Musul'da dokuz hata -5
Kuveyt, bütün kolaylıkları göstermesine rağmen Saddam inat etti. Çünkü onun niyeti borcu bağışlatmak değil, hır çıkartmaktı. Kuveyt bunu fark edince mevzubahis borcu silmeyi kabul etti. Fakat bu durum, Saddam'ın maksadına uygun düşmedi. Bu defa başka bir sebep aradı. O sebebi de bulmakta gecikmedi. Irak'ın Kuveyt'e yakın Rumeyle adında bir mıntıkası vardı. Onun hemen bitişiğinde kendi toprağından, Kuveyt, petrol çıkarmaktaydı. Saddam buradaki Kuveyt kuyularının alttan Rumeyle'nin petrolünü boşalttığını iddia ile bu kuyuların kapatılmasını istedi. Ve böylece yeni bir ihtilâf çıkardı. Bu ihtilâfta da anlaşmaya yanaşmayınca, Suudi Arabistan, Cidde'de tarafları bir konferansa çağırdı.
Saddam burada da aynı uzlaşmaz tutumu sergileyince Suudi Arabistan durumu Amerika'ya bildirdi. Amerika, bu işin Araplar arası bir mesele olduğunu ve bu durumun kendisini alâkadar etmediğini söyleyince, bundan cesaret alan Saddam, başka bir plan yaptı.
İran-Irak gizli anlaşması
İran'a yanaşarak, bîtaraf kalıp hareketsiz davranmaları halinde şu teklifi yaptı: Ben Kuveyt'i, Bahreyn'i, Suudi Arabistan'ı alacağım. Elimdeki silahlar buna müsaittir. Amerika'nın bu işe karışmayacağı anlaşıldı. Sadece Suud petrollerindeki hissesini arttırmak mukâbilinde, onu da bu işe taraftar hale getirebilirim. Ürdün devletini ortadan kaldırarak onu Filistin devleti olarak ilân edeceğim ve İsrail'e rahatsız olduğu Filistinlileri oraya nakletme teklifinde bulunacağım. Bu suretle Yahudileri de tatmin edeceğim. Arkamdan emin olayım, yeter. Bu hareketsizliğin bedeli olarak Kuveyt'i ve Bahreyn 'i size vereceğim. Ben Irak, Suriye ve Suudi Arabistan'dan müteşekkil bir büyük devlet olacağım.
Özeti bu olan fikirler üzerine, Irak ve İran, İran'ın Esadabad şehrinde anlaştı. Saddam'ın Kuveyt'e saldırma sebebi, işte bu plan ve onun maskesi olan anlaşmadır. Yani, Irak-İran anlaşmasıdır.
Başlangıçta meseleyi Araplar arası bir mesele telakkî eden Amerika, kılıcın ucu Suud'a dayanınca, Kuveyt'i müdafaa etmek mecburiyetinde kalmış ve "Körfez Harbi” denilen harp bu suretle ortaya çıkmıştır.
ABD ile Avrupa çatışması
DOKUZUNCU HATA- Körfez Harbi esnasında kaçırılan fırsat.
Körfez Harbi, Amerika ve Avrupa arasındaki gizli muhalefetin en şiddetli bir surette yaşandığı bir mesele olmuştur. Hemen hemen bütün Avrupa. devletleri, Amerika'nın birlikte hareket etmek teklifine serfurû etmiş, el altından da Saddam'ı desteklemişlerdir. Saddam'ın bu harbin arefesinde Amerika'ya meydan okurcasına beyanlarda bulunması, bu Batılı devletlerin destekleri sebebiyleydi. Fransızlar bu harbin arefesinde on sekiz milyar dolarlık bir yatırımla Irak'taki bu Avrupâî destekte başı çekmişlerdir. Onlar Saddam'ın elindeki silahlan yer altı tünellerine indirmişler, aynı silahların plastikten imal edilmiş sunî taklitlerini yer üstünde mevzîlendirerek Amerika'ya hedef olarak bunlan göstermişlerdir.
Almanya'da ise beş yüz firma, Amerika'nın başlattığı ambargoyu delmekle mahkemelik olmuş ve hükümet, kendi bilgisi tahtında yapılmış yatırımlara resmiyette sahip çıkmamıştır. Meselâ Irak'taki zehirli gaz imâlatına ait fabrikanın Almanlar tarafından yapıldığı sâbit olmuştur.
İngiltere'de de Saddam'a bu gizli destek sebebiyle, üç bakanın istifa etmek mecburiyetinde kalmış olması câlib-i dikkattir.
Özal'a Körfez tavsiyeleri
Avrupalılar, Amerika'nın Irak'ta da Vietnam'daki gibi hezimete uğrayıp burnunun yere sürtüleceğini düşünüyorlardı. Fakat böyle olmadı. Amerika'nın teknolojide Avrupa'dan katbekat üstün olduğu gerçeği ortaya çıktı.
Irak'a silahlarını kullanmak fırsatı vermeden tâbir yerindeyse gözlerini kör etmek nev'inden taarruzlar yapılmış ve bu suretle elektronik donanımı evveliyetle iptal olunmuştur. Bu harekât sırasında da eski Musul vilâyetimizi kurtarmak fırsatı bir kere daha zuhur etmiştir. O zaman Türkiye'de ileri görüşlü bir devlet adamı olarak iş başında bulunan Özal, bir vasıta ile beni aratmış ve fikrimi sormuştu. Ben de kendisine şu tekliflerde bulunmuştum: Kuveyt emîrini çağırarak, kendisinden yüz milyar dolar hibe talep ediniz. Vermezse Türkiye'nin o günkü dış borcu miktarına kadar gerileyebilirsiniz. Bunu verecek kudrettedir. Zira Amerika'da altı yüz milyar doları vardır. Bunu verdiği takdirde daha fazlasına ulaşacağı ortadadır. Zira Türkiye ambargoya iştirak etmezse, ambargodan beklenen fayda husule gelmez.
-Amerika'yı kuzeyden kara harekâtına ikna ediniz. Ve bu harekâtı birlikte yapınız. Zira Saddam'ın silahları, Bağdat'ın kuzey kesiminde ve yer altındadır. Bunun için Türk ordusunu silahça adam akıllı takviye etmesi gereği üzerinde Amerika'yı iknaya çalışınız. Bu takdirde Kuzey Irak'taki Türkmenlerin emniyetini bahane ederek, harekâtın sonunda çekilmezsiniz. Amerika'yı ‘83'deki planı tatbike imale etmeye çalışınız.
Meşrû müdafaa için
-Harekâttan sonra Amerika çekilir gider, biz Araplarla komşu olmakta devam ederiz. Irak harekâtında bizim devamlı bir sûrette itham olunmamızı bertaraf edebilmek için orada bolca mevcut olan ajanları vasıtasıyla daha önceden Irak'tan Türkiye'ye birkaç bomba atılmasını temin ediniz. Ve bu sûretle Türkiye'nin meşrû müdafaa ve haklı bir mukâbele mevkiinde görülmesini temin ediniz.
Bunlara ilâveten kendisine ‘83'deki Amerikan planına dair çeşitli dokümanlar gönderdim. Lâkin bu dediklerimin hiçbiri yapılamadı. Acaba neden? Sonradan bana Conrad Oteli'ndeki bir konferansın nihayetinde ifade ettiği sebep şu oldu: Arkamda Kıbrıs meselesinde olduğu gibi kâfi bir destek bulamadım. Bulsaydım, Musul'u kurtaracak, Türkiye'nin yüzünü güldüreceğim. Senin otuz seneden takip ettiğin bir gaye de bu etle gerçekleşmiş olacaktı. Bu mülâkatı vefatından sonra “Sevgi Şelâlesi Özal” ismiyle yayınladığımız bir kitapta şöylece ifade etmiştim:
“İnsanlar, da en asil his ve davranışlardan biri de vefâdır. Zira ot karakter sağlamlığı kadar vicdani salâbetin de aldatmaz bir tezahürüdür. Fakat insanoğlu, bazen istemeye istemeye vefasızlık eder. İradeye arız olan bir takım engeller onu izahı imkânsız bir surette âtıl kılar. Ekseriya kadere bağlı bir sır ve hikmetin eseri olan bu durum, bazen gelişen vukuat ile aydınlanır, bazen da müphemiyatı ile hâfızanın derinliklerinde kaybolup gider.
Doğrusu on bir yıllık elemli bir gurbet bayatından sonra aziz vatana dönebilmemin beşeri ve zâhiri plandaki âmili olan merhum Turgut Özal Bey'e benim büyük bir vefâ ve şükran borcum vardı. Onu ifâ hususunda gösterdiğim tekâsül doğrusu kendime yakıştıramadığım bir haldi.
Zahirde birtakım bahanelerim vardı: Önce vatandaş değildim. Bu durumda kendisiyle görüşmeye gitsem, acaba öküzün altında buzağı arayan bir takım insanlara karşı onu müşkül bir duruma sokar mıydım? Öyle ya ben Türkiye'de anti-kemalistlikle iştihar etmiş bir kimse değil miydim? Merhumun reis-i cumhur seçilmesi hengâmında mâhud bir gazete 1974 yılında Millî Kültür Vakfı'nca “Osmanoğullarının Dramı” isimli eserime mükâfat verilmesini sanki yeni bir şeymiş gibi manşetten haber yapmış ve “Atatürk Düşmanına Ödül!” sayhası ile O'nun aleyhine kullanmak yoluna gitmişti. Bu gazeteye göre M. Kemal'e düşman olan beni mükâfatlandırmış bir kimse nasıl reis-i cumhur olabilirdi? Zira Turgut Özal Bey 1974 yılında bu vakfın başkanı bulunmaktaydı. Bu düşüncelerle bir yıldan ziyade âtıl ve mütereddid kaldım.
Nihayet hasbelkanun vatandaş olabildim. Başımın üzerinde “Demokles'in Kılıcı” gibi asılı duran otuz civarındaki ağır ceza davası mürur-i zamana uğrayıp sâkıt oldu. Kâh benim mesuliyetlerim, kâh merhumun seyahatleri derken yine aylar geçti.
Özal ile samimi görüşme
Nihayet bir gün Conrad Otelinde bir konferans vereceğini duydum. Bunun kendisiyle görüşmek için iyi bir vesile olabileceğini düşündüm. Kalkıp Conrad Oteli'ne gittim. Türkiye'de değişim ihtiyacı üzerine uzun ve teferruatlı bir konferans verdi. Sonunda vâki sualleri cevaplandırdı.
Salondan ayrılırken herkes O nun elini sıkmak ve ayaküstü kendisiyle birkaç kelime konuşmak için üzerine üşüşmüştü. Bu durumu görünce ona sokulmak için hiçbir hareket yapmadım. Sadece çıkış hazırlığı için ayağa kalkmıştım. Aramızda en az on metre mesafe vardı. O, bir ara etrafa göz atmış ve beni görmüştü. Kollarını açarak O Mısırlıoğlu! Sen geldin mi? diye seslendi. Sonra etrafındakilere yolu açmalarını işaret etti. Yanına vardım. Sarılıp beni kucakladı ve o kadar adamın içinde şu kadirşinas sözleri söyledi: Sen geldin demek! Neden gelir gelmez, beni aramadın?
Dedim: Efendim, vatandaş olmayı bekledim!
-Şimdi oldun mu?» diye sordu.
-Evet, sayenizde... Teşekkür ederim!» dedim.
-Estağfirullah, estağfirullah! Tebrik ederim.» dedi sonra şunu ilave etti. “Artık senin fikirlerinin günü geliyor! Ne biliyorsan yaz, hiç korkma. Ben arkandayım. Körfez harbi sırasında senin eserlerini elimden düşürmedim. Bravo. Çok ileri görüşlü imişsin. Yeni eserlerin var mı?»
“Evet, var” dedim,
“Onları bana ulaştır, okumak isterim» dedi.
“Efendim imzalı olarak koruma polislerinize teslim ettim, size verecekler.”
Bu minval üzerine konuşa konuşa arabasına doğru ilerledik. Oraya kadar elimi bırakmadı ve kendisi ile konuşmak, elini sıkmak isteyenlere aldırış etmedi. Arabaya binerken tekrar kucaklaştık. Bana köşke gel. Baş başa konuşuruz. Sakın ihmal etme” tenbihi ile ayrıldı.
Ben de ziyaretinde bulunmayı vaad etmiş olduğum halde bunu gerçekleştiremedim. Ama ne çıkar. Kapalı kapılar ardında herkesle her şeyi konuşmuşumdur. Böyleleri içinden Özal'ın mevkinin yüzde birine sahip olmadığı halde istikbal endişesi ile beni sokakta veya kalabalık muhitlerde tanımazlıktan gelenler bile çıkmıştır. Bu sebeple onunla yüzlerce insanın önünde şu kısa görüşmenin değeri baş başa saatlerce sürecek bir görüşmeden çok fazladır. Zira bu konuşma Asil bir cesaret tezahürü idi. Mekânı cennet olsun.
AB değil Katolik birliği
Bugün, Türk haricî siyasetinin ana istikameti “Avrupa Birliğine karşı Amerika'ya paralel ve dostane bir hattı hareket olmalıdır. Bunun gerekçelerinin şöyle sıralayabiliriz:
Avrupa Birliği'nin gerçek Hüviyeti:
Avrupa Birliği Rusya ve Amerika arasında sıkışıp kalmış ve bir çok devletten teşekkül etmiş olduğu cihetle bir süper güç imkanına kavuşamamış olan Avrupa'yı birleştirip, bu güce ulaştırmak gayesiyle kurulmuştur. Bu bilinen ve söylenegelen sebeptir. Hakikatte ise beynelmilel bir Katolikliğin, beynelmilel Siyonizm karşısında ayakta kalması maksadıyla kurulmuştur. Zira İslâm halifeliğinin ilgasından sonca Siyonizmin belli hedeflerinden biri de Papalık'ı yıkmaktır. Hristiyanlığı Tevrat istikametinde bîr tefsir hareketi olan “Yehova Şahidliği” bu maksadla vücuda getirilmiş ve destek görmektedir. Sünnetsiz olduktan için Yahudi inancına göre murdar addedilen Hristiyanların, hacı olmak için Kudüs'e gelmelerini engellemek maksadıyla “Meryem Ana'nın mezarının Efes'te olduğu yolundaki bir yalana, Yahudilerce revaç verilmiş ve Papalık da bunu kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır. Aynı papalık 1968 yılında Hristiyanlığın bidayetinden beri her Pazar Katolik kiliselerinde okunmakta olan “Yahudileri Telin Duası”nı yasaklamıştır. Bunun başka delilleri de vardır.
Fakat biz, AB'nin kurulmasında bir başlangıç hareketi olan anlaşmanın Roma'da tanzim ve imza edilmiş olduğunu zikretmekle iktifa edelim. Buna burada sadece şu vak'ayı da ilâve edelim ki, bundan on beş- yirmi gün önce bugünkü Papa, AB'nin kuruluş statüsüne, bu birliğin “Bir Hristiyan Topluluğu” olduğu yolunda bir hüküm eklenmesini talep etmiş ve bu haber de Türk gazete ve televizyonlarında yer almıştır.
Aslında bir “Katolik Birliği” olan Avrupa Birliği'ne bu istikametteki teşkilâtlanmada mâni olamayan Siyonizm, onun muhtevasını bozmaya çalışmakta ve kuruluş gayesinin mahrekini zaafa uğratmaya çalışmaktadır. Bu gerçek önce yan Katolik- yan Protestanlığa, sonra da bizdeki “Şia” gibi, Hristiyan âleminde dışlanmış bir mezhep olan “Ortodoksluk”a doğru bir açılımla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Hatta bu istikamette büyük bir gayret sahibi olan Siyonizm, Müslüman bir Afrika ülkesi olan Tunus'un bu Birliğe dahil olması yolunda telkinlerde bulunmaktadır.
Şu mahiyetiyle AB'nin fikrî, fiilî ve hatta ekonomik olarak Yahudi karşıtı ve binnetice Amerika rakibi olduğunda şüphe yoktur.
Türk idarecilerinin, hem AB'ye girmeye çalışmaları ve hem de aynı zamanda Amerikan taraftarlığı gütmeleri meselenin özünü dahî kavramamış bulunduklarının bir göstergesidir.
Sen de öldükten sonra anlaşılacaklardansın Üstad. Eline sağlık.