İdeoloji, eidos (düşünce) ve logos (bilmek) sözcüklerinden oluşur; “egemenin çıkarlarını haklı göstermeyi sağlayan düşünce, inanç” anlamına gelir. Topluma yönelmiştir.
Teknoloji (technoslogos), techne (yapmak) ve logos (bilmek) sözcüklerinden oluşur; “egemenin çıkarlarını koruyan yapma bilgisi” anlamına gelir. Doğa, toplum ve özel hayata yönelmiştir.
Batı teknolojisi Batı'yı korumak için bilmek/yapmak eylemindedir. Teknoloji, ideolojiyi içkindir.
Marks, bireyin “kendi emeğini yiyen” varlık olmasını, insan potansiyelini ortaya çıkaran bir hamle saymıştı: “İnsanlar kendi geçim araçlarını üretmeye başlar başlamaz, kendilerini hayvanlardan ayırt etmeye başlıyorlar. Bu, onların kendi fiziksel örgütlenişlerinin sonucu olan bir ileri adımdır. İnsanlar, kendi geçim araçlarını üretirken, dolaylı olarak, kendi yaşamlarını da üretirler” (Karl Marks, Alman İdeolojisi, 1992: 37). İnsanın mesleğini ve geçim araçlarını kullanmayı öğrenmekle “pir” olduğuna işaret eden bir geleneğimiz bulunuyor. Eğer bu zaviyeden bakarsak “geçim tutmayı” sağlayan araçları tedarik ederek onunla rızkını kazanan ferdin hürriyetine hükmedebiliriz.
Teknoloji, insanın geçim araçlarını kendi hürriyetini koruyacak şekilde kullanmasını engelleyen ideoloji olarak geldi. Teknolojiden yararlanmaktan yoksun kalanlar için o, cezalandırıcı, yoksullaştırıcı, ayrımcıdır. Ellul, şöyle diyor: “Technique, kendi kurallarına boyun eğen, bütün geleneklerle bağını kopartmış, her şeyi yutan bir dünya yarattı.”
Büyük felaketlerde dahi, teknolojiye duyulan iman sarsılmaz.
Kapitalizm, değişime uğradı; çok boyutlu değişimin müsebbibidir. Yaşadığımız bu süreci entelektüeller farklı kavramlarla tanımlamaya çalışıyor. Kimisi, karşılaşılan olguya “boş zaman çağı” demektedir. Protestanların “püriten iş etiği”, boş vakti “israf edilen zaman” olarak görmekte; aylaklığı, tüketimi, başına buyrukluğu günah saymaktaydı.
Bizde “Boş duranı Allah sevmez” sözü, “israf edilen zaman” hakkındadır. Malayaniden uzak kalınan bu dem'in (zaman'ın) Allah'a hasredilmesi gereğine vurgu yapılmaktaydı. “Huş der dem” haldeki kulun hem nefes sayısını kontrol etmesi ve hem de nefesi ecirsiz soluklanmalarla tüketmemesi ve İbnu'l Vakt halini koruması öğütlenmiştir.
İslâmî nazarda “vakit geçirmek”, İbnu'l vakt halinden gaflete varan afettir; nefesi, yani serveti tüketmek anlamına gelmektedir. Bu nedenle ilahide ömür/vakit sermayesini harcayıp tüketenlere işaret edilir: “Günler geceler durmaz geçiyor / sermayen olan ömrün bitiyor.” Kazancı Bedih diyordu: “Tükendi nakdi ömrüm dilde sermayem bir ah kaldı.”
İmdi, muhafazakârların boş zaman çağına, ömrü tüketen kültüre dirençleri var mı? “Boş zaman çağı”na, “Eğlence (Gösteri-Debdebe)Toplumu” da denebilir.
Kapitalizmin önceki toplumsal organizasyonu değiştirerek vardığı yapısal duruma “Enformasyon ve Bilgi toplumu [information society]” kavramı da kullanılıyor.
Gelişmiş sanayi sektörlerinde çalışan canlı emek küçültülürken, diğer sektörlerde (inşaat, sağlık, eğitim, servis, enerji dağıtımı) yoğunlaştırılmaktadır. Günümüz toplumunun, geçmiş endüstri toplumunun özelliklerini taşımadığını söyleyebiliriz.
buhar teknolojisi |
bilişim/enformasyon teknolojisi |
fizik emek |
zihnî emek/makine emeği |
sınıf çatışması |
kimlik/cinsiyet/kültür çatışmaları |
fabrika-mal-üretim |
otomasyon-lojistik-hizmet |
ulus devlet |
globalizm |
proletarya |
işsizler/evsizler/yoksullar |
seri üretim |
seri tüketim |
Habermas, teknik ve bilimin, ideolojinin rolünü de üstlenmesiyle andığı bu gelişmeyi “Tekniğin bilimselleştirilmesi” kavramıyla veriyor.
Habermas'a göre “Büyük çaptaki endüstri araştırmasıyla bilim, teknik ve değerlendirme tek bir sistem içinde birleşmişlerdir. Bu arada bu sistem, devletin ilk planda askeri alandaki bilimsel ve teknik gelişmeyi teşvik eden bir araştırma emrine bağlıdır. Bilgiler oradan sivil mallar üretimi alanlarına akarlar. Böylece teknik ve bilim, birinci üretici güç olurlar, bu durumda Marks'ın emek-değer teorisinin uygulama koşulları ortadan kalkar” (Jurgen Habermas, İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, Yapı Kredi Yayınları, 2000: 49).
Habermas, “Doğa üzerinde teknik kullanımının bilimle sağlanan gücü, bugün doğrudan toplum üzerine de yayılmıştır” (Habermas, 2000: 70) demektedir.
Teknik olarak değerlendirilebilir bilgi alanındaki enformasyonlar rekabetçi şekilde kültürel geleneğe katılmışlar ve geleneksel evren yorumlarının yeniden inşasını dayatmışlardır. Bu “yukarıdan rasyonelleştirme” süreci, teknik ve bilimin pozitivist bir ortak bilinç şeklini almış, ortadan kaldırılmış burjuva ideolojileri için ikame ideoloji değerini üstlenmiştir. O'na göre rasyonelleştirmenin anlamı, Horkheimer ve Adorno tarafından Aydınlanmanın Diyalektiği olarak deşifre edilmiş ve Marcuse, Aydınlanmanın Diyalektiği'ni “teknik ve bilimin bir ideoloji oldukları tezine kadar vardırmıştır” (Habermas, 2000: 57).
Habermas, “Marks, maddi yaşam koşullarının bilimsel olarak denetlenişi ile her kademede demokratik bir irade oluşumu arasında bir uyuşmazlık ortaya çıkabileceğini hesaplamamıştı” (Habermas, 2000: 71) der. Marks'ın komünist toplum evresinde kabul ettiği boyutlara varmamış olsa bile endüstriyel toplumun gelişmesini sağlayan enerjik bir çalışmaya girildiğine işaret eder: “İnsan türü, teknik ilerlemenin tasarlanmamış sosyo-kültürel sonuçları ile sosyal kaderini yalnızca yaratmakla kalmayıp ona hâkim olmayı öğrenmeyi kendi çağırmıştır” (Habermas, 2000: 73). O'na göre “Teknokratik bilinç (…) bilimi fetişleştiren ideoloji; eski tipteki ideolojilerden daha karşı konulamazdır ve daha geniş etkilidir, çünkü pratik sorunların üstünü örtmekle, yalnızca belirli bir sınıfın kısmi iktidar ilgilerini haklandırmış ve başka bir sınıfın cephesindeki kısmi özgürleşim gereksinimini bastırmış olmaz, tersine insan türünün özgürleşimci ilgisine denk gelir” (Habermas, 2000: 55).
Diğer taraftan kapitalist toplum öylesine değişmiştir ki, Marksist teorinin iki anahtar kategorisi, yani sınıf mücadelesi ve ideoloji, artık öyle kolaylıkla uygulanamazlar (Habermas, 2000: 52). Habermas'a göre “çatışma bölgesinin sınıf sınırlarından, düşük ayrıcalıklı (unterprivilegiert) yaşam alanlarına kaydırılması” emek mücadelesini sürdürülemez kılmıştır. Çünkü “Haklarından edilmeleri ve sürekli yoksullaştırılmalan artık sömürü ile atbaşı gitmemektedir, sistem artık onların çatışmalarıyla yaşamamaktadır. Düşük-ayrıcalıklardan kaynaklanan böylesi çatışmaların belirgin özellikleri, sistemi mümkün olduğunca keskinleştirebilmeleri, biçimsel demokrasiyle bağdaşamaz tepkilere çanak tutmaları, fakat esasen onu dönüştürememeleridir. Potansiyel olarak da asla halk kitlesini oluşturmazlar (…) ayrıcalıklı gruplarla koalisyonlar gerçekleşmedikçe, sınıf mücadelesinin devrimci başarı şansları yoktur” (Habermas, 2000: 53-54). Şöyle söyler: “Devletçe düzenlenen kapitalizm, sınıf çatışmasını yatıştırır” (Habermas, 2000: 52).
Teknoloji, ideolojinin yürüyüşüdür.