Kasım ayının son günlerinde gazetelerde ve internet medyasında yer alan bir habere göre, İstanbul'da bulunan bir kız öğrenci yurdunda bulunan öğrencilerin insansız hava aracı “drone” ile taciz edildiği, video ile çekim yapıldığı iddia edildi. İddia ile de kalmadı. Taciz video görüntüleri ile belgelendi.
Sapkın davranışlardan biri olan röntgencilik (voyerizm) başkalarının özgürlük ve kişisel haklarına da saldırı anlamına geliyor.
Teknolojinin de işin içine girmesiyle artık başkalarının yaşam alanına girmek o kadar kolaylaştı ki; suç unsuru olabilecek bir şey sıradan, normal bir şey gibi gösterilebiliyor. Özellikle dijital kamera ve cep telefonlarından sonra, şeytan ve işbirlikçileri de boş durmuyor. Evlerimiz internetten ve akıllı telefonlardan sonra neredeyse kamuya açık bir alan haline geldi. Birçok bilgisayar programı, tacizcilerin ve teknolojik röntgencilerin evlerimizin başköşesine geçmesine yol açabiliyor.
Televizyonlarda bir süredir yayınlanan bir reklam var. Reklamda öğrencilerin bulunduğu bir evde canları sıkılmakta ve ne yapacaklarını bilememektedirler. Öğrencilerin biri “Ayda hayat var mı?” şeklinde bir soru sorarken, diğer arkadaşı karşı binaya taşınan kızın aydan daha güzel olduğunu arkadaşına söylemektedir. Karşı binaya taşınan kızdan bahseden öğrenci, teleskobu bu sefer karşı binaya yönlendirmiş, röntgencilik yapmaya yeltenmiştir. Fakat karşısına (nereden çıktığı belli değil?) Şota çıkmış; “Gençler size hiç yakışıyor mu?” diyerek hatalı bir davranışın içine girildiğini gençlerin moraran yüzlerine karşı söylemektedir.
Gençlerin hatalarının farkına vardıklarını görmemekle beraber yeni bir normalleştirme çalışmasının bizlere dayatıldığını görüyoruz. Gençlerin özür dileme çabalarına girmelerine karşı Şota, “Ayda hayat aramak size yakışıyor mu? Girin cepten internete oyun oynayın, film izleyin, takılın” diyerek röntgenciliğin değil, bilimsel merakların peşine takılmanın gençlere yakışmadığını bir reklam filmiyle anlatıyor. Reklam filminin sonunda ise “Şota haklı” denilerek cinsel bir sapmanın, bir insan hakları ihlalinin çok normal(!) olduğunu gözlerimizin içine sokuyor.
Diğer bir reklamda da Bakkal Remzi Bey (Salih Kalyoncu) 35 yıllık esnaflığı boyunca gözünü mahalleden ayırmayan bir esnafı oynarken, bir anda ne oluyorsa (Büyük ihtimalle küçük esnaflığın bitirilmesi sonucu)bir teknoloji markette çalışmaya başlıyor ve reklamda ifade edilene göre gözünü müşterilerinin memnuniyetinden başka bir şeyden ayırmıyor.
Buraya kadar normal akan reklamda gözünü ayırmadığı müşterilerinin televizyonda görünen üç tane şempanze olduğu fark ediliyor. Şempanzelerini de sıcak suyun içinde olmalarına bakarsak keyifleri yerinde ve gayet memnunlar. Reklamın satır aralarını iyi okuyacak olursak, bizlerin akıllarıyla karar veren müşteriler değil, reklam ve yönlendirmelerle (ya da içgüdüleriyle) hareket eden canlılar olduğumuzu beynimize kazıyor.
Zihnimizin doğduğumuzdan itibaren kendisine bir doğru-yanlış cetveli oluşturduğunu biliyoruz. Sonra bu doğru yanlış cetvelini kendisine rehber yapar. O doğru yanlış cetveli artık bizim yol haritamız olmuştur. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna ve neyin lehimize, neyin aleyhimize olduğuna, hep o cetvele göre karar veriyoruz.
Televizyonlarımızın önünde unuttuğumuz çocuklarımız, bu reklamları sabahtan akşama dek acaba kaç defa seyretmektedir? Kendilerine bizim değil de, Şota'nın ve diğer reklam yıldızlarının verdiğine göre bir doğru-yanlış cetveli oluşturmaktalar. Örneğimizdeki gibi röntgenciliğin bir sapma olmadığı, merakın gereksiz bir şey olduğu, alacağımız bir eşyayı satın alırken satıcılar tarafından sürekli gözlenmesi gereken şempanzeler olduğumuz algısı sürekli olarak çocuklarımızın beynine işlenmektedir. Sadece bu iki reklam bile televizyonların ve aynı zamanda kontrolsüz internetin çocuklarımız için ne kadar tehlikeli bir cihaz olduğunu göstermiyor mu?
Arabamızı park ettiğimiz otopark için bile gösterdiğimiz özeni, evlerimizde televizyonlarımızın önüne park edip bıraktığımız çocuklarımız için de göstermemiz gerekmez mi?