Gülen'in sahneye sürülme süreci ile NATO'nun ülkemizdeki etkinlik süreci aynı zamanlara denk gelir. Devlete sahiplenme zamanları 1975'lere kadar uzansa da; 80 darbesi, 28 Şubat en çok Gülen'e yarar.
Ergenekon türü davalar sürecinde ise ciddi miktarda devlet sırrına erişen bu yapının en büyük zararı ne devlete olmuştur, ne de kodeslere tıktığı eski devletin sahiplerine.
Asıl darbe, İslam davasına ve halka vuruldu. Halen de derdini dinleyen birilerini bulamayan işçi, memur, tüccar ve bilcümle aile yapımızadır. Güven yok edilmiş, yeni bir münafık türü üretilmiştir. Üstelik nükleer bombadan daha tehlikeli bir münafıklık…
Bunlar farklı kimliklerde gizlenerek korunma konusunda tahminlerden çok daha öte bir kabiliyete sahipler. Basit bir örnek ama eskiden başka bir yayın organına yerleştirmek istediği elemanlarını işten atmış gibi yapıp, aleyhinde çeşitli tezviratlar yaparak başka yayın organlarının içine yerleştirirdi. Şimdi de elemanlarını başka kılıklara sokarak AK Parti başta olmak üzere siyasi partiler, dernekler, cemaatler ve devletin içine nüfuz etmeyi sürdürüyorlar.
Bir bakıyorsunuz, FETÖ'ye tapan biri bir kurumun başına getirilmiş. Bakanlar, milletvekilleri bu FETÖ'cüyü canla başla savunuyor. ‘Acaba mı' bile deme ihtiyacı hissetmiyorlar. Bunun nedeni, bu tarafın (feraset zaten yok da) basiretsizliği, karşı tarafın ise iblisi yöntem konusundaki maharetinden kaynaklanıyor.
Geçen gün bir maliye müfettişi ile görüştüm. 2011'den bu yana kendisine kusturulan kanı anlattı belgeleriyle. Dayanılır şey değil. Olup biten karşısında ailesi bile bundan şüphelenir olmuş. Üstelik kendini ne bakan dinliyor, ne de kurullar. Öylesine etkinler ki şimdi, işten atıyorlar, bizimkiler de seyrediyor. Bir Marko Paşa bulda anlat derdini.
Bu müfettişin söylediklerini teyit için aradıklarım da anlatılanları doğrulamakla kalmayıp, ‘Son bir yılda yaptıklarını anlatsak inanmazsınız. Milletin anasından emdiğimizi burnumuzdan getirmeye devam ediyorlar' dediler.
Çeşitli kamu çalışanları ile konuşunca, bir dokunup bin ah duyuluyor.
Hayatını mahvettikleri bir dostum var. O gün şehirde olmadığı ispat edilen arabasına sanki şehirdeymiş gibi bir saat içinde onlarca faklı polis tarafından onlarca kez farklı zamanda aynı lambada kırmızı ışık ihlali yapmış gibi trafik cezası kesmiş. El arabasına bile ceza. Bu mazlumu iflasa sürükleme, ailesini bile darmaduman edecek kadar kin ve zulüm hâlâ devam ediyor.
Üstelik bu arkadaşın onlarca milletvekili ve bakan arkadaşı var, ama kimseye derdini anlatamıyor. Herkes dostuna suçlu muamelesi çekmeye devam ediyor. Sahte raporlar havada uçuşuyor, doktor “bu rapordaki imza bana ait değil” diyor, vali soruşturma izni vermiyor. Dahası bu vali, bakan yapılıyor.
Kimse kalkıp “bu ülkede FETÖ ile mücadele ediliyor” demesin. Kimse mücadele falan etmiyor. Bürokrat da, siyasetçi de “ne olur, ne olmaz bunlar bir gün gelirse” diye düşünüyor ve açıktan da söylüyorlar bunu. Zaten onlar da “Erdoğan kalıcı değil, biz eninde sonunda geleceğiz” diye tehdit ediyor. Devlet, tehdit edene bile bir şey yapmıyor.
BÜLENT ARINÇ DA AYNI DUAYI YAPIYOR OLMALI
Onların bir gün döneceğine, Bülent Arınç da inanıyor olmalı. Nefsinde hiçlik mertebesine ermek yerine siyasi hiçliği tercih eden Bülent Arınç, galiba baştan beri onlardandı ve hem Merhum Erbakan hocayı, hem Erdoğan'ı, hem de hepimizi yanılttı.
Küp içindekini sızdırır misali, Arınç da TBMM antetli kağıtlara ve eski makamlarını yazarak sızdırmaya devam ediyor içindekileri.
AK Parti'nin son genel kurulu ile ilgili şöyle buyurmuşlar: Görev “Binali Yıldırım'a da bugün devrediyor. Bu, Türk siyaset tarihinde uzun süre konuşulacak, tartışılacak, sorgulanacak bir olaydır. Şu andan itibaren hükümetimize, AK Partimize başarı konusunda nasıl bir katkı olacaksa, nasıl bir ihtiyaç duyuluyorsa, her emre amade olduğumuzu da bildirmek isterim…”
Madem Arınç bir görev istiyor, Başbakan Yıldırım, kendisinden FETÖ'yü anlatmasını isteyebilir. Arınç bunu yapmaktan daha iyi hizmet edemez Türkiye'ye.
Arınç devam ediyor: “Ben kongreye davet edildim tabi ve yakama asacağım karta baktığımda 'geçmiş dönem milletvekili' olarak nitelendirildiğimi gördüm. Doğru. Ben 3 dönem milletvekilliği yaptım. 5 yıl Meclis Başkanlığı, 7 yıl başbakan yardımcılığı yaptım. Geçmiş dönem milletvekilleri ayrı bir yerde tasnif edilmiş. Onlar il başkanlarıyla, belki delegelerle birlikte oturacaklar. Ama A protokolde, Sayın Başbakanla birlikte, geçmiş ve bugünün bakanları, Meclis Başkanlığı yapmış insanların da olduğunu gördüm.
Aklıma kötü şeyler gelmiyor da değil. Partinin 3 kurucusundan biri olarak 14 sene kendisinden sitayişle, takdirle bahsedilen bir insan, sonunda kuruculuktan 'Hayır kurucu falan değil' şeklinde çıkarılmışsa (FETÖ'yü savunan Yaşar Yakış'tan söz ediyor galiba) her halde eski Meclis Başkanlığım, eski başbakan yardımcılığım da unutulmuş olmalı…”
Sözler hiçbir tevile mahal bırakmayacak kadar net.
Çelişkiler bir yana, her cümle: Ene, ben, I… Benlik davası güden adama, tükenişini seyretmekten başka ne yapabilirsin ki? (Gerçi bu sadece Arınç'ın hali olmayıp hayli yaygın bir hastalık)
Eskiden kelamı kibar sahipleri şöyle dermiş: “Ene tahtına oturanı, irşât mümkün değildir!”