
Modern insanın yoksulluğunun en büyük sebebi (eğer savaş, kıtlık, deprem, afet gibi olgular görünmüyorsa) akrabalığın, yakınlığın yitirilmesidir. Akrabalar arası mesafe arttıkça yoksulluk çarpan etkisiyle büyür. Sofranın bölünmesi yokluk kaynağıdır.
İhtiyaçlarımızı büyüttüğümüzde yokluk duygumuzu ve yoksulluğumuzu da büyütürüz. Parçalanmış bir akrabalık modeli birey sayısınca ev-hane açmak zarureti getirir. En büyük yokluk/yoksulluk duygusu sevda ve sıla özlemidir. Ölüm sevdayı, gurbet (cennetten düşüş) sılayı aratır. Yoksulluk derûnunda büyür de büyür.
- Giddens Anthony, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, 2012
- Marshall Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999