Bahaeddin Ögel'e göre eski Türkler ‘yaylak' ve ‘kışlak' olmak üzere iki ayrı oturma yerinde iktisadî, içtimaî, nizamî hayatlarını kurmuşlardır. Yaylak ve kışlakta oturma, töre ve gelenekler ile disiplin altına alındığından bu hayat bir anarşi düzeni değildir.
Her topluluğunun, nerelerde yazlayıp, nerelerde kışlayacakları kesin törelerle belirlenmiştir. Kışın kışlakta oturan ve çoğu zaman ziraat yapan Türkler, yazın da yaylaya çıkıp hayvanlarını otlatmaktadır. Böylece, Türklerde iki yönlü ekonomik bir düzen ortaya çıkmıştır. Ögel'e göre Türklere izafe edilen göçebe sözünün göç-oba'dan veyahut da Farsça göç-ave'den geldiği ifade edilebilecektir. Bu söz, “evi olan fakat mevsime göre yer değiştiren” manasına kullanılmıştır (Ögel Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş-Türklerde Köy ve Şehir Hayatı- Göktürklerden Osmanlılara, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, c: I, 1991: 1,3,5).
Orta Asya Türk ağızlarında, köçmek ve taşınmak deyimleri de çok kullanılmaktadır. Taşınmak sözü, “evden dışarıya gitmek” manasına kullanılmaktadır. Türklerde oturmak, “otlağa, meraya girmek” anlamına gelirken, kotarmak, “yerini değiştirmek” manası kazanmıştır. Eski Türkler kitle halindeki göç işlerine, köçürmek, göçülen yerde, dev1et tarafından yapılan iskân işlerine, kondurmak demekteydi. Her iki deyişin de Göktürk yazıtlarında, hukuk ve devlet idaresi bakımından, önemli manaları vardır. Bu anlayıştan hareketle yük hayvanına köçük derlerdi (Ögel, 1991: 5,7).
Türkler, ‘çadır-köy' veya ‘çadır-şehir' halinde, otları bol ve karı az olan, güneş gören bir yeri seçer ve oraya konarlardı. Dağların güney yamacı, yani güneş gören yamaçları kışlak olarak seçilirdi. Kışlak olarak seçilen yerlerde, kar çok olmamalıydı. Fakat don olmaması da kışlağın önemli bir şartı idi. Çünkü don olunca, hayvanların ayakları bıcır oluyor ve Türklerin ‘yut' dedikleri, büyük kırım meydana geliyordu (Ögel, 1991: 9-10). Yazın yaylaya göçemeyip de evinde kalan kimselere acınırdı.
Kaşgarlı Mahmud, “Er evinde kışladı” diyerek, bir kış evinden söz etmektedir (Ögel, 1991: 11). Kışlak, bir şehir yanında olabilirdi. Fakat bu, hayvan sahipleri ile çobanlarının, şehirde oturmaları demek değildir. Çünkü kapitali (sermayesi) çok büyük değilse, sürü sahibinin de sürüsünün başında bulunması gerekirdi (Ögel, 1991: 15).
Şehirde oturan Türkler için ‘Yatuk' deyimi kullanılırdı. Bu deyimi ‘tenbel' anlamında kullananlar hatalıdır. Bu, yatak demektir. “Catakka kalmak” sözü ise, “yaylaya göçmeksizin, kışlakta oturmak” manasına geliyordu. Bu da bugünkü Türkçemizdeki “yatakta kalmak” sözünün karşılığıdır (Ögel, 1991: 16-17).
Türklerin yerleşik olduğuna ilişkin anahtar kelime ‘yer'dir. Oğuzlar aynı yerde oturanlar, yani hemşehri için yerdeş deyişini kullanırdı. Eski Türkçede ‘yerli'ye, yani devamlı olarak bir yerde oturanlara, yerlik veya yerlig denirdi. Türklerde bu tür kavramlar hukukî deyimlerdi. Örneğin ‘oba' kelimesi hem ‘köy' hem ‘soy' anlamına gelir ve ‘uluş' paylaşımının yapıldığı mekân/toplumu ifade ederdi (Ögel, 1991: 21-22). ‘Yurt' kelimesi de ikta verilen arazi parçası, otlak, çadırların kurulmuş olduğu oba bölgesi, ekilen ziraat arazisi veya köy anlamına gelirdi. Yurt kelimesi ‘vatan' kelimesiyle de karşılanmaktaydı. ‘Vatan' denince büyük otlak veya yayla akla gelirdi (Ögel, 1991: 22). Otlak/yayla ise, at (asker), sürü (ekonomik düzen) ve siyasal meşruiyet demektir.
Eski Türkçede yaylak veya yayla, “hayvanların otladığı yüksek yer” anlamı taşımamaktadır. Yaylak sözü, kışlak deyiminin bir karşılığıdır. Yani “yazın oturulan yer” anlamına gelir. Eski Türk devletlerinde, birlik meydana getiren Türk boylarına, yaylalar bir ıkta/tımar (fief) olarak verilirdi. Dede Korkut'ta sık sık Hanların etrafındakilere, “yaylak vermek” işlerinden söz edilmektedir. Bu, bir otlakta ikta, yani (fief of pasture) vermek olmalıdır.
Türklerde ‘Yılkı' sözü de terkedilmiş hayvan anlamında değildir. Yılkı, “damgalanmış canlı hayvan sürüsü” demektir. Eski Türklerde, “Herkesin hayvanı kendi mülkiyetini ifade eden, kendi damgası ile damgalanırdı.” Bu sebeple Göktürk yazıtlarında ‘tamgalıg yılkı'ya “mülkiyeti belirtilmiş sürü” denirdi (Ögel, 1991: 28-29).
Türklerin düzeni töreye bağlı bir “Göçerevlilik”, yani “hayvancılığa dayanan ekonomik düzen” anlayışıyla şekillendi. Bu konu, yalnız Orta Asya için değil, dünkü ve bugünkü Anadolu'nun birçok meselesi için de büyük bir önem taşır. Çünkü Orta Asya ve Anadolu'daki hayvancı konargöçerler, Orta Afrika'daki geri kavimler gibi, kültür ve medeniyet yokluğundan dolayı göçebelik sınırını aşamamış topluluklara benzememektedir. Büyük hayvan sürülerine sahip olan Türkleri, konargöçer yaşamağa zorlayan şey, hayvancılığa dayanan ekonomik zorunluluklardır (Ögel, 1991: 38-39).
Anlaşılmaktadır ki Türk tarihinde şehri olmadan, yerleşik hayatı bulunmadan, vatanda belirlenmiş yerleşme ve hukuk düzeni kurulmadan devletsiz bir göçebelik durumu düşünülemez. Türkler İbn Haldun'un tezlerinin aksine Hz. Nuh'tan beri tarihe göçerevli, töreli, devletli, tımarlı, yerleşme düzenli bir toplum/millet olarak çıktı.
Dağlı göçebeler aynı çoğrafyada yaşamlarına rağmen dil lisan lehçe birliği kabileler arasında dayanışma birlik olmamaktadır Kafkas Güneydoğu toRós kabileler buna örnektir. Sizin gayrı ibn.Haldun tezleriniz zayıf kurgu ve belgelerilizi kuvvetlendirmeniz lazım. Ve ibn haldundan bağımsız bir bozkır umranı bir bozkır kültürünün medeniyetini açıklamalar örnekler ile desteklenmelidir ibn Haldun kendi coğrafyasının umranını izah etti. Sizde kendi kültür medeniyet coğrafyası olan bozkır havasını izah ediniz.
Coğrafya Kader dir. Kültür irfan geçim yerleşim evcil canlılar genetik yapı üzerinde etkilidir. Haldun kucağında yaşadığı Coğrafya üzerinde yaşadığı toplumu yorumlamıştir. Bozkır'ın her yanına seyahat ticaret olur. Fakat çöllerde bu geçerli değil belirli bir güzergah belirli yollar üzerinde ticaret ve seyahat yapılabilir. Buda bozkır göcebelerine göre şehir kültürü zayıf kalır. Birlik dayananışma kabile içinde kalır. Bozkır göçebelerde iletişim kuvvetli olduğu için kabile dışı birleşme daha kolaydır.