Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter
Bu yazıda iki konuya birden temas edeceğim: Kentsel yayılma ve otomobil (araba) sevdası.
Türkiye nihayet sanayi devrimini yapıyor (?)
Elektrikli otomobil devrine geçmek üzereyiz. Muasır uygarlığı yakalama kapısı açılmıştır.
Acaba böyle mi?
47 Avrupa ülkesini kapsayan Avrupa Konseyi'ne Türkiye de 9 Ağustos 1949 tarihinden beri üyedir. Konsey'in 12 Ocak 1957'de kurduğu Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Komitesi, 17 Ocak 1994'de, biri bölgesel diğeri yerel yönetimleri kapsayan iki birimden oluşan ve 318 delegesi üye ülkelerin seçimle işbaşına gelmiş yerel yöneticilerinden oluşan şimdiki Kongre'ye dönüştürüldü. Kongre'nin 15. Genel Oturumunda 269 Karar No (27 – 29 Mayıs 2008) ile aldığı “Avrupa Kentsel Şartı – 2: Yeni Bir Kentlilik İçin Manifesto” başlıklı bir metin bulunuyor.
Manifestonun önemi şu: Avrupa kentsel yayılmayı artık sürdürülebilirlik kavramı içinde görmüyor. Dahası otomobilden çıkmayı mümkün kılacak bir kent büyüklüğü kavramına geçiyor. Hattâ otomobil sahibi olmayan kişilerin kentlerin dokusundan koparılmışlığını bir “insan hakkı ihlali” sayıyor.
Demek ki Avrupa “geriye dönmeye hazırlanıyor.” İlerleme-kalkınma bir kazanım sağlamadı.
Manifestonun bahsettiğim konularla ilgili maddelerinden altını çizdiğim satırları aşağıya aktardım.
- maddesi: “kentsel yayılma, kentlerimizin ve kasabalarımızın çevre sermayesini ciddi olarak azaltmaktadır.”
- maddesi: “Artan arazi kontrolleri aracılığıyla büyümeleri denetim altında tutulabilen kentler ve kasabalar istiyoruz.”
- maddesi: Otomobile verilen birinci önceliğin olumsuz sonuçları artık iyice anlaşılmıştır (...) Aşırı otomobil bağımlılığından bir an önce kurtulmalıyız; zira otomobil sahibi olmayan pek çok kişinin içinde yerleştikleri kentleri ve kasabaları tam olarak yaşayabilmelerini de engellemektedir.
- maddesi: Yürümek ya da bisiklet kullanmak gibi “yumuşak” olarak nitelenebilecek ulaşım tarzlarını teşvik etmek, Avrupa'nın seçilmiş temsilcileri olan bizlere düşen bir görevdir.
- maddesi: “Otomobil ve motosikletlerin daha az payı olan, yeni bir toplumsal paylaşım sağlayan bir toplu taşım politikasını tercih etmeliyiz.”
Avrupa, kentsel yayılmadan ve otomobil-motosikletten çıkmaya hazırlanırken Türkiye “elektrikli otomobil yapıyoruz” sloganıyla “sanayi devrimi” çağını yakalamayı konuşmaya başladı. Otomobilin bir yoksulluk biçimlenmesi olduğunu göremiyoruz.
İçine düştüğümüz kent-otomobil kurgusu, otomobili olmayan birinin kentsel dokudan koparılmışlığını dayatmaktadır. Ayrıca otomobilin “mobil tabut” olduğunu artık kim inkâr edebilir?
Türkiye'de trafik kazalarına bağlı ölümlerin yıllık ortalaması 4000'e ulaştığına göre bu araçlara “mobil tabut” dememize kimse kızmamalıdır.
Peki ne yapacağız?
“et tekraru ahsen velev kane yüz seksen: tekrar etmek güzeldir, velev ki 180 defa olsa.”
Anadolu'ya en az 15 “lastik tekerlekli ulaşım gerektirmeyen-otomobilsiz” şehir kuracağız. Hatta gerekirse bu şehirlere bir 15-20 daha katacağız. Başka türlü “insanın insandan kazanması”nı engellemek mümkün olmayacaktır.
Türkiye 6360 sayılı yasa ile nüfusu 750.000'e erişen belediyelerin “Büyükşehir” olması kriterini getirdi. Oysa, 900 bin kişiyle Keçiören'in nüfusu Türkiye'nin 66 ilinden daha büyük kalabalığa sahip bulunuyor.
Anlaşılan o ki, Türkiye mevzuat yapısıyla tam bir keşmekeşin içindedir. Kimse Bayburt'un 80.000 nüfusla il olmasını ama Keçiören'in 900.000 nüfusla ilçe kalmasını sorgulamıyor.
Kentsel hayat, iktisadî, ekolojik, içtimaî adalet ve iyiliğin varlık bulması değil miydi?
Buna göre, kimse kimseyi kirletmemeli, varlığını inşa etmesini engellememeli, hakkına girmemelidir.
Mevzuat felsefesini yitirdik. Mantığı kaybettik.
Eğer kentleri büyütmeye devam edecek isek, bu yasanın mantığı gereği, Keçiören gibi ilçeler artık hem kent ilan edilmeli ve hem de “büyükşehir” statüsü kazanmalıdır.
Kent-otomobil hedefimiz de, yasa mantığımız da boğuyor.
Nefes alamıyorum.
Azgelişmişlik Üstünlüktür.