Fatih D. Alkan

Standart dışı

24.11.2017 05:24:59

Bazı haberleri geç aldığımız oluyor. Evimizden çıkarken yanımıza cep telefonumuzu almadığımız için bazı haberleri de geç almak durumunda kalabiliyoruz.

Malum ki hız çağındayız ve bizim öğrendiğimiz zamana kadar haber eskiyebiliyor. Türkiye'de gündem çok çabuk değişiyor. Sanırım ki, birçok ülkenin bir yıla sığdıramadığı gündemleri bir günün içinde harcamış oluyoruz. İşte böyle bir günde öğrendim Naim Süleymanoğlu'nun ölüm haberini.

Mahallemizin haşarı çocukları olduğumuz yıllarda duymuştuk adını. Belene Kampları, Todor Jivkov, Bulgaristan'da Türklere uygulanan zulüm o günlerin haberleriydi. Tek kanallı televizyonumuzdan öğreniyorduk bir şeyler olduğunu. İdeolojik Bulgar yönetimi o günlerde azınlıktaki Türk toplumunun toplumsallık duygusunu sündüre sündüre yok etmeye çalışıyordu. İsimler değiştiriliyor, dini vazifelerini yapmalarına izin verilmiyordu. Böyle bir zaman tünelinden geçmişti Naim.

Bizler ise Bulgaristan'da yaşananlara öfkeleniyor, hırslanıyor ve yumruklarımızı sıkıp ufak tefek yükleri kaldırarak birer Naim olabiliyorduk. Aramızdaki yaş farkı o kadar fazla da değildi ama onun altına girdiği yük bizim hayallerimizi aşıyordu.

Cenaze namazının hemen öncesinde televizyonda tanıdıkları, hocaları, arkadaşları kendisi ile ilgili hatıralarını anlattılar. Benim aklımda kalan Naim Süleymanoğlu spor okuluna getirilmeden önce masatenisi veya güreş ile uğraşmak istiyormuş. Hocalarının kendisini haltere yönlendirme ısrarları sonucu haltere başlamış. İstidadını gören hocaları tarafından yapılan doğru yönlendirme sonucu Naim Süleymanoğlu unutulmazlar arasında yerini almış.

Bu noktada görmek zorunda olduğumuz bir eğitim faciasını da unutmamak gerekir. Spor Enstitüsüne devam ederken okulunda halter dersinden sınıfta kaldığını öğrendik. Dersten sınıfta kalma nedeninin ise Naim'in stilinin hatalı olması ki eğitim vericilerimizin ne kadar liyakatli insanlar oldukları ortaya çıkıyor. Naim, halterden sınıfta kaldığında hem Dünya şampiyonu, hem Olimpiyat şampiyonu hem de bir rekortmendi.

O güne kadar ne gibi başarılara imza attığından haberdar olamadığımız akademiler, enstitüler, üniversiteler acaba ne yaptılar… Bir olimpiyat şampiyonunu, rekortmeni bile ezmeye kalkan eğitim sistemi acaba öncesinde ve sonrasında kimleri ezdi? Hangi eğitim politikalarına, karakter kavgalarına, bencilliklere kimleri kurban verdik? Adı konmamış zulümlerin kurbanı kimler olmuştu acaba?

Futbol, basketbol gibi popüler olmayan ve genelde kamu veya özel şirketlerce finanse edilen sporlarda bir de otoritenin sizi kabullenmesi durumu var. Örneğin bir belediyenin destekleyici olduğu sporcunun üst düzey kadrolardaki kişi tarafından sevilmemesi, dışlanması kariyerine son vermesine yol açabiliyor.

80li yıllarda milli takım kalecisi Arif vardı. Ankaragücü'nün de kalecisi. Diğer takımları milyonlarca lirayı saçarken o günlerden aklımda kalan Arif'in bir inek parasına transfer edildiğiydi.

Türkiye'de özel radyoculuğun ilk yıllarından bir hatıram var. O yıllarda sesini duyup kendisini görmediğimiz Kadir Çöpdemir radyo programlarıyla hatırı sayılır bir kitleye hitap ediyordu. Hemen her radyo dinleyicisi programlarını yakından takip ediyordu. Bir programında “şu anda yapmış olduğum programı okulda yapmış olsaydım, bitirme ödevim olsaydı ben okulu bitiremezdim” itirafında bulunmuştu.

Okullar geçmişte bir yetenek törpüleme merkeziydi. Ağzınızla kuş tutsanız, dünya şampiyonu bir sporcu olsanız veya milyonlarca dinleyicisi olan bir radyocu olsanız da kuralların dışına çıkamazdınız. Bakmayın bu cümleyi geçmişle ilgili kurduğuma. Değişen bir şey yok. Okullar hala bir yetenek törpüleme merkezi…

Düne kadar TEOG adıyla yetenekli veya yeteneksiz, istidatlı veya değil herkesin girmek zorunda bırakıldığı bir törpüleme aracıydı. Şimdi ise sınava girme zorunluluğu olmamasına rağmen “nitelikli okul” namıyla yeni bir keşmekeşin kaynağı olacak hızar makineleri kuruluyor. Zorunlu eğitim oldukça da bu hızar makineleri çalışmaya devam edecek.

Diplomaya, bitirilen okula, yönetmeliklerin izin verdiği kadarını olamaya izin veren bir sistemimiz var. Mesela, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın astsubay rütbesiyle askeri kadroda hangi rütbelere kadar gelebileceği çizilmişken bizin onu MİT Müsteşarı olarak görmemiz ezberlerin dışına çıkabilmesiyle mümkün olur. Eğer görevine devam etmiş olsaydı ancak Astsubay Kıdemli Başçavuş olarak emekli olacağı açık.

Benzer örneklerimiz de var. Halil Mutlu boyunun tıp standartlarına uymaması yüzünden sağlıksız olarak görülebilir. Ülkemizin en önemli sanayici ve iş adamlarından olan Sakıp Sabancı ve Nazif Zorlu da şu anda memur olabilecek niteliklere sahip değiller.

Diploma sahibi olmamanın, kanunda yeterli şartları taşımamanın biçtiği kim bilir nice dehalarımız eriyip gittiler.

Türkiye'de spora başlayacak olsaydı Naim Süleymanoğlu tenis masasında ve onu kendisine örnek alarak ilerleyen pek çok gencimiz de hayallerinin törpülendiği herhangi bir yerde başarı yolculuklarına son vereceklerdi.

Pek çok başarısının sonrasında, öldüğü gün oynanmış bir lig maçının sonucu kadar insanların arasında yerini bulamaması ise hüznümüzü artırmaktan başka bir şeye yaramıyor.

Allah rahmet eylesin…

 

YORUM YAP