Richard Sennett'in Yeni Kapitalizmin Kültürü kitabı, işçi sınıfı ailelerle ve ileri teknoloji endüstrisi, finans hizmetleri, medya endüstrisi işçileriyle yapılan görüşmelerin (araştırmaların) neticelerine dayanıyor. Sennett, kendisini bir etnograf ve sosyolog – zanaatkâr olarak tanımlıyor (Richard Sennett, Yeni Kapitalizmin Kültürü, Ayrıntı Yayınları, 2009: 15).
Yazar istikrar kavramından bahsetmektedir. Tarihsel süreç içinde çalışanlarına hayat boyu işler sağlayan, insanlara yıllar boyunca aynı ürünleri ve hizmetleri sunan kapitalist şirketler ortaya çıkmıştır.
Sennett'e göre Marks'ın hatası ‘sürekli yaratıcı yıkıma' inanmasıydı. İstikrarlı toplumların ekonomik açıdan durgun olduğu varsayımı I. Dünya Savaşı öncesi Almanya ya da II. Dünya Savaşı sonrası ABD için geçerli değildi. Marks, ilkel kapitalizm zamanındaki (1850 Londra) endüstriyel düzeni de doğru okuyamamıştı. Bu dönemde çalışabilecek durumda olan işçilerin %40'ı işsizdi. Açılan yeni işletmelerle bu oran %70'le zirve yapmıştı. 1860'dan 1970'lere kadar uzanan zaman içinde şirketler işletmenin uzun ömürlülüğünü sağlayıp çalışan işçi sayısını artırarak istikrar sanatını öğrenmiştir.
Serbest piyasa, askerî örgütlenme modellerini kapitalizme uyarlayarak isyan ve devrimlerin etkisinden kurtulmuştur. Ne kadar fakir olursa olsun toplumda yerleşik konumu olduğunu bilen bir işçinin ayaklanması ihtimali, toplumdaki konumuna anlam veremeyen işçinin ayaklanması ihtimalinden daha azdır. Yazara göre ‘Düzen arayışı' iş yaşamından devlete ve oradan sivil topluma yayılmıştır. Sivil toplumda okullar işleyiş ve içerik bakımından giderek standartlaştı; meslekler, tıp, hukuk, bilim alanlarındaki pratiklere göre düzenlendi.
Weber'e göre kurumsal yaşamı ussallaştırma biçimleri, askerî kökenden geldi. Bu askerî toplumsal kapitalizmin merkezine ‘zaman' yerleşti. Uzun vadeli, aşamalı, kestirilebilir ‘zaman' anlayışıyla ortaya çıkan bürokratik dayatma bireyleri etkiledi. ‘Ussallaştırılmış zaman' sayesinde bir kariyerin aşamalarının neler olabileceğini bilmek, şirkette uzun süre çalışmakla servet artışı arasında ilişki kurmak imkânı doğdu. Böylece işçiler konut sahibi olabilme planı yapabilecekti. Oysa gerçek dünyada felaketler, riskler, plana göre işlememektedir. Bildung kavramı, bireyin ömür boyu süren ‘hayat merdiveni'ni konu almaktadır. Çalışan ve sebatkâr olan kişi hayat merdiveninde çıkmakta, inmekte, durmakta olsa da hep üzerine bastığı bir basamakta sebat ederek kalmaktadır.
Fakat refah kurumlarının yok edilmesi, büyük kurumların parçalanması, çalışma hayatının talepleri ‘aile'yi paramparça etmektedir.
Küresel çağın ikonu göç, yerleşmeyi değil hareket etmeyi öne çıkardığından kurumları yıkmak parçalanmış toplumsal koşulların belirmesine yol açmıştır. Yeni kurumların uyulmasını istediği kültürel ideal, bu kurumlarda yaşayan insanlara zarar vermektedir.
Yazara göre zamanımız benzersizdir. Bunun en önemli kanıtı ise ulusların ekonomik değerini kaybetmesidir. Küresel bir ekonomi içinde birbiriyle bağlantılı metropollerin kendi başına yükselmesi, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki yenilikler; insanların önceki yaşadıkları yerlere ve birbirleriyle iletişim kurma şekillerine benzememektedir. Örneğin petrol devi Shell, Hollanda – İngiltere'nin siyasi sınırlamalarından tamamen kurtularak dünyanın her yerinden yatırımcılara açılmış, tek bir ulusun çıkarlarına hizmet etmeye izin vermeyen karmaşık mülkiyet yapısına kavuşmuştur.
Sennett'e göre ‘Yeni kapitalist kültür'le beraber toplumsal zamanın askerîleşmesi, yani istikrar çöküyor. ‘Yeni sayfa tezi', kurumları buharlaştırıyor. Örneğin ömür boyu istihdamın sona ermesi, bunlardan biridir. İnsanların ‘ilişkileri'nin yerini ‘işlemler' almaktadır. Eski kurallar artık geçerli değildir. Sebatkârlık ve zanaatkârlık küçümsenmektedir. Şekilsiz zaman, kuralların yokluğu, yalıtılmışlık içinde amaçsızca sürüklenme gibi olgular bireye ait bildung'u (planlanmış hayatı) etkilemektedir. Dünya ekonomisindeki muazzam büyümeyi mümkün kılan malların, emeğin, hizmetlerin akışı üzerindeki kurumsal denetim kalkmaktadır. Görülmemiş sayıda eğitimli göçmen, büyük kentlere doğru hareket etmektedir (Sennett, 2009: 18-26).
Müslümanlar bu süreçle yüzleştikçe aidiyetlerini sorgulayacaktır; kimlik krizi geleceğimizi bekliyor.