Can Kemal Özer

Tank mı, tohum mu?

15.05.2015

Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Başbakanımız Davutoğlu'nun, Ziraat Odaları Birliği Genel Kurulu'nda yaptıkları konuşmalarda tohum meselesine değinmeleri yüreklere su serpti sermesine de, acaba bu yeter mi?

Önce konuşmaları nakledelim, sonra da konu hakkındaki gerçeklere temas edelim.

Tohum meselesini milli bir dava haline getirdiklerini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz, yerli tohum üretimini adeta yerli tank, yerli uçak üretimi kadar önemli görüyoruz. Bu çerçevede yürütülen çalışmalar sonucu, ülkemizin yıllık tohum üretimi 145 bin tondan, 776 bin tona çıktı, ama bunu da yeterli bulmuyoruz. Bu alanda kendi ihtiyaçlarımızın tamamını karşılamakla kalmamalı, dünyanın da en önemli üreticisi haline gelmeliyiz" dedi.

"İnsan sağlığını tehdit eden üretimi engelleyeceğiz" diyen Başbakan Ahmet Davutoğlu ise, "Doğal olmayan hiçbir şeyin Türkiye'ye tohum şeklinde, ya da DNA'sı, genetiği bozulmuş şekilde girmesine izin vermeyeceğiz.

Bütün çiftçilerimize görüntüsü güzel, ama lezzeti kaybolmuş o sanal üretimden uzak durmaları tavsiyesinde bulunuyorum. Kim GDO üzerinden görüntüde böyle görkemli ama özde insan sağlığını tehdit eden üretime yönelirse bunu engelleyeceğiz. Biz bu topraklarda çok köklü bir tohum geleneğine ve imkânlara sahibiz, onu geliştireceğiz. Geleceğimizin teminatı yerli tohumdur. Bize ait hiçbir tohumu kaybetmemeliyiz. Yerli tohumu geliştirme konusunda da yoğun bir çaba içinde olmalıyız" dedi

Bu güzel cümlelerin altına vicdan sahibi herkes imza atar. Ama gerçekte, Türkiye'de durum böyle mi? Önce tohumun kısa bir tarihçesine bakalım.

Tohum; Allah'ın, hayatın devamı açısından yarattığı en büyük nimetlerden biri ve insanlığın ortak değeri. Daha da önemlisi, Allah'ın, gelecek nesillere sapa sağlam teslim etmemiz için bir emaneti. Bu yüzden kimse tarafından tescil/patent altına alınamaz!

Türkiye bu emanetle ilgili ilk düzenlemeyi, 1963'deki 308 sayılı kanunla yapar. Tohuma “ıslah” yalanıyla yapılan müdahaleleri hukukîleştiren bu kanun pek çok sorun içerse de, geleneksel tohumu da açıkça korur.

İkinci düzenleme ise, 2004'de çıkarılan 5042 Sayılı “yeni bitki çeşitleri ve ıslahçı hakları” kanunu. İşte küresel mafya, pek çok ülkede olduğu gibi bizi de burada tuzağa düşürdü. Zira Allah'ın yarattığı türler, saçma sapan gerekçelerle müdahaleye uğrayıp, tescil edilmeye, geleneksel tabiî türler ise yok edilmeye başlandı. Biliyor musunuz, ABD'de artık insan spermi bile tescilli.

Mesela bu kanunun 6. maddesine göre, biri, Amerika veya başka bir yerde bir türe müdahale edip tescil aldığında, bizde de almış sayılır. Yani “Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Uluslararası Birliği, UPOV Sözleşmesi”ne taraf ülkelerdeki ilk başvuru tarihi, Türkiye'de yapılan başvuru tarihi olarak kabul ediliyor.

Kanunun 17. maddesi, hem “hibrit” ve “sentetik çeşitler”in varlığını kabul eder, hem de bunlardan tohum elde edilse dahi gelecek yıl tarlaya yeniden ekimini yasaklar. Yani her yıl tohum almanızı zorunlu kılar.

Aslına bakarsanız, 1940'dan bu yana müdahale edilmemiş sağlam tahıl türü bulmak öyle kolay değil. Bugün yüz buğday çeşidinden en az 99'u müdahale edilmiş türdür. Bu yüzden obezite, çölyak, alerjiler ve kısırlık artıyor.

Üçüncü düzenlemede, 2006'daki 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu'dur. Bunun 5 ve 7. maddesi, bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine ve ticaretine izin veriyor.

Madde 12'ye göre ise, “bakanlıktan yetki almadan tohumluk yetiştiren, işleyen, satışa hazırlayan, dağıtan veya satanlara veya şahsî ihtiyacından fazlasını ticarete konu olacak kadar elinde bulunduranlara, on bin Türk Lirası idarî para cezası verilir. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilir. Bu tohumluklara, Bakanlık tarafından el konulur ve bu tohumlukların müsaderesine sulh ceza mahkemesince karar verilir. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha işlemi masrafları bu fiilleri işleyenlere ait olmak üzere, Bakanlık tarafından gerçekleştirilir” diyor. Bu madde tuzağa düşmek değil de nedir?

Düzenlemelerin hiçbirini doğru bulmak mümkün değil. Yazık ki, Biyogüvenlik Kanunu da dâhil bu düzenlemelerin tümü, iktidar ve muhalefet partilerinin oybirliği ile çıktı. Yani fikir ve aldatılmışlıkları bir birinden faklı değil.

Tohum meselesinin ‘milli güvenlik meselemiz' olduğunu, bu fakirden daha çok söyleyen, yazan oldu mu bilmiyorum. Geçtiğimiz yılın başında saygıdeğer Erdoğan'a, Başbakan olur olmazda değerli Davutoğlu'na, bu hususlardaki görüşlerimizi 70 sayfalık bir rapor halinde ulaştırdım.

Zira tohumdan söz ettiğinizde aynı zamanda topraktan, sudan, besin değerinden, çevreden, sıhhatten, yiyenden, içenden, kurttan, kuştan, emanetten, haktan, hukuktan, Kur'an'dan ve Sünnet'ten söz ediyorsunuz demektir.  Bu hususta susmak, cepheden kaçmaktan daha hafif bir suç değil.

Allah, Nisa Suresi 119'da, Şeytanın emredip, insanlarında yaratılışı değiştireceğini bildiriyor. Bakara 205'de ise “hars ve nesle müdahalenin şeytanî bir eylem” olduğu bildirilir. Bu ayeti 204, 206 ve 211 ile birlikte okursak daha da sarsılırız. Rağıb El İsfahani'ye göre “harsinsan, bitki ve hayvanların tohumunun ortak adıdır.

Bu hususta asıl söylememiz gerekenlere yerimiz kalmadığı için, İnşaallah bir sonraki yazımızda devam edeceğiz. Ukalalık saymazlarsa şayet, saygıdeğer Cumhurbaşkanımız ve saygıdeğer Başbakanımızın, bu ve müteakip yazımızı okumuş olmalarını arzu ederdim.

Zira lütfedip okur iseler, kazanan Türkiye olur.

YORUM YAP