Lütfi Bergen

Yesevîlik ve sofra açmak

12.09.2016 05:25:49

Ahmet Taşğın, bir makalesinde, Yesevîlik irfanının kavram ve anlam dünyasını açığa çıkarmaya çalışırken “sofra” kavramından bahseder.

Ahmet Yesevî ve halifelerine verilmiş altı nişan vardır:  taç/tuğ, hırka/şedd, çerağ, sofra, âlem ve seccade.

Bu alametler Fütüvvetnâme-î Tarîkat'ta da geçmektedir: “Tarikat ehlinden bir kimse şeyhine hizmetini yerine getirdi ve sülük ve adab ehli ile sülük etti. Şeyhin rızasına nazar eyledi ve şeriat ve tarikat ilminden haberdar oldu. Amel ederek şeyhliğe layık oldu. Şeyh ona tuğ, âlem, sofra, çerağ, şedd ve ahd verip seccadeye oturttu. İcazet talep edenin şartı şudur: İlk olarak yemek pişirsin ve tarikat ehline hazır etsin (…) Bundan sonra şeyhi kalkıp tarikat ehli olanlara şunu desin: “Ey aziz ihtiyarlar! Bu derviş nice zamandır ki bu hakir ve fakirin hizmetindedir. Şu ana kadar ben kendisinden razıyım ve şeyhliğe layıktır ve bugün huzurunuzda şunu diler ki çerağ ettikten, sofra verdikten sonra, kendisine icazet vereyim ve seccade üzerine oturtayım. İhtiyarlar siz ne dersiniz?” İhtiyarlar da derler ki, “mahal ve müstehaktır, vaciptir, mübarek ola (…) Bundan sonra şeyh şunu desin “Bu sofrayı şeyhim bana nasıl havale ettiyse ben de sana havale ettim. Sana lazım olan şudur ki, bu sofrayı yemekten yoksun kılmayasın. Ama helal yemek olsun. Bir kimseden men etmeyesin (…) Bundan sonra şeyh bu ayet-i şerifeyi o yerde okusun: Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz” (İnsan, 76: 8-9). Ardından da şu ayet-i şerifi okusun: “Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir ayet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; sen zaten rızık verenlerin en hayırlısısın” (Maide, 5: 114). Sonrasında sefer duasını etsin ve tüm enbiyanın, evliyanın, ulemanın ve meşayıhın ruhlarına dua etsin. Allah'ın büyüklüğüne tekbir getirsin (…) ve sofra müridin boynuna bağlasın” (Abdulganî Muhammed b. Alâuddin el-Hüseyin er-Radavî,  Fütüvvetnâme-î Tarîkat, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınevi, 2011: 216-217).

Bu fütüvvetnâmede de gördük ki “sofranın açılması” Hz. Peygamber (asv)'den önceki resullerin ashabının da bildiği bir alamet idi.  Fütüvvetnâme'deki “Ve yut'imûnet taâme alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ” ayetinde “yoksul” diye meal verilen kelimenin aslı “miskin”dir. Miskin, kıpırdayamaz, hale gelen demektir. Seferden geri kalmış kişiye “miskin” denmektedir. “Sofra” verilen kimse (mürşit), bu miskine sofra açarak onun miskinliğine dair örtüyü kaldırır. Sofra, sefer ile aynı köktendir. Sofranın açılması, sefere çıkmak, meskenet örtüsünü kaldırmak demektir.

Bacıyan-ı Rum irfanıyla “ev kuran” (Oikonomia) kadınlarımız da “sofra kurucu” olarak miskinleri uyandırıp seferi hayatta tutmaktadır.

Ahmet Yesevî, Anadolu, Balkanlar, Orta Asya gibi geniş bir coğrafyaya halifeler göndererek “sefer der vatan” bir millet inşa etti.

Ahmet Taşğın, “sofra” kavramıyla ilgili olarak Abdülbaki Gölpınarlı'nın Hacı Bektaş Vilayetnamesi'ndeki izahını nakleder: “Sofra, Bektaşîlerde, meşinden, çeşitli yiyecek şeyler konmak için gözleri bulunan ince uzun bir sofra vardır ki bunu bellerine sararlar ve Arab alfabesinde ‘elif', yani ‘a' harfine benzediğinden ‘elifi sofra' adı verilir. Şeyh, halifelik verdiği dervişe bir de ‘elifi sofra” sunar” (Ahmet Taşğın, İrfanın Anlam Kaybı ve Belirsizliği – Yesevilikte Sofra Tutmak).

Ömer Lütfi Barkan'ın işaret ettiği ahiler, “sofra sahibi/sefer ehli” dervişlerdir. 

11-13. yüzyıl Anadolu'sunda; Selçuklu beyleriyle, diğer şehzadeler; Bizans tekfuru ile Türkmen beyler birbirleriyle savaşıyor ve bunların hepsi birden de bir yandan Haçlı Ordularıyla diğer yandan da Moğolla kılıç kılıca çarpışıyordu. Bu yüzden Anadolu'da topraklar sık sık el değiştirmektedir.

Bu kavga ortamında tek bir örgüt, bütün bunların dışında kalmakta, Anadolu'nun şehir ve kasaba hayatında güvenlik unsuru olmaktadır: Ahi Teşkilatı.

Hemen her beyliğin toprağında Ahi teşkilatı, dağ-bayır-köy-kasaba demeden teşkilatlanıyordu. Haçlı saldırıları ve Moğol istilası, Anadolu'yu yağmalayıp devlet birliğinden mahrum kıldıkça, kanun-düzen-kural arayan halk, Ahi teşkilatına sığınıyordu. Bu nedenle Ahiler Anadolu'nun her yanında Yesevî irfanına göre “sofra açtılar.”

Bu derviş zaviyeleri halktan “himmet toplamak” peşinde değillerdi. Çünkü Yesevîlikte halktan almak değil, halka vermek, yani sefer eylemek esastır.

Yukarıda zikrettiğimiz fütüvvetnamede de görüleceği üzere İnsan Suresi'nin “Biz sizi Allah için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz” ayeti gereğince amel ediliyordu.

Ömer Lütfi Barkan bu dervişler hakkında şöyle yazar: “Bu dervişlerin yalnız mevât'dan (ölü-sahipsiz-işlenmeyen toprak), “kâfiri kör”den toprak açub, taşını budağını arıdub bağ ve bağçe yetiştirmekle kalmayub; gayet iyi cinslerde meyve ağaçları, limon, portokal ve gül bağçeleri yetiştiren mahir bağcıvanlar, değirmen arkı ve binası inşa eden, kuyu kazub su çıkaran ve araziyi sulamasını bilen muktedir mühendisler olduğu da anlaşılmaktadır (Ö.L.Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri ve Süleymaniye Camii ve İmareti Muhasebesi, Haz: Coşkun Çakır, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 2013: 71).

Devletsiz topraklarda “göçebe topluluk”larla imar ve iskân sağlanması hususu Umrancı düşünce tarafından izaha muhtaçtır. Barkan'ın ifadesiyle “Rumeli'nde Yağmur oğlu Hasan Baba zaviyesi, Tanrı dağı kurbünde hâlî ve viran bir mezrea üzerine kurulmuş olmakla beraber, kendisine cezp ettiği kalabalık ve civarında bina edilen değirmen ile bahçe sayesinde, buraların mamur olmasına ve gelene geçene faydalı ve uğrak mahalli haline gelmesine sebeb olmuştur. Bu zaviyede 28 nefer derviş toplanmıştır” (Barkan, 2013: 70).

Bütün Anadolu'yu (Haçlı-Moğol) kâfirlere ve istikrarsızlığa karşı örgütleyen “Medineci” Ahilik, seferber oldu, Osman Gazi'ye siyasi birliğin imkânlarını bahşetti.

“Dünya duracak yer değil ey can sefer eyle” (Nesimî).

 

Lütfi Bergen

[email protected]

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter

 

YORUM YAP