Musâhiplik uygulamasının hukukî / fıkhî neticeleri vardır. Bu uygulama, Hz. Peygamber (asv)'in Yesrib'i Medine (şehir) kılmakla ilgili tasarruflarından birisidir. Diğer uygulaması ise “Medine Pazarı=Müslüman Pazarı” inşasıyla ortaya çıkmıştı. 1312'den 1327'ye kadar İbn-i Teymiyye'den çeşitli ilimleri tahsil eden Hanbelî fakih İbn Kayyım el-Cevziyye, “Zâdü'l-Meâd” adlı eserinde bu uygulamayı şöyle anlattı: “Resulullah (asv), bundan [Mescid-i Nebevî'nin inşasından] sonra, Enes b. Mâlik'in evinde Ensar ile Muhâciri kardeş ilan etti. Bunlar doksan kişi idi. Yarısı Muhacirlerden, yarısı Ensar'dan idi. Birbirlerini korumaları üzerine onları kardeş kılmıştı. Bunlar Bedir vakasına kadar, öldüklerinde akrabalarının yerine birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Cenab-ı Allah: “Rahim sahipleri (akrabalar) de Allah'ın kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve Muhacirlerden daha yakındırlar (Mirasta akraba olan Mü'minler, akraba olmayan Mü'minlerden daha çok hak sahibidirler)” (33 Ahzâb 6) ayetini indirince, miras, sadece akrabalara özgü kılındı. Muhacirleri ikinci bir kardeşlikle kardeş yaptığı ve Hz. Ali'yi bununla kendisine kardeş tuttuğu da söylenmiştir” (İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, Pınar Yayınları, c: 3, 1989: 67-68).
Cafer-i Sadık Fütüvvetnâmesi'ndeki anlatım da İbn Kayyım el-Cevziyye'nin bu tespitiyle benzemektedir: “Rasul (asv), mübarek kuşağını seccade üstünden götürdü ve ‘Bu kuşağı Cebrail (as) mi'rac gecesinde benim belime kuşattı (…) ben de senin beline kuşatayım' dedi (…) Sonra Resul (asv) ve bütün ashab oturdular. Hz. Resul (asv), ‘Ey ashabım, ikişer ikişer birbirinizi kardeşliğe kabul eylen' dedi. Ashab sırayla ikişer ikişer birbirlerini kardeşliğe kabul eylediler. Emirü'l Mü'minin kalktı: ‘Ya Resulullah, ben kiminle kardeş olayım' dedi. Resul (asv) buyurdu: ‘Ey Ali, Musa (as) ve Harun (as)'un kardeşliği gibi, sen de benim kardeşimsin.' Bundan sonra Resul (asv): ‘Ey Ali, sen de kendi halifelerinin belini bağla' dedi. Ali b. Ebî Talib (ra) kalktı, Hazret-i Resul'un huzurunda üç kişinin belini bağladı: 1) Selman-ı Fârisi, 2) Kanber, 3) Süheyl (Süheyb-i Rûmî)” (Mehmet Saffet Sarıkaya, Fütüvvetnâme-i Cafer-i Sadık, Horasan Yayınları, 2008: 59-60).
Demek ki kardeşleştirme (musâhip tutma, muâhat) mirasçı olmayı mümkün kılacak derecede bir yakınlaşmayı içermektedir. Bunun sebeb-i hikmeti nedir?
Bilindiği üzere Muhacirler Mekke'de barınamamışlar ve Medine'ye hicret etmek zorunda kalmışlardı. Aileleri parçalanmış, mallarını bırakmak zorunda kalmışlardı. Mekke'de zengin Müslümanlar eziyet gören Müslüman kardeşlerini esirlikten kurtarmak için mülklerini infâk etmekteydi. Hz. Ebubekir (ra), Hz. Bilal'i azad etmek için servet harcamıştı. Hicretle Medine'de yepyeni bir toplum kurulmaktaydı. Hz. Peygamber (asv) Akabe Biatlarını alırken kendilerine sığınacakları Ensar'a büyük mali külfetlere gireceklerini de ikaz etmiştir. Muhacirler Medine'ye (Yesrib) bu şartlar dâhilinde geldiler. Ensar, biat ederken, neye biat ettiğini bilerek Hz. Peygamber (asv)'in pir-mürşitliğine talip olmaktaydı. Nihayet hicret vuku buldu.
Muhacirler Medine'ye biat etmiş bir topluluğa hicret etti. Peki, şimdi ne yiyecekler ve nasıl geçineceklerdi? Artık fakirdiler.
Kardeşleştirme (muâhat-musâhip tutma) bu şartlarda gündeme geldi. Daha önceki yazılarımızda da beyan ettiğimiz gibi bütün peygamberler bu ahîlik programını uygulamıştı. Bunun ahlâk ilkeleri, yani kimin kiminle kardeş kılınacağı hususu ise fütüvvet programı ile yürütülecekti. Dolayısıyla Medine'nin oluşumu gönüllü (talip olunan) bir fütüvvet topluluğu arayışının neticesidir.
Kardeşleştirme sağlandı. Böylece kardeşler arasında “yârin yanağından başka her şeyde ortak” sözünün hükmü uygulamaya geçirildi. Hatta ayetler kardeşler arasında bu hukukun teklifsizce uygulanmasına cevaz verdi: “Âmâ olana ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (evlerde) veya sadîkıkum arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah'ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor” (24 Nûr 61).
Ayet-i kerimede geçen: “Anahtarları emanet edilip tasarrufunuza verilen evlerde” ifadesi hakkında Hz. Aişe “Müslümanlar savaşa çıktıklarında anahtarlarını güvenilir vekillerine bırakırlar; ‘İhtiyaç duyduğunuz şeyi yemenizi size helal kıldık' derlerdi. Anahtarların kendilerine bırakıldığı kimseler: ‘Bizim bunlardan yememiz helâl değildir. Biz sadece emîn kimseleriz (emânet sahibiyiz)' derlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “veya anahtarlarına mâlik olduğunuz yerlerde” ayetini indirdi” (İbn Kesir, Hadislerle Kur'an'ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları, c: 11, 1986: 5968) demiştir. Gerçekte bu hadise, muâhat-musâhipliğin kaçınılmaz neticesidir. Müslümanlar Medine toplumunda ikişer ikişer kardeş kılındılar. Sefere çıkanın ailesine diğer “kardeşliği-musâhibi-muâhatlığı” sahiplik etmekteydi. Bu tatbikat Ehl-i Beyt ile “Ahîlik Programı” gereği Horasan'a aktarıldı ve Horasan'dan Anadolu'ya geçti.
“Yârin yanağından başka her şeyde ortak” sözü, birbirleriyle akitleşerek kardeşleşmiş, muâhatlaşmış, musâhipleşmiş evli iki kişinin “Ahîlik Programı”nın bir ilkesiydi. Ne var ki Türkiye'de Marksist öğreti ve yapılanma Hz. Peygamber (asv)'in Medine'de sahabeler arasında ikişer ikişer kardeşleşmenin hukukuna ait bu dinî - içtimaî tasavvurun içeriğini boşaltarak İslâm'a karşı kullanmaktadır. Ali Şeriati'nin dahi bu içeriği boşaltılmış kardeşleşme, muâhatlaşma, musahîp tutma fıkhını Marksist-komünist yönelişle ele aldığı söylenebilecektir.
Marksizmin “her şeyde ortaklık” fikrinin “Ahîlik Programı” ile ilgisi yoktur. İkrar vermiş olmak kaydıyla musahip olacaklar durumlarını mürebbiye bildirirler. İki Ahî ve eşleri olan iki kadın ortaklaşa bir koç alırlar, musahiplik kurbanı tığlanır. Kuşak bağlanır, sofra açılır. Cemaatin önünde dört gönül ahitleşir. Ahîler akitle iki baş bir beden olur. Onlar artık birbirlerine ahretlik sayılır. Sevinçte ve kederde kardeş olunur. Aşk ile tevhid, ol söyle: “Müslümanız, Ahî'yiz; komünist değiliz.”