Lütfi Bergen

Türk’ün Atası Hz. Nuh

3.12.2018 18:12:41

Havva'nın Evsiz Kızları, Türk'ün Kanadı At, Umrandan Medeniyete gibi kitaplarımda ayrıntılı izahlarına yer verdim.

“Türkler Hz. Nuh'un gemisinden Müslüman olarak (hanif) indiler. Hiçbir ideoloji Türk'ü Orta Asya'ya kapatamayacaktır. Türk, Nuh'un oğlu Yafes'in zürriyetidir.”

Bu iddia kimi çevrelerce “delilin nedir?” denerek reddedilmektedir.

En başta bu reddin reddi babında şu hususa yer vermek gerekir.

Bilindiği üzere Hz. Peygamber'e vahiy gelinceye kadar halkın içindeki bazı hanifler namaz kılmakta, puta tapmayı reddetmekteydi. Hanifler dinin ritüellerinin çoğunu hayattayken yetiştikleri hanif olan kişilerden meşk usulüyle almışlardı; onlardan gördükleri şekliyle namaz kılmaktaydılar. Dolayısıyla hanif olanlar arasında ritüel anlamında müşterek bir mezhep yoktu.

Hz. Muhammed (asv) de vahiy meleği Hz. Cebrail (as) gelinceye dek namazını ve Hacc ritüelini hanif olarak bildiği kişilerden öğrendiği şekliyle ifa etmekteydi. Abdestin nasıl alınacağı, namazın nasıl kılınacağı vahiy geldikçe belirmiştir.

Haniflik, Arap toplumunda Hz. İbrahim'den Hz. Muhammed'e kadar geçen sürede halkın birbirine aktararak öğrettiği bir din (tek Allah inancı) ve ubudiyet (ibadet) idi.

Arap cahiliyesi içinde haniflerin bulunduğu ve bunların toplumdan ayrı yaşayarak dinlerini koruduklarına dair yazılmış araştırmalar bulunmaktadır.

Türklerin “hanif” olmaları hakkında düşündükçe onu yukarıdaki izahla birlikte değerlendirerek yeniden anlamlandırmam gerektiği fikrine vardım.

İslâmcılık düşüncesi eski Türk tarihini “şaman” ve “pagan” olarak değerlendirmekteydi. Oysa günümüzde ortaya konulan yeni görüş, şamanlığın bir din değil bir “abdallık” veya “sağaltı (şifacı) sihir” olduğu yolundadır. İslâmcılar Hz. Nuh kıssasını yeryüzünün bütününü kaplayan bir afet olarak da anlamadıklarından Hz. Nuh'un insanlığın “ikinci atası” olduğu inancına yabancılaşmaktaydı. Bu haliyle İslâmcı yaklaşımda Anadolu'da varlık bulan “Türk”, “Hüda-i nabit” yani yerden bitme, atasız, nesepsiz bir kütleye dönüşmekteydi. Oysa Allah her kavme bir peygamber gönderildiğini, Kur'an'da bunlardan az bir kısmının zikredildiğini, ismi zikredilmeyen peygamberlerin de bulunduğunu beyan etmişti. O halde, Türklerin peygamberi kimdi?

Türkçü-Turancı metinlerde ise, “Türklerin atası Yafes, Yafes'in babası Hz. Nuh” ibaresi bulunmakta idi. Bu görüş, Türklerin peygamberinin Hz. Nuh (as) olması gerektiğini işaret etmeliydi. Ancak “Türk töresi”nden bahseden Türkçüler, törenin “Türk milletinin karakteri” olduğunu ifade ettiler ve bu kavmin Hz. Nuh'un şeriatını “töre” olarak kabul etmiş olabileceği fikrine yabancılaştılar. Ziya Gökalp, Türk Töresi kitabında bu ilkelerin Hz. Nuh'un yasası olabileceği fikrine yaklaşmadı.

Biz tarihi peygamberler kıssalarının ekseninde yeniden okumak gerektiği fikrine vardık. Cengiz Han'ın yasasında yer alan bazı törelerin Hz. Peygamber'in hadisleriyle mutabık olduğunu görmek beni şaşırtıyordu. Eğer eski Türkler bilgiyi İslâm'dan almamışsa nereden bulmuşlardı ve bu bilgi nasıl oluyordu da Hz. Peygamber'in getirdiği misak ile mutabık olabiliyordu?

İşte bu benzeşme bana dinin “halk” ile nakledilebileceği fikrine daha çok önem vermemiz gerektiğini ilham etti. “Halk” kavramı hakkında zamanında şunu yazmış idim: Halk, “yaratılmak” anlamına geldiği gibi hulk ve ahlâk anlamına da gelmektedir. Ayrıca halk, “ahali” anlamına da gelmektedir. O halde dini ve ahlâkı olan topluma “halk” denir; seküler ve din-dışı toplumlar ise “cemiyet”, kitle, “popülasyon”dur.

Türkler, Türk İli'nde neredeyse bin yılı aşkındır Oğuznâme okuyorlar. Oğuznâmeler, Oğuz'un bebekken annesinin sütünü içmediğini, annesinin buna ağladığını, üçüncü gün bebeğin konuştuğunu, annesine “sütü içmek için tevhide iman etmesi” şartını koştuğunu, bunun üzerine annenin tevhide iman ettiğini, çocuğun “helâl rızk” içtiğini anlatmaktadır. Anlaşılacağı üzere bu anlatı, Hz. İsa'nın beşikte iken konuşmasına dair kıssayla örtüşmektedir. Oğuznâme'de anlatılan bir diğer hikâyede Oğuz'un zaman zaman kavmini terk ederek dağlara çıktığı ve dağlarla kimsenin anlamadığı bir dille zikrettiği anlatılır. Bu da Hz. Davud kıssası ile Hz. Peygamber Muhammed'in (asv) dağlara çekilmesi hadisesine benzemektedir. Bir diğer hikâyede Oğuz, babasının zoruyla bir amcasının kızıyla evlendirilmekte ancak kız kafir olduğu için onunla gerdeğe girmemektedir. Babası Oğuz'un gerdeğe girmeme sebebini bilmemektedir. Kızdan hoşlanmadığını düşünerek Oğuz'u diğer amcasının kızıyla evlendirir. Oğuz bu kızla da gerdeğe aynı gerekçeyle girmeyecektir. Nihayet Oğuz, son amcasının kızını bir dere kenarında görerek onu tevhide davet eder ve kız kabul edince konu ailelere açılır, evlilik gerçekleşir. Oğuz'un bu kızla gerdeğe girmesi Kara Han'ın (Oğuz'un babası) dikkatini çeker, diğer gelinlerine gerekçe sorar. Kadınlar, Oğuz'un muvahhid olduğunu babasının dinini inkâr ettiğini söyler. Baba (Kara Han) diğer kardeşleriyle birlikte Oğuz'a savaş açar ve savaşta ölür. Oğuznâme'nin bu anlatısı da Hz. Peygamber'İn (asv) Mekke müşrikleriyle tevhid için savaşına benzemektedir.

Oğuznâme, bir tevhid anlatısıdır.

Türkistan'da yüzlerce yıldır okunan Oğuznâme'nin toplumsal değeri, Türkiye'de okunan Mevlid'e benzemektedir. Diğer değişle Türkler nasıl ölüm, sünnet, düğün gibi önemli hadiselerde mevlid okutmakta ise, Türkistan bölgesinde Türkçe konuşan halklar da ölüm, sünnet, düğün gibi önemli hadiselerde Oğuznâme okutmaktadır.

Oğuznâme, Hz. Nuh'un üç oğlu olduğunu (Hâm, Sâm, Yafes), bu oğullardan Yafes'in torununun (veya oğlunun) adının “Türk” olduğunu, bu adın zaman içinde topluluk adı olarak benimsendiğini anlatmaktadır. Kaşgarlı Mahmud da Divanü Lügati't Türk adlı eserinde Hz. Nuh'un üç oğlundan Yafes'in oğlunun Türk olduğunu beyan etmektedir.

turk

“Töreli toplum” veya “puta tapmayan hanif toplum” olarak tarihte görülen Türk'ün kendisini Hz. Nuh'a neseben intisap ettirmesini bir delil saymak gerekmektedir. Bu durum tıpkı Hz. Peygamber'in hanif dinin ritüellerini hanif kişilerden almasının bir benzeridir.

O halde yazdıklarımıza “Türk'ün Hz. Nuh'un torunu olduğunu kanıtla” şeklinde beliren itirazın haksız olduğu söylenebilecektir. Tam aksine, yüzlerce yıldır bir halk kendisini “hanif” olarak belirlerken, puta tapmadığını bengü taşlara kazımışken, “Türk, Hz. Nuh'un torunu değildir” diyenlerin iddialarını ispat zarureti bulunmaktadır.

Biz, Hz. Nuh'un gemisine sadece muvahhid kişilerin bindiğini Kur'an'dan öğreniyoruz. İnsanlığın ikinci atası Hz. Nuh (as) idi. Kur'an'da anlatılan peygamberlerin tamamı Hz. Nuh'un oğullarından Sâm'a ait soyu konu edinmektedir.

Hud (as) peygamberin dedesi Sâm idi. Salih (as) peygamberin dedesi de Sâm idi. İbrahim (as) peygamberin dedesi Sâm idi. Sâm, Hz. Nuh'un oğludur. Yeryüzünde “Ben Hıristiyanım, Musevîyim, Süryaniyim” diyenler Sâm üzerinden Nuh'un evladıdır.

Ancak Hz. Nuh'un gemiye binen tek oğlu Sâm değildi.

Türkiye'de Arapların, İsrailoğullarının, Ermenilerin, Süryanilerin kendilerini Hz. Nuh'a neseben bağlamaları “normal” sayılırken Türklerin kendilerini Hz. Nuh'a neseben bağlaması hem İslamcılar hem Türkçüler tarafından şiddetle reddedilmektedir.

Bizim düşüncemiz, Türk-İslâm sentezi değildir. Biz Türk'ün Hz. Nuh'tan beri, Müslüman olduğu inancındayız. Türk'ün töresi, “Hz. Nuh'un misakı üzere yaşamak” idi.

Bu coğrafyada biz Türkler atamızın Hz. Nuh olduğuna inandık ve Oğuznâmelerde de bunu kayıt altına aldık. Atasını Hz. Nuh'a bağlamayan toplulukların bazıları kendi atalarını ateşperestliğe, putperestliğe bağlamaktadır.

Hanif Türkler Hz. Nuh'un gemisi hangi dağa oturmuş ise oradan dünyaya yayıldı. Türkler Hıristiyan olan soydaşlarına “Rus oldu”, Budist olan soydaşlarına da “Çinli oldu” dedi. Türkler domuz yemediler ve böylece Moğol olmayı da reddettiler.

Hiçbir ideoloji Türk'ü Orta Asya'ya kapatamayacaktır. Türk, Nuh'un oğlu Yafes'in zürriyetidir. Anadolu'ya babasının mülkü ve atasının vatanı yani Hz. Nuh'un zürriyeti olduğu için gelmiştir.

Nuh, gemiyi inşa etti. Türkler de demiri işlediler. Dünyada ütü kullanan ilk kavim Türklerdi. Türkler pantolon giyiyorlardı. Atı ehlileştirip, demirden nal/üzengi/gem yapan ilk kavim Türklerdi.

Kendi geçmişini ateşperestliğe, putperestliğe bağlayan toplulukların tarih boyunca hanif olan bir misak ehline “Sen Hz. Nuh'un evladı değilsin” demesi çürük bir iddiadır. Zira Hz. Nuh, gemiye ateşperest ve putperest oğlunu almamıştı.

Türk, gemiden inmiştir. Bunun delili hanif olmasıdır.

Bugün atasını ateşperest veya putperest sayan topluluklar bu gemiye binmeyen yani âdeta Nuh'un ailesinden olmayan bir soya bağlanma iddiasını yükseltmektedir.

Bugün atasını ateşperest-putperest sayan topluluklar kendilerine Hz. Nuh'un boğulan oğluna benzer bir ata seçmektedir.

Türk ise haniflik nedeniyle Hz. Nuh'a akraba (aile) olmayı yüzlerce yıldır ikrar etmektedir.

Türk Hz. Nuh'un gemisinden inmiştir. Bu tıpkı Arapların ve İsrailoğulları'nın dedesi olan Sâm'ın Hz. Nuh'un gemisinden indiği kadar hak bir iddiadır.

Türklerin Hz. Muhammed'e (asv) indirilen vahye iman ederek ve bu peygambere akraba olarak da Hz. Nuh'un torunları olduğunu hatırlatmak gerekmektedir.

Bilindiği üzere Türklerin zorla Müslüman yapıldığı şeklinde bir iddia bulunmaktadır. Bu hakikat değildir.

Türkler Abbasi devrinde kurulan Samarra şehrinde “Halife'nin ordusu” idi.

Araplar, Hz. Peygamber'in (asv) torunlarına Arap Yarımadası'nda yaşama hakkı tanımamış ve Hz. Hüseyn'i Kerbelâ'da şehit etmişlerdir. Araplar, Hz. Peygamber'in pak nesebi olan torununu 681'de şehit ettikten sonra zulümlerine devam etmişlerdir. Bunun üzerine, Hz. Peygamber'in torunları Türkistan'a göç etmiş ve Türklere sığınmıştır. Ehl-i Beyt'in Türkistan'da Hz. Peygamber'in töresini (İslâm) tebliğ etmesi, tarihte hep zayıf ve müstezaflardan yana tavır koyan Türkleri Ehl-i Beyt'e yaklaştırmıştır. Bu yakınlaşma akrabalaşmayla da neticelenmiştir. Samarra'da zorunlu ikamete tâbi tutulan on birinci İmam Hasan el Askerî'nin annesinin Türk olduğu ifade edilir. Türkler, imam Hasan'a, “Asker” (bizden) diye hitab ederek onun adının İmam Hasan el-Askerî olarak zikredilmesini sağlamıştır.

Hz. Hüseyin soyundan gelen Ehl-i Beyt'le Türkmen oymakları arasındaki bu kız alıp kız verme sayesinde Türkler hem Hz. Peygamber'e (asv) hem de onun atası Hz. Nuh'a akraba olmuşlardır. Bu nedenle Türkler tarihte “iki misaklı” yani “iki peygamberli” bir halk (tevhid ahlâkıyla yaşayan töreli toplum) olarak adlandırılmalıdır.

Mustafa Sabri Küçükaşçı'nın TDV İslâm Ansiklopedisi'nde de belirttiği üzere Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig eserinde bir bölümü seyyid ve şeriflere ayırarak onlara Hz. Peygamber'in soyundan geldikleri için özel muamele gösterilmesi ve bazı imtiyazların tanınmasını tavsiye etmiştir. Bu aynı zamanda seyyid ve şeriflerin ilk Müslüman-Türk devletleriyle birlikte toplumun sosyal tabakasının bir parçası halinde ortaya çıktığını göstermektedir (Küçükaşçı, 2009: 42). Bu bilgi nedeniyle Türkler Hz. Hüseyin'in zürriyetine dahil olarak ümmetin seyyidi haline gelmiştir.

Türkler Hz. Fâtıma ananın evlatları olmuştur. Türklerin Ehl-i Beyt ile akrabalığı sadece neseben değil zihnen de gerçekleşmiştir. Türkler Yesevîlik tarafından Anadolu'ya aktarılan fütüvvet ruhunu hayat edinmiştir. Ahmet Yesevi'nin soyunun Hz. Ali'ye kadar uzandığı bu konuda yazılan ilmi makalelerde ifade edilmektedir.

Ehl-i Beyt imamların etnik olarak Arap olmaktan egemen Arap idarecilerinin politikaları nedeniyle çıkarılması, bu zürriyeti Türkleştirmiştir. Türk, töre (misak) üzere yaşayan kendisini nübüvvete bağlayan askerî toplum, ordu-millet demektir. Bu yapı, tevhid ve aile üzerinde yükselmektedir. Türkler, bu yapıyla Anadolu'da nice Kırklar Şehri inşa etmiştir.

Hacı Bektaş'ın soyunun da İmam Musa Kazım'a (Ö.799) dayandırılması, Türk'ün Hz. Peygamber'e ve Hz. Nuh'a neseben bağlanmak iradesinin hakikati olarak görülmelidir.

Türkler “Cafer-i Sâdık Fütüvvetnâmesi” ile Horasan marifet topluluklarını fütüvvet değerleriyle teşkilatlandırmışlardır. Türk, fütüvvetle millet haline gelmiş ve hem Ehl-i Beyt'e, hem de ahlâk değerlerine sahip çıkmıştır.  

Atamız Hz.Nuh'tur. Töremiz, tevhid ve ailedir.

Biz, Türk'ün atasının Hz. Nuh (as) olduğunu iddia ediyoruz. Hz. Nuh'un evlatlarının "Türk" olduğunu değil.

Ancak atasını Hz. Nuh'a bağlayan toplulukların da inancının ve sünnetinin, Hz. Peygamber (asv) ile bize nakledilen “tevhid ve aile” olarak belirmesini öneriyoruz.

Modern toplumların aile karşıtı yapısının geleneği kırdığını belirtiyoruz.

 

  • Küçükaşcı Mustafa Sabri, Seyyid, TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 37, ss: 40-43, 2009

YORUM YAP