Ramazan yine geldi, hoş geldi safalar getirdi. Ramazan beslenme değil arınma, hayatın muhasebesini yapma, maddi ve manevi kirlerden/yüklerden kurtulma, nihayetinde de Rabbe yaklaşma ayı.
Ramazan-ı ihyanın çok cephesi var. İşe ise beslenme ölçülerini değiştirerek başlamak şart.
Unutulmamalıdır ki, beslenmeyi İslamileştirmeden hayatı İslamileştirmek, Müslüman olmaktan Mü'min olmaya geçmek mümkün değil. O halde buyurun birinci adımı öğrenmeye…
Hz Peygamber (s.a.v.)'in, Mikdâm İbn Ma'dikerib (r.a.)'den gelen bir rivayette “Âdemoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Nefsinin galebesiyle illa da yiyecekse bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine ayırsın!” buyururlar. (Tirmizî, Zühd 47/2381; İbn Mâce, Et'ime 50/3349)
Efendimiz (s.a.v.)'in bu emir ve nasihatlerine rağmen, nefsi ve şehevi arzularına yenilen insanoğlu ve dahi Müslümanlar günümüzde ihtiyaçlarının üç beş katından fazlasını yiyip içmekte. Öte yandan her yıl yiyip içtiklerinin bir katını da çöpe atmakta.
Uluslararası teşkilatların verilerine göre her yıl 7-8 milyar insana yetecek gıda çöpe atılırken, bir o kadarının da ihtiyaçtan fazla yenilmesi nedeniyle, 15-20 milyar insana yetecek gıda 7 milyar insan tarafından tüketilmekte. Diğer yandan da milyonlarca, kimi verilere göre bir milyar insan açlıkla yüz yüze.
Müslümanların umursamadığı israf bahsinde sadece Frenkleri suçlamak doğru değil. Elbette israf insan olan herkes için kabul edilebilir bir davranış olamaz. Ama başta hayatı olmak üzere, her şeyini israf eden insanlığın hayatiyetini sağlamak için zaruri olan gıdalarını israf etmesinden daha tabii ne olabilir?
Müslümanların özellikle Ramazan'da yaptığı israflar ise ayrı trajedi. Ramazan aç kalarak arınma, açların halini anlama, bedeni dinlendirme ayı olması gerekirken, yazık ki daha fazla yiyip içilen, daha fazla çöp üretilen bir aya dönüştürülmekte.
Buradan hareketle hayatımızın hiçbir yerinde Resülullah (s.a.v.) Efendimizin örnekliğinin olmadığını söylemek yanlış olmasa gerek. Efendimiz (s.a.v.)'in hayatını merkezine alamayan bir ümmetin hali de ortada. Biz bugün, bu gerçekler üzerinden yiyip içmenin fıkhî yönünü ele almak istiyoruz.
Bakara Suresi 168'inci Ayet-i Kerimesinde Allah-ü Teâlâ hazretleri şöyle buyurur: “Ey insanlar! Yeryüzündeki tayyib ve helal şeylerden yiyin. Şeytan (ve benzerlerin)in adımlarını izlemeyin. Çünkü o(nlar) sizin için apaçık bir düşmandır!”
Taha Suresi 81'inci Ayet-i Celilesinde ise şöyle buyurur: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin tayyib olanlarından yiyin, bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüştür!”
Hacı Hüseyin Aksakal merhum, “Keşkül” adlı eserinde bu Ayetlerden hareketle Müslüman'ın yiyip içmesini; farz, vacip, mubah, mekruh ve haram olmak üzere 5 kısma ayırıyor.
Ölmeyecek kadar yiyip içmek farz iken; iş yapma, çalışma ve ilahi yükümlülükleri yerine getirecek kadar yiyip içmeyi ise vacip olarak niteliyor. Midenin üçte birini geçmemek şartı ile lezzet almak için daha fazla yemeyi mubah olarak görüyor.
Midenin üçte birini geçecek kadar yiyerek bedene ağırlık ve uyku getirecek kadar yemeyi mekruh, doyduktan sonra yasaklanan ve mideye hazımsızlık verecek miktarda yemeyi ise haram olarak tavsif ediyor.
Her şeyin mubah olması, insanın ondan dilediği kadar yiyip içmesi ve tasarrufta bulunması hakkını tanımaz. İslam, insanın her adımını, her faaliyetini ölçülü yapmasını ister. Yiyip içme de, uyku da, konuşma da, ibadet de bir ölçü dâhilindedir.
Fazla yiyerek bedene verilen yük, bir yandan israf, diğer yandan vebal, emanete ihanet ve insanı harama düşüren kötü bir haldir. Bu yüzden ölçüsüzlük, Müslüman'a has bir davranış değildir. Ayrıca Müslüman yiyip içerken besmele çekmeden yiyemez, sonunda nimeti verene şükür, hazırlayana da teşekkür etmekle de mükelleftir.
Netice itibariyle, Müslümanlar çağın ve özellikle de endüstri çağının şeytanî ifsadına karşı uyanık olmak, gıdaya yönelen necisleştirme ve dahi zararlı hale getirme çabalarına karşı direnmek ve mücadele etmek zorundadır.
Müslüman bilmelidir ki, midesi kirli bir kişinin ne dünyası, ne de ahireti mamur olmaz. Kirli midelerle yapılan ibadet ve duaların Allah'a ulaşmadığını, bizatihi Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bildiriyor.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasülullah (s.a.v.) (bir gün) şöyle hitap ettiler: Ey insanlar! Allah Teâlâ hazretleri tayyibtir, tayyibten başka bir şey kabul etmez. Allah'ın Mü'minlere emrettiği şeyler, Peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah-ü Teâlâ hazretleri (peygamberlere): “Ey Peygamberler, tayyib olanlardan yiyin de salih amel işleyin” (Mü'minun 51) diye emretmiş, Mü'minlere de: “Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin tayyiblerinden yiyin" (Bakara 172) diye emirde bulunmuştur."
Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: "Ey Rabbim, ey Rabbim" diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: "Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir" buyurdular." [Müslim, Zekât 65/1015; Timizî, Tefsir, Bakara/2992-8)
Gördüğünüz gibi her şey ortada ve bize düşen bu emirlere riayet!
Ramazan'ın bereket ve hayrının herkesi, her şeyi ve her yeri kuşatması niyazı ile…