Yıllar önce ‘selefi' takılan iki okul arkadaşımla bir caddenin girişinde karşılaştım. Ben yürürken, onlar da araba ile geldiğim yola girmişlerdi. Kendilerine ‘gittiğiniz yol, yol değil' dedim. Gülüp devam ettiler. Çok geçmeden kahkaha atarak geri geldiler. Çünkü yolu belediye kapatmıştı ve ilerlemeleri mümkün değildi.
Gittikleri yol hem mecazi, hem de gerçek anlamda yol değildi.
Aynı durum tıpkı İsrail gibi İngilizlerin kurduğu Suudi Arabistan içinde geçerli.
Bugün Suudi Arabistan Krallığı'nın resmi mezhebi Vehhâbîlik.
Dinî olmaktan çok siyasi olan bu fırkanın kurucusu Muhammed b. Abdulvehhâb (1703-1792).
Onlar kendilerine ‘muvahhidûn' derler. Ulema ise, bir hârici hareket olarak gördükleri bu yapıya ‘Vehhâbî' ismini vermişler.
Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Teymiye'yi kabul ettiklerini ileri sürseler de, taassup ve kan dökecek derecede ifrat içinde olmaları gibi birçok meselede her ikisinden de ayrılırlar.
Abdülvehhâb, ifsadına 1740'larda Müslümanların bazı görüş ve uygulamalarının ‘şirk' olduğunu ileri sürerek başlar. Kendisine tepki yükselince, kaçarak 1745'de Dir‘iye Emîri Muhammed b. Suud'a sığınır.
Emir Suud ile bir anlaşmaya varır. Abdulvehhâb, Suud'u destekleyecek, o da onun görüşlerini yayılmasına izin verecektir.
Aralarında tek ilişki bununla da kalmayıp, Suud'un Abdülvehhâb'ın yeğeni ile evlenmesi ile daha da gelişir…
1792'de İbn Suud', Dir'iye (yani Riyad'ı) ele geçirir. 1803-1805 yılları arasında da Tâif, Mekke ve Medine'yi kontrol altına alır.
Suud istila ettiği yerlerde kendileri gibi olmayanları ‘din dışı' ilan eder, halka da, ‘Sizin dininiz bugün kemâl derecesine erişti. Artık baba ve ecdadınızın batıl inanışlarına meyl ve rağbetten, onları rahmet ve hayırla yâd etmekten kaçının, zikirden korkun. Ecdadınız tamamen şirk üzere vefat ettiler. Hz Peygamberin mezarı karşısında önceleri olduğu gibi durarak, tâzim için salat-ü selam getirmek, gayr-i meşrudur. Selam verip, geçip gitmeli' diye emirler yağdırır.
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetleri, 1813'te Mekke ve Medine'yi tekrar Osmanlı yönetimi altına alır.
İkide bir bölgeyi talan eden Abdullah bin Suud, İkinci Mahmud devrinde yakalanıp İstanbul'a getirilerek, muhakeme edilir ve mahkemenin kararı onaylanınca idam edilir.
ABDÜLAZİZ'DEN İNGİLİZ'E YAHUDİ GÜVENCESİ
Suud ailesi 1932'ye dek mücadeleye devam eder. İngilizler Arabistan'ı Şerif Hüseyin'e vermiş olmasına rağmen İngilizlerin oyunundan bıkan Şerif Hüseyin, şeytan İngiliz'e itiraz etmeye başlar.
Bunun üzerine Abdülaziz önce Londra'ya götürülüp, sadakat yemini ettirilir.
İngilizler sözde kurucu kral Abdülaziz'in elinden el yazısı ile yazıp, mührünü bastığı bir taahhütname alırlar.
Aşağıda gördüğünüz bu taahhütname de Abdülaziz, kargacık burgacık el yazısı ile Filistin'de veya herhangi bir yerde "Yahudi devleti" kurulmasına muvafakat ettiğini ve hayatı boyunca İngilizlerden ayrılmayacağının sözünü verir.
Güvenceyi alan İngiliz, Şerif Hüseyin'i tahttan indirip, yerine mevcut Kral Selman'ın bedevi babasını kral yapar.
Kimi kaynaklar bu hanedan ile Birleşik Arap Emirlikleri'ni yöneten hanedanın, aslında Medine'den sürülen Yahudilere dayanan aileler olduğunu kaydeder. Doğruluğunu Allah bilir. Neseben olmasa bile zihnen o hale geldikleri ortadadır.
Abdülaziz 9 Kasım 1953'de ölünce yerine en büyük oğlu Suud bin Abdülaziz geçer. Sonrada sıra ile diğer oğulları Faysal, Halid, Faht, Abdullah ve Selman…
Anayasaları gereği, tahta sıra ile kardeşler geçecektir. Selman'dan sonra kim tahta geçer ise, taht bu kez onun kardeşleri ile kardeşi yok ise onun çocukları ile devam edecek. Tabi işler yolunda gider, ortada taht kalırsa. Görünen köy, kalmayacağı yönünde…
VEHHÂBÎNİN TURNUSOL KÂĞIDI PARA
Para söz konusu olunca ortaya çıkıveren Yahudi gibi Vehhâbîler de iktidara gelince, bid'at ve hurafe dedikleri ne kadar şey varsa unutup yapmaya, şirk dedikleri ne varsa onun içinde heba olmaya devam ederler.
Vehhâbîler'e göre halkın, İbn Abdulvehhâb'ın görüşlerine uyması mecburdur. ‘Kitabu't tevhid' adlı eserinde, kendilerine uymayanları, yani İbn Abdulvehhâb'ın dinine girmeyenleri kılıçla yola getirmekten söz eder.
Türbe/mezar ziyaretini ve tasavvuf hayatını şirk saymakla da kalmaz, kan ve mallarının kendi inananlarına helâl olduğunu ilan eder.
Peygamber'in doğumunu ve diğer kandil gecelerini kutlamak, Kur'an'ı makam ile okumak, mevlid okutmak, tesbih kullanmak, bid‘at kapsamında değerlendirilerek yasaklanır. Bugün bunları bize telkin edenler de onlardan etkilenmiş kişilerdir.
Kahve içmek haram sayılır. İslam'a aykırı olmayan örf ve geleneği dahi reddederler. Kısaca, Neo Selefilik olarak adlandırılan, ancak Hz Peygamber'in izinden giden ilk selefilik ile hiçbir benzerleri bulunmayan ve önüne geleni tekfir eden yapı, birkaç asırdır fitne kazanına odun taşımaya devam etmekte.
Hz Peygamber (s.a.v.)'den hemen sonra ortaya çıkan Museylemetü'l Kezzâb, Seccâh, Tuleyha ve Esvedü'l Ansi gibi tüm peygamberlik iddiasında bulunan sahtekâr yalancılar gibi, Abdülvehhâb'da isyankâr ruhlu, yağmacılığa meyilli ve cehaletin yaygın olduğu Necdli.
Suudi Arabistan ‘devlet' olarak ilan edildiğinde, Mekke'deki Cennetü'l Muallâ ile Medine'deki Cennetü'l Bakî mezarlıklarını tarumar edip, dümdüz bir tarla haline getirirler.
Muallâ mezarlığındaki Hz Hatice (r.anha.)'ye ait türbe, Hz Osman (r.a.) ve diğer Sahabe efendilerimize ait muhteşem ve emsalsiz pek çok kabir yerle bir edilir.
Râbıtatü'l Âlem'il İslamî adlı teşkilat, Vehhâbîliği yaymak için çalışan bir müessese olup, yakın zamana kadar Türkiye'de Müslümanların da başına dertler açmıştır.
TÜRKİYE'DEKİ MEŞHUR HOCALARA DİKKAT
Ülkemizde halen bu yapıyla irtibatlı bazı şöhretli ‘cemaat liderleri' yahut ‘hoca efendiler' mevcut.
Hiçbir ülke yok ki, İran ve Suudiler buraya gidip Müslüman gençleri ifsad etmemiş olsun. El Kaide gibi yapıların da bunlar arasından çıktığı gerçeğini akıldan çıkarmamak gerek.
Vehhabi ‘din adamlarından' ve Kâbe-i Muazzama'nın sözde baş imamı es-Sudeysi 18 Eylül 2017'de ABD'de, Vahhabi geleneğine göre içten bir konuşma yapmış ve “Bugün Suudi-İsrail ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah'a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar” demişti.
Bu hafta ise Suudilerin sözde Baş Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh'i, "İsrail'e karşı savaşmak caiz değil, Hamas ise terör örgütüdür” dedi.
Önceki gün ise Lawrence kılıklı Dışişleri Bakanları Adil el-Cubeyr, veliaht prens Muhammed bin Selman'ın İsrail'le normalleşme konusunda kendilerini teşvik ettiğini söylemiş.
Mühim soru şu, bunlar ne yapmak istiyor? Selman'ın arzusu kendinden sonra tahta oğlunu geçirmek. Krallığın kendi ailesi üzerinden yürümesini sağlamak.
Amerika, İsrail, ABD ve İngiliz'in istediği; en kullanışlı olana destek verip, Suudi rejimini sayesinde maddi ve manevi sömürüsünü sürdürmek, siyasi maksatlarına erişmek.
Bu yüzden anlaşmaları çok kolay oluyor.
Zaten gayeleri de bir.
amaç belli hocam, fir feto bizde yokmus demek ki, arabistanın fetoları kral koltuklarında oturuyor, konjonktör neyi gerektiriyorsa batı da sadece bir iki degisiklikle yine fetoları vasıtasıyla sömürmeye devam ediyor, belki tek fark artık bu sömürü de yetmiyor onlara, yok etmek istiyorlar islam'ı, bu vesile ile sadece Kudüs degil, Mekke ve Medine gibi ne kadar islam beldesi, kutsalımız varsa isgal altında oldugunu da ögrenmis olduk :(