Ziya Gökalp, Türk Töresi kitabında “Eski Türklerde Din” başlığı açarak eski Türklerin “Uzakdoğu medeniyeti” içinde bulunduğunu iddia eder. Gökalp, Tisin Türkleri'nin dinine dair bilgiler vererek eski Türklerin dinini Şamanizm olarak adlandırır. Gökalp'e göre “şaman” kelimesi “kam” yahut “kaman” kelimesinden çıkmış olup, Oğuzlardaki “ozan” kelimesiyle aynı köktendir. Müellif, şamanizmin kadın unsuruna dayandığını, erkek şamanların dinî veya sihrî âyinlerinde başarılı olabilmek için kadın gibi saçlarını uzattıklarını, kadın elbisesi giydiklerini, hatta kendi kendilerine gebe kalarak balık-karga gibi şeyler doğurduklarını ifade eder (Gökalp, 2013: 30). Müellife göre “Şamanizmdeki gerek totemler gerek koruyucu ruhlar hep dişidir. Bu dinin kadın, kadın dini olduğu bununla da kesinleşmiş olur” (Gökalp, 2013: 31).
Bu iddia, insanlığın Hz. Âdem'den türediği ve ikinci atasının Hz. Nuh olduğu fikrine yaklaşmamaktadır.
Türk Töresi başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlayan Hasan Göktürk Erdoğan, Türk'ün töresinin kaynağı hakkındaki görüşleri özetlemiştir:
“Törenin kökleri ile ilgili yapılan araştırmalar çok doyurucu değildir. Bununla ilgili tanımlamalar çoğunlukla devlet merkezli ve halkı düzenleyici bir bakış açısıyla verilmektedir. Örneğin Arsal'a göre töre, devletle doğar, devlet idaresi ve çerçevesi içinde kaideler halinde şekillenerek yaşardı. Diğer değişle o, töreyi tamamen bir devlet üretimi olarak görüyordu. Kafesoğlu'nda ise töre, devletin halkı yönetmesi anında kullanılan bir vasıta olarak görülmektedir. Kafesoğlu, törenin köklerine de şu şekilde değinmektedir: Bozkırlarda fiilen yaşanan hayatın zamanla hukukî-sosyal değer kazanmış davranışlarını ihtiva eden ve umumiyetle ‘kanun' manasında kullanılan töre, eski Türk sosyal hayatını düzenleyen mecburi kaideler bütünüydü. Karatay'a göre Kafesoğlu, töreyi gelenekten ayırma noktasında dikkatli davranarak, ikincisinin ayrı bir tanımlaması olduğuna vurgu yapmaktaydır. Köklere dair benzer açıklamayı Ümit Hassan yaparak, törenin köklerini soy kültürüne bağlamaktadır. Hassan'a göre, Töre geniş anlamda Asya kandaşlığının kendi hayat tarzını kurumlaştırmasıdır. Boy ve urukların ongunlarını, kutsallıklarının maddileşmiş biçimini temsil eden töz ile tör kelimeleri arasında R'leşme üzerinden bir bağlantı kurmaktadır (…) Karatay, törenin köklerini Avrasya göçebeliğinin sosyo-ekonomik yapısında görmektedir. Ona göre sözlü hukukun kökleri, MÖ II. bin yılın sonlarından itibaren Avrasya yarı-yerleşikliğinden, gelişmiş bir üretim modeli olarak öne çıkan göçebeliğe geçiş esnasında şekillenmeye başlamış olmalıydı. Özellikle MÖ I. bin yıldan itibaren yaygınlaşmaya başlayan göçebeliğin ilk zamanlarında, otlak paylaşımının sıkıntı doğurduğunu, zamanla tanış kimse ve toplulukların otlak kullanımında belli bir hukuk geliştirdiklerini tahmin etmektedir” (Erdoğan, 2018: 33).
Hasan Göktürk Erdoğan, “töre” konusunda Osman Karatay'ın açıklamasını muteber görür: “Töreyi meydana getiren etmenlerin ve teamüllerin şekillenmesinde en etkili teori, gerçekten de Avrasya göçebeliğinin sosyo-ekonomik hayatında olduğu yönündedir (…) Avrasya göçebe yaşamı ve üretim tarzı ‘genetik' ve ‘ezelden' olmayıp son üç bin yılın bir gerçeğidir” (Erdoğan, 2018: 34).
Erdoğan'ın töreyi “son üç bin yılın gerçeği” olarak anlamlandırması tezinin ilerleyen sayfalarındaki şu ifadeyle çelişmektedir: “Töre kavramının içeriğinin önemli bir kısmı inanç dünyasıyla ilgilidir ve kesişmektedir. Bugün varlığı bilinen pek çok hüküm de dahil, Türklerin semavî kaynaklı eski bir inancın korunmuş veya bozulmuş emirleri olduğunu düşünmek icap etmektedir. İnanç hükümleri hayatı düzenlemeyi amaçlar, töre de nihayet toplumsal hayatın düzenlenmesidir” (Erdoğan, 2018: 39).
Hasan Göktürk Erdoğan'ın “töre”yi önce sosyo-ekonomik (son üç bin yılın Avrasya göçebe yaşamı ve üretim biçimi) olarak kabul ettikten sonra “Türklerin semavî kaynaklı eski bir inancı” olarak ele alması meselenin Hz. Nuh'a bağlanmadan yorumlanmasının getirdiği bir müşküldür.
Hasan Göktürk Erdoğan'ın töreyi “semavî kaynaklı eski inanç” ile ilişkilendirmesi, bu kurallar sisteminin “üç bin yıl” öncesine giden bir geçmişi bulunduğunun da kabul edildiğini göstermektedir.
Ancak Erdoğan, “Fakat inanç sahasının baskın özelliği olan münferitlik onu daha çok gelenek sahasıyla ilintilendirmektedir. Bağlayıcılığı da semavîliğinden değil toplumsallığından gelmektedir. Dolayısıyla kağanların yaptığı işler ve uygulamaya soktuğu kurallar bir bakıma Tanrı'nın inayeti veya iradesi olarak ifade ediliyor ve onun emri ile İl itilip töre düzenleniyordu. Ancak ona bu yetkiyi veren de halk idi” (Erdoğan, 2018: 39) diyerek ahlâkın (vahyî kuralların, semavî törenin) hukuk ve devlet inşa ediciliğini dikkatinden kaçırmış gibidir.
Zira Oğuz Kağan Destanı'nda Hz. Nuh'un bir “kağan” olmadığı anlaşılmaktadır. Tufan sonrasında gemiden inen Hz. Nuh ve oğulları artık yeryüzüne dağılacak ve yasaya (semavî töreye) göre yaşayacaklardır. Hukuk, töreden çıkacaktır. Destandaki anlatıya göre Kağan'a devletini veren Hz. Nuh'tur. Buna göre, peygamberlik kağanlıktan üstün ve kağanlığa meşruiyetini veren "töre"nin kaynağıdır.
Nitekim Reşidettin'in Oğuznâmesi'nde “Hz. Nuh (as) yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman büyük oğlu Yafes'e Doğu İlleri ile Türkistan'ı ve o tarafları verdi. Yafes, Türklerin deyişine göre Olcay Han diye lâkâp alır. O göçebe olarak yaşıyordu. Yaylaq ve qışlaq'ı Türkistan'da olup yaz aylarını İpanç şehri yakınlarındaki Ortaq ve Kürtaq'da, kışları da aynı yörelerdeki [Qaraqurum diye meşhur olan] Qaraqum'daki Borsuq adlı yerde geçiriyordu. Burada iki şehir vardı: Birisi Talas, birisi Qarı Sayram ki, bu son şehrin çok büyük kırk kapısı vardı (…) Onun Dhîb Yavqu Han adında bir oğlu vardı. Dhîb'İn manası taht ve makam, Yavqu ise halkın önderi demektir (…) Onun da dört oğlu vardı: Qara-Han, Or-Han, Kür-Han ve Küz-Han. Kara-Han veliahd olduğundan babasının yerine geçip padişah oldu” (Togan, 1982: 17) demektedir.
Anlaşılacağı üzere Oğuznâme'de Hz. Nuh ile ilişkilendirilen “Türk”ün toplumsallığı da herhangi bir sosyal grubun “yolcu gemisinden inmesi” gibi oluşmamıştır. Gemiye sadece Hz. Nuh'a inanan ve önceki toplumlarında yoksul sayılan mülksüz kişiler binmiştir. “Kavminden ileri gelen inkârcı grup dedi ki: Biz seni de bizim gibi insan görüyoruz ve sana bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan (erâzilunâ: rezil, bayağı, aşağılık şahıslardan) başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz; tersine sizi yalancı sanıyoruz!” (11 Hûd 27).
Dolayısıyla bu kişilerin gemiden indikten sonra Hz. Nuh'a hem bir peygamber hem de kendisine yeryüzünün mülkünün verilmiş olduğu bir “Peygamber-Hakan” olarak nazar etmesi kaçınılmazdır. Bu tip bir peygamberlik örneğini Hz. Davud ve Hz. Süleyman'da da görmekteyiz. Burada “hakanlık” toplumun ahlâkî ve askerî önderliğini de içermektedir. Ancak bu "hakanlık", Hasan Göktürk Erdoğan'ın “törenin kaynağı toplum idi” yargısını kabul etmemize imkân vermeyecek şekilde semavî nitelik arz etmektedir.
Töre önce Hz. Nuh'a verilmiş, sonra onun oğullarına da Hz. Nuh'un yetkilendirmesiyle geçmiştir. Dolayısıyla Nuh'un oğulları peygamber olamadıkları (peygamberlik Allah'tan geldiği) için “töre” Hz. Nuh'tan Ham, Sâm ve Yafes'e mülk-hükümdarlık olarak nakledilmiştir. Töre'nin Hz. Nuh'tan oğullarına nakledilmesini Oğuznâme'de Hz. Nuh'un yeryüzü toprağını oğulları arasında pay etmesine dair anlatıyla birlikte görüyoruz. Diğer değişle bu yorumda “töre”, toplumun üretim biçimi ve göçebelik kültüründen çıkmamakta, semadan inen (Hz. Nuh'a vahy edilen) yasa (şeriat=kanun) olarak nesilden nesile aktarılan değer hükümlerinde bulunmaktadır.
Hasan Göktürk Erdoğan da “Kağanlar, Tanrı'nın emri ile iktidara gelmelerine bir dayanak olarak, Tanrı tarafından seçilmiş kan, yani kutlu aile olduklarını dile getirerek iktidarlarını meşrulaştırmaktaydılar” (Erdoğan, 2018: 40) ifadesiyle aslında kağanların “kutlu kan-seçilmiş kan” iddialarının kökeninde Hz. Nuh'un soyu olduğunu zımnen kabul etmektedir. Ancak Erdoğan'ın tezini Hz. Nuh'a bağlamaması paradigmasını flulaştırmaktadır.
- Erdoğan Hasan Göktürk, Türk Töresi-Eski Türklerde Töre Uygulamaları, Karakum Yayınevi, 2018
- Togan Zeki Velidi, Oğuz Destanı-Reşideddin Oğuznâmesi Tercüme ve Tahlili, Enderun Kitabevi, 1982