Kadir Mısıroğlu

Yanlış hesap Bağdat’tan döner

12.10.2016 00:15:35

Musul'da dokuz hata -3

Türkiye, “erkeklik bende kalsın” kabilinden bir gece yarısı ânî bir kararla Irak'tan Nûri Said'i getirmiş ve onunla Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi Sir Ronald Charles Lindsey'in de iştirakiyle bir muahede akdedip meseleyi oldu-bitti haline getirmiştir.

Musul'un Irak'a terki3

BEŞİNCİ HATA
5 Haziran 1926 tarihli Ankara Muâhedenâmesi. Türkiye, “erkeklik bende kalsın” kabilinden bir gece yarısı ânî bir kararlSir-Ronald-Lindsaya Irak'tan Nûri Said'i getirmiş ve onunla Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi Sir Ronald Charles Lindsey'in de iştirakiyle bir muahede akdedip meseleyi oldu-bitti haline getirmiştir

“Türkiye, İngiltere ve Irak hükümetleri beyninde mün'akit hudud ve münesâbât-ı hasene-i hemcivân” adıyla Ankara'da 5 Haziran 1926 tarihli anlaşmayı Türkiye adına o günkü Hariciye Vekili Tevfık Rüştü Aras imzalamıştır. Bu muahedeyle bugünkü Türklük hududu tesbit edilmiş ve Musul, Irak'a terk edilmiştir.

Sadece mezkûr muâhedenin on dördüncü maddesi mucibince Musul petrollerinden Irak hükümetinin hissesine isabet eden kısmın yüzde 10'unun yirmi beş sene müddetle Türkiye'ye verileceği yolunda -sadaka kabilinden- bir hak elde edilmiştir.

Bununsa hiçbir zaman ödenmediği, yirmi beş sene müddetle Türkiye Cumhuriyeti bütçelerine düşülen sembolik “bir lira, muhtemel Musul petrol geliri” kaydından bellidir.

Bugüne kadar hiçbir kaynakta mukaveleye istinad eden bu meblağın alınmış olduğuna dair bir kayda rastlanmamıştır. Sadece Tahsin Ünal, yazdığı Siyasi Tarihe, bu meblağın zaman zaman petrol ve para olarak alınıp tasfiye edildiğini kaydetmektedir ki, bunun doğru olduğunu sanmıyoruz.

savas

Bu anlaşma yapılırken onu Irak adına imza etmiş bulunan Nûri Said'in daha önce Irak'ı Türkiye'ye bağlamak için bir teklifle Ankara'ya gelmiş bulunduğunu hatırlayan bile çıkmamıştır. Gerçekten Nûri Said, eski bir Osmanlı subayıydı. İngilizler dağılan imparatorluklarını yeni dünya şartlarında Commonwealth adında bir birlik halinde ayakta tutmaya çalışmışlardır.Dicle kenarinda kurulmus Eski Musul

Biz aynı şeyi yapamaz mıydık? Pekâlâ yapabilirdik, zemin müsaitti. Lâkin kafalarımız müsait değildi. Zeminin müsait olduğuna dair delillerden biri de bu Nuri Said'in (Paşa) mütarekede Sadrazam İzzet Paşa'ya gelerek, Araplarla birlikte müşterek bir federasyon altında birleşmemiz için teklif sunmasıydı. Bu teşebbüs hiç şüphesiz İngilizlerin malûmatı haricinde değildi. Nereden nereye gelindiğini anlamak için o teklifle şu Ankara anlaşmasını karşılaştırmak kâfidir.

Filistinliler Millî Mücadele'de

Lozan'da Lord Curzon'un Musul'dan vaz geçmek mukabilinde Suriye'yi Fransızların elinden alarak bize vermek istikametindeki bir teklifinin de Dr. Rıza Nur tarafından nasıl şiddetle reddedildiğini görenler, bu husustaki engelin “zihniyet"ten kaynaklandığını anlamakta güçlük çekmezler. O derecede ki, bugün bizi arkadan vurmuş olmakla itham edilmiş olan Suriye ve Filistin halkının bile bizimle beraber olmak isteğini M. Kemal Paşa'ya ulaştırmış bulundukları gerçeği Meclis açılışının ikinci günü, (24 Nisan 1920) yapılmış olan gizi celsede onun tarafından uzun uzun anlatılmıştır.

ALTINCI HATA serif-huseyin
14 Temmuz 1938 tarihli Irak ihtilâli ve bu ihtilâlin birinci yılında gerçekleştirilen Kerkük katliâmı sırasında kaçırılan fırsat.

Bu suretle bizden kopan ve zahiren müstakil, hakikatte ise İngiliz dominyonu durumunda olan Irak'ta gerçekleştirilen siyâsî düzenlemenin uzun müddet devam etmeyeceği âşikârdı. Nitekim öyle olmuş ve 14 Temmuz 1958'de Irak dehşet saçan bir ihtilâlle karşı karşıya kalmıştır. İngilizlerin, bize karşı ihanetinin mükâfatı olarak oraya kral nasbedilmiş bulunan Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ın ve yakın adamları ile bu arada Nuri Said Paşa'nın cesetleri sokaklarda sürüklenmiş ve bu suretle Irak'ta İngilizlerin gölgesinde teessüs etmiş olan istikrar bozulmuştu.

Bu hâdise üzerine İngilizlerin de, Türkiye'nin de oraya müdahale şansı vardı. İngilizlerin kendi himayesindeki bir idarenin yıkılmış olması, kendileri için kâfi bir gerekçeydi. Fakat onlar, 1956 Macar İhtilâli'ni fırsat bilerek Süveyş'i millîleştirmeye kalkan Mısır hükümetiyle yaşamış bulundukları gerginliğin neticesi olarak hareketsiz kaldılar. Bunu anlamak mümkündür. Fakat Türkiye'nin tavrı, muhakkak bir gaftı. Yeni bir fırsatın kaçırılmasıydı. Zira Türkiye buradaki kadîm hukukuna ilâveten, bir de Amerika'yla birlikte başı çektiği Bağdad Paktına istinâden pekâlâ bir müdahalede bulunabilirdi. Lâkin yeni Türkiye Cumhriyeti'nin Osmanlı devletinin yerini almak istikametinde bir endişe uyandırmamak esasına bağlı olan pasif politikası sebebiyle hareketsiz kalındı.

Gerçekten binbir tereddütten sonra vâkî olan şu “Kıbrıs Harekâtından sonra, başta Yunanistan olmak üzere bir çok batılı ülke Türkiye'yi Osmanlı zihniyetine avdet etmekle itham etmiştir. Fakat bundan daha büyük bir hata şu oldu:

Kerkük'te Türk katliâmı
14 Temmuz 1958 tarihinde General Kasım tarafından gerçekleştirilmiş olan bu ihtilâlin birinci sene-i devriyesinde Kerkük'te müthiş bir katliâma girişildi.

Bu o derecede dehşet verici bir hâdiseydi ki, ihtilâlcilerin himayesinde Barzânî kuvvetleri Musul üzerinden bir ezici silindir halinde geçtiler. Sokaklarda sürüklenen yüzlerce cesede ilâveten, dört bin seçkin Türk ‘Turancılık” ithamıyla sürgün ve hapsedildi. Sokaklarda “Kahrolsun Türkiye” ye “Kahrolsun Türkler” nâralarıyla binlerce ev, dükkân yağmalanmış ve sahiplerinin cesetleri parçalanmıştı. Bu niçin yapılıyordu?

Kürtler, ihtilâlcilerle anlaşarak kendilerine bir muhtariyet bölgesi tesis etmek istiyorlardı. Bunun için halka Kürt mü, yoksa Arap mı olduğu hususunda bir sual tevcih olunuyor; iki şeyden birini tercih mevkiinde kalan Türkler, bu suale cevap vermiyorlardı.

Bu katliâm, Türkleri oradan kaçırmak ve azaltmak istikametinde bir düşünceyle hem Kültlerin, hem de Arapların işine geliyordu. Her iki taraf da buraya kendi ırkından insanlar yerleştirmeye çalışıyor ve plebisiti kendi lehinde halletmek gayesini güdüyordu.

Kerkük halkı bizim herhangi bir Anadolu vilâyeti kadar saf ve sütbesüt Türk olduğu ve üstelik katliâmda salvo halinde Türkiye aleyhine sloganlar atıldığı bütün dünyaca malûm olduğu halde Türkiye'nin kılının kıpırdamaması akıl alacak bir hâdise değildi.

Bazı şifahi konuşmalarda zaman zaman Menderesin bu “Kerkük katliamı" dolayısıyla askeri bir harekâta girişmek niyetini izhar ettiğine dair beyanlarda bulunduğu rivayet edilmiş ise de ciddi ve fiili hiçbir emare görülmemiştir.

Bundan sonra tevâli eden ihtilallere rağmen Musul bölgesinde planlanan plebisit yapılamamış ve mesele bugüne kadar muallak kalmıştır.

Sovyet subayı Barzani

Türkiye'yi yakından alâkadar eden "Kürtçülük Hareketi", Ermeni harekâtıyla menşe' birliği olan bir meseledir.

İskenderun'dan Akdeniz'e çıkma düşüncesiyle, Ermeni tahrikatına ilk başlayan Hristiyan devlet Rusya olmuştur. Tabiatıyla buna bilâhare aşağı yukarı bütün batılı ülkeler de çeşitli sebeplerle destek vermiştir.

Ermeni harekâtının malum safahattan geçerek akamete uğramasından sonra Ruslar, onun yerine Kürtleri kullanabilecekleri düşüncesiyle harekete geçmişler ve ilk olarak 1930 yılında genç bir delikanlı olan Molla Mustafâ Barzâni'yi silahlandırıp isyan ettirmîşlerdir. “Ağrı İsyan” denilen bu isyan, muvaffakiyetsizliğe uğrayınca bu neticeyi, Mofla Mustafâ Barzani'nin askerî eğitim görmemesiyle izah eden Ruslar, onu Moskova'daki akademilerine kabul ederek yetiştirmişlerdir; Albay rütbesine kadar Kızılordu'da faaliyet gösteren Molla Mustafa Barzâni'yi, Kürtçülük hareketinin daha kolay kökleşebileceği bir yer olarak düşündükleri Kuzey Irak'a yerleştirmişler ve ona silah ve para itibariyle ilk ve ehemmiyetli yardım yapmışlardır (1946).

Kısa bir zaman sonra diğer Arap memleketleriyle birlikte Irak'ın da İsrail'le karşı karşıya gelmiş olması sebebiyle Molla Mustafâ Barzani her taraftan bol bol Yahudi desteğine mazhar olmuştur.

Molla Mustafâ Bârzânî, 1968 senesinde bir İsviçre televizyonuna giriştiği harekâtın, asıl hedefinin Türkiye olduğunu açıklamakta beis görmemiş ve bu haber o tarihlerde Türk gazetelerinde bir çok defalar yer almış bulunmakladır.

Bununla beraber onun evveliyetle Irakta yerleşip kökleşmesi icap etliğinden, bu husustaki fâaliyetleri hem mahallî, hem de milletlerarası siyaset arenasında ikmâle çalışmıştır.

O biliyordu ki Kuzey Irakta bir Kürt devletinin kurulabilmesi, süper güç Amerika'nın tasvibi alınmadan gerçekleşemezdi. Ancak bu destek sağlanarak devletini kursa bile bir ‘kara memleketi" olarak kalmaya mahkum bulunan bu devlet, bir takım gelir kaynaklarına sahip olmadan yaşayanız izdi.

Bu maksadı temime yarayabilecek en iyi bölge ise Musul ve Kerkük havalisiydi. Burası ise kamilen Türklerle meskûndu. Türkleri idaresi altına almak veya oradan kaçırıp yerlerine Kürt'leri yerleştirmedikçe kuracağı devletin geleceği karanlık olmaktan kurtulamazdı. İşte Kuzey Irak'taki Kürt-Türk çatışmasının sebebi buydu.

Musul'un bu iktisadî ehemmiyeti, aynı şekilde Araplar için de hayatî bir değere haizdi. Bu sebeple o gün bugündür, Kerkük havalisi Türklüğü iki kıskaç arasında kalmış bulunmaktadır. Türkiye'nin sahip çıkmaması sebebiyle bu kıskaç, her gün biraz daha daralmakta ve Kerkük Türklüğü var veya yok olma noktasına doğru sürüklenmektedir.

Bu İktisadî ve stratejik ehemmiyet sebebiyle 1959 yılında Kürt-Arap iş-birliğiyle gerçekleşmiş olan katliâma Türkiye'nin seyirci kalması, sırf bir protesto makamında dahî bir şey yapmaması her iki tarafın da cesaretini artırmış ve buradaki yok etme planlan bu sebeple günümüze kadar gelişerek devam etmiştir.

YORUM YAP