Hikmet Kıvılcımlı “Türklük ve Din” meselesinde şunu söyler:
“Semit geleneği (…) ilk Sümer medeniyetini, İslâmlığın Tufan adını verdiği biçimde, suların basması gibi basan Semit Barbarları akını üzerine Nuh oğullarına bağladı. Tarihte ve mitolojide anılan Nuh oğullarının adlarının bağlı olduğu uluslar göz önüne getirilirse, şaşılacak bir gerçekle karşılaşıyoruz: Bütün adı geçen uluslar, Tufan olayı sırasında, Yakındoğu medeniyeti ile uzaktan yakından ilişki kurmuş tarih öncesi toplumlardır. Başka deyimle, ‘Nuh oğulları' denilen insanlar, tarihe değmiş Barbar yığınlarıdır. Frigyalılar, Cimmerler, Skitler, Medler, Ionyalılar, İberyalılar, Toğarmanlar, Jafet'in oğulları, Elamlar, Asurlar, Ermeniler, Aramlar vs. HAM'ın oğulları sayılır; Keldanlılar, Araplar, Mısırlılar, Libyalılar, Faslılar, Nümidler, Kenanlılar SAM'ın oğulları sayıldılar (…) Tarihe giren Türkler, Nuh oğlu YAFES dölünden sayıldılar” (Kıvılcımlı, 1994: 20-21).
Hikmet Kıvılcımlı, Neşrî Tarihi'ne başvurarak Yafes'in iki oğlu olduğunu nakleder: “(Yafes'in oğlu) Bulcas'ın iki oğlu vardı. Biri Türk, biri Moğol. (Neşrî), bu oğulların kum gibi, ağaç yaprağı kadar kalabalık dölleri bulunduğunu anlatıyor (…) Bulcas ölünce Zib Bakuy yerine geçti (…) Bunun, atasından mülkü ve saltanatı ve şevketi ve mehabeti ve askeri çok [idi] (…) Zib Bakuy'un şu dört oğlu [vardı]: 1) Kara Han, 2) Or Han, 3) Güz Han, 4) Gür Han. Karahan, dinsiz, kafir ve cebbardır. Türkistan'dan Doğu ve Kuzey ülkelerini ele geçirdi. Kara Han'ın kendisi dinsiz iken, bir de bakıyoruz, anasından doğar doğmaz Müslüman olan bir harika çocuğu dünyaya geliyor. Oğuz adında bir oğlu oluyor. Hak Teala onu Tevhid'e (Tanrı'nın birliğine) irşad ediyor. Bu (Oğuz), halkı hakka davet edince, atasıyla yaman bir savaş (vahşet-i âzim) oldu. Oğuz ile atası arasında 75 yıl öldürüşme (kıtal) yapıldı. En sonra Kara Han öldürüldü. Oğuz, Doğu'dan Batı'ya varınca yeryüzünü ele geçirdi” (Kıvılcımlı, 1994: 23).
Hikmet Kıvılcımlı, Neşrî'nin “Oğuz ile babası Kara Han arasındaki savaşın Hz. İbrahim'in yaşadığı zamana denk düştüğü” görüşünü de nakleder: “Neşrî'ye bakılırsa, Kara Han ile Oğuz arasındaki savaş, İbrahim (as) zamanında idi. Oğuz ona iman getirmişti” (Kıvılcımlı, 1994: 24). Kıvılcımlı, Hz. İbrahim için şu yargısını paylaşır: “İbrahim, Sümer Kenti Ur'dan Mısır'a göçen Semittir. Arap ve İsrail uluslarının başlıca atalarıdır” (Kıvılcımlı, 1994: 24).
Hikmet Kıvılcımlı'nın Hz. İbrahim'i “semit” kavramıyla tanımlamasının yorumu şudur: Semit, sözlükte “Arınmış, temizlenmiş, pâk” anlamlarıyla karşılanmıştır.
Hikmet Kıvılcımlı'ya göre Arap Müslümanlar kendilerini İbrahim'e bağladılar ve “Türkler, şöyle zulüm ederler” dediler (Kıvılcımlı, 1994: 24-25). Anlaşılacağı üzere Türkleri İslâm tarihinden çıkarmanın yolu, onun Hz. İbrahim ile bağının kesilmesiyle mümkün olabilmiştir.
Ancak Oğuz Destanı'na dayanan Hikmet Kıvılcımlı, Oğuz'un “doğuştan Müslüman” olduğunu ve Neşrî'den nakille Hz. İbrahim'e iman ettiğini söyler. Böylece Oğuz-Türklük ile Hz. İbrahim arasında “hanif” olmak anlamında bağ kurulmuş olur.
İslâmcılık ve Türkçülük düşüncesi, Türklerin Hz. İbrahim ile rabıtasını kırmak istediği için “İslâm'dan önce Türklük” şeklinde bir tarihlendirme kategorisi icat etmiştir. İslâmcıların amacı “ümmet” fikrini öne çıkarmak ve siyasal iktidarı “Türk sultanlar”ın elinden kurtamak idi. Türkçülerin amacı da ırk temelli soy bağını kesen “din asabiyeti”ni bertaraf etmek idi. Türkçüler bu yaklaşımlarıyla Oğuz'un babası ile akrabalığı kesen din savaşını görmezden geliyorlardı. Nihal Atsız, “Türk olmak için mutlaka Müslüman olmaya lüzum yoktur. Bugünkü Türkler arasında birkaç yüz bin şaman, birkaç yüz bin Hıristiyan ve birkaç yüz bin Musevî Türk (Karayımlar) vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur” (Atsız, 2015: 85) diyordu.
Ancak bir de realite vardı. 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da yapılan “Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol” adlı sözleşme uyarınca, 1.200.000 Ortodoks Hıristiyan Rum Anadolu'dan Yunanistan'a, 500.000 (etnik kökeni Türk olmayan) Müslüman da Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. Yunanistan'dan gelen Müslümanların çoğu Türkçe bilmeyen, Rumca konuşan insanlardı. Mübadele, Nihal Atsız'ın “Türk, her şeyden önce, Türk soyundan gelen insandır. Türk oldukları halde anadillerini kaybetmiş olan Polonya-Litvanya Türklerini, Türkçe bilmiyorlar diye Türklük kadrosundan çıkaramayız” (Atsız, 2015: 85) görüşüne aykırı olarak gerçekleşmişti. Zira Türkçe konuşan Türk soylu Hıristiyanlar Yunanistan'a giderken Türk soylu olmayan Müslümanlar Anadolu'ya çekilmiş ve “Türk milleti” sayılmıştı. Bu politikanın “Anadoluculuk” açısından reddedilebilecek bir yanı yoktu. Nihal Atsız Türklüğe bu farklı bakış nedeniyle şöyle yazıyordu: “Türk milletini Anadolu'da yaşayan Sünni Müslümanlardan ibaret sayıp kendilerine ‘Anadolucu' diyen bir grup dahi milliyetçilik iddiasında bulunuyor. Gerçekte Türklükle Anadoluculuk bağdaşmayan, hatta birbirine düşman iki fikirdir” (Atsız, 2017: 35).
Anadoluculuğun (ve İsmet Özel'in) yanılgısı İslâm'ı Hz. Peygamber'den itibaren algılamasından gelmektedir. Bu paradigma nedeniyle İsmet Özel, Türklerin İslâmî hayatının Anadolu'da başladığını ileri sürmektedir: “Ben, ‘Kafirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir' diyorum. Tarihi olarak böyle başlamış. Doğrudan doğruya, bu topraklara gelen insanlar Hıristiyanlardan toprak kazanmışlar. İsterseniz 1071 ile başlatın, isterseniz biraz önce biraz sonra, ama o civarda. XI. yüzyılda Türklük başladı. Daha önce Türkmenlik vardı, Tatarlık vardı, Kırgızlık vardı, Özbeklik vardı, Azerilik vardı, ama Türklük bu toprakların İslâmlaşmasıyla başlıyor. Bu toprakların dâru'l-İslâm haline gelmesiyle Türklük başlamıştır” (Özel, 2012: 276).
İsmet Özel'in yargısı iki soruşturmayı hak etmektedir:
- Eğer Türklük “toprağın İslâmlaşması” ile başlıyorsa 932 yılında İslam'ı kabul ederek Müslüman olmayan Türklerle savaşan Karahanlı Devleti'nin sultanı Satuk Buğra Han'ı nasıl açıklamak gerekir? Aynı şekilde Bizans'a karşı yapılan gazâ akınlarında öne çıkan ve sonra da Mısır valisi Bayık Bey'in vekili olarak 15 Eylül 868'de Mısır'a gönderilerek Tolunoğulları Devleti'ni kuran Ahmed b. Tolun da izah edilmelidir. Tolunoğulları, günümüz Libya sınırlarından başlayıp Nusaybin'e kadar uzanıyor ve İskenderiye, Fustat (Kahire), Filistin, Yafa, Kudüs, Trablus, Antakya'yı içine alıyordu. Anlaşılacağı üzere Türklük Anadolu'da başlayan bir varlık değildir. Karahanlı Devleti ise Aral Gölü'nün doğusundan başlayıp Moğolistan ve Çin sınırlarına uzanmakta Buhara, Semerkant, Pamir, Kaşgar şehirlerini, Tarım Havzası'nı içine alıyordu.
- Kur'an, Hz. İbrahim'in “hanif” olduğunu ifade etmektedir: “fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ/ Allah'ı birleyici olarak (hanif olarak) İbrahim'in dinine uyun” (3 Al-i İmran 95). Diğer taraftan Hz. İsa'nın havarilerinin, kendilerine “Müslüman” dediği beyan edilmiştir: “kâlel havâriyyûne nahnu ensârullâh, âmennâ billâh, veşhed bi ennâ muslimûn/ Havariler şöyle dediler: Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, Müslümanlardan olduğumuza şahid ol” (3 Al-i İmran 52). Hz. Musa'nın peygamber olduğunu anlayarak iman eden büyücülere Firavun, “Ben size izin vermeden mi O'na inandınız?” (7 Araf 124) diyerek idam kararı verince büyücülerin cevabı şu olmuştu: “rabbenâ efrığ aleynâ sabran ve teveffenâ muslimîn/Rabbimiz! Bize sabır ver. Müslüman olarak canımızı al” (7 Araf 126). Anlaşılacağı üzere İslâm Hz. Âdem'den başlayan bir din olup “İslâm öncesi Türklük” şeklinde bir kavramlaştırma yapılamayacaktır.
Bu nedenle biz gerek Anadolucuların gerek İsmet Özel'in ve gerekse Turancılığın “Türk” kavramlaştırmasında bazı kusurlar bulunduğu fikrindeyiz. Kanaatimizce Türk, “töreli toplum” demektir. Türklük Hz. Nuh ile başlamıştır. Türklük Hz. Nuh'un töresine göre yaşamaktır. Bu haliyle Türklük, tevhid (haniflik) hareketidir.
- Atsız Nihal, Türk Ülküsü, Ötüken Yayınları, 2015
- Atsız Nihal, Turancılık Milli Değerler ve Gençlik, Ötüken Yayınları, 2017
- Kıvılcımlı Hikmet, Dinin Türk Toplumuna Etkileri, Diyalektik Yayınları, 1994
- Özel İsmet, Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklâl Yürüyüşü I, Tiyo Yayınları, 2012