Haber I: “Türkiye'de 2008-2017 yıllarında sigaraya harcanan para 329 milyar liraya yaklaştı. Bu dönemde iç piyasada satılan sigara adet olarak 1 trilyonu geçti” (www.dunya.com-08 Şubat 2018;).
Haber II: “Türkiye İsrafı Önleme Vakfı'ndan edinilen bilgilere göre ülkemizde günde 4,9 milyon adet ekmek çöpe gidiyor. Hesaplamalara göre, her yıl 1,7 milyar ekmek, 18 milyon ton meyve ve sebze ziyan ediliyor. Gıda israfının toplam miktarı 214 milyar lirayı buluyor. Bu para ile ülkemizde 171 bin okul veya 11 bin hastane yapılabileceği bildiriliyor” (Basın İlan Kurumu; Şubat 2017;).
Haber III: “2017 Bütçesi Resmî Gazete'de yayımlandı. Türkiye'nin 2017 yılı bütçesinde 645,1 milyar lira gider, 598,3 milyar lira gelir öngörüldü” (Hürriyet Gazetesi, 24 Aralık 2016.
*
Yukarıdaki üç haberden anlaşılacağı üzere Türkiye'de halkın sadece sigara ve gıda üzerinden yakalandığı israf, yıllık bazda neredeyse ülkenin bütçe giderlerinin yarısına yakın bir meblağa ulaşıyor. Türkiye'de her yıl üretilen 49 milyon ton meyve ve sebzenin yüzde 25 ila 40'ının daha sofraya gelmeden üretim, dağıtım ya da tüketim aşamasında telef edildiği bir başka haberin konusu olmuştu. TÜBİTAK'ın hesaplamalarına göre, gıdadaki kayıp miktarı yaklaşık 12 milyon tondur. Bu miktar, Türkiye'nin yıllık yaş sebze-meyve ihracatının yaklaşık 4 katına karşılık gelmektedir.
Ülkemizde çöpe atılan ekmeğin bedeli ile her yıl 35 bin 770 kişinin evlendirilebileceği ifade edilmektedir. Gerçi halkımız evlenme sürecinde de büyük israflar yapmaktadır.
Aileler, bir gelinlik için dört-beş asgari ücret mukabili meblağı gözünü kırpmadan verebiliyor. Hafta sonu yapılacak mütevazı bir düğün merasimi için tutulacak salonun kirası 10 bin TL'den başlıyor. Evlenecek gençlerin abartılı eşyalarla ev kurma talebini de gözettiğimizde takısıyla, yüz görümlüğüyle evlenmenin “maliyeti” 80-100 bin TL'den başlıyor. Bu harcamaların bir kısmını israf saymalıyız.
Türkiye'de bu üç kalemdeki israf nedeniyle halk “bereket” göremiyor: 1) Ekmek israfı, insana mahsus gıdaların kuşlara, köpeklere verilmesi; 2) Sigara; 3) Düğün ve ev kurma masrafları.
Ev (aile) kurmak, “ocak sahibi olmak” anlamı taşımaktadır. Sofra da ocak sebebiyle varlık bulmaktadır. Çünkü “maide”, ocaktan çıkmakta veya ocağa inmektedir. “Ocak”, Allah'a adanmışlığı veya Allah'ın ayetini sembolize etmekte, kendisine inen haneyi de insanlar arasında bir vazife sahibi kılmaktadır. Örneğin Hz. Meryem'e inen maide-sofra adanmışlığa dair bir semboldür.
İsrailoğulları'nın çöldeki yaşantısının da “ocak sistemi-aile modeli” oluşturduğu, her bir boyun kendi çeşmesinden su almak şeklinde düzene bağlandığı hatırlanmalıdır. Ocak düzenine giren İsrailoğulları'na da sofra inmiş (men ve selva), bu sofra ile onlara bir görev verilmek istenmiş, ancak onlardan bir bölük başka yiyecekler isteyerek isyan etmişti:
“Ve Musa (a.s), kavmi için su istemişti. Bunun üzerine, ‘Asânla taşa (kayaya) vur' dedik. Böylece ondan (kayadan) on iki pınar fışkırdı. İnsanların hepsi kendi içeceği yeri (pınarını) bilmişti. Allah'ın rızkından yeyin, için ve sakın azıp yeryüzünde fesat çıkaranlar olmayın. Ve siz: ‘Ey Musa! Biz bir (çeşit) yemek (yemeye) asla sabredemeyiz. Artık bizim için Rabbine dua et. Bize yeryüzünün yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın' demiştiniz. (Musa), ‘Hayırlı olanı, daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? (Öyle ise) Mısır'a inin, sizin istediğiniz şeyler muhakkak ki orada var' demişti. (Sonra da) onların üzerlerine zillet (sefalet) ve fakirlik (damgası) vuruldu. Ve onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerinden dolayıdır. İşte bu, asi olup, haddi aşmış olmaları sebebiyledir” (2 Bakara 60-61).
Ocak, evlilik ile kurulmakta, haneden (babadan, sülaleden, aileden) haneye geçmekte, ailenin devamını sembolize etmektedir. Abdülkadir İnan'a göre “Boyların en küçük bölümlerini bildirmek için ocak terimi kullanılır.” İnan, Radloff'un “ocak” terimi hakkında “aile, soy, sülale” anlamlarını verdiğini nakleder (İnan, 1998: 638).
Dede Korkut'ta “sofra” ile “aile” arasında bağ kurulmaktadır:
“Kız anadan görmeyince öğüt almaz. Oğul atadan görmeyince sufra çekmez. Oğul atanun sırrudur, iki gözünün biridir. Devletlü oğul kopsa tirkeşinde tiridür. Devletsiz oğul kopsa ocağının kürüdür. Oğul dahi neylesun, baba ölüp malı kalmasa. Baba malından ne fayda, başda devlet kalmasa. Devletsüz şerrinden Allah saklasın kamumuzu” (Gökyay, 2006: 20).
Burada babanın oğulu, ananın kızı eğittiği ve sofra düzeninin babadan geçtiği ifade edilmektedir. “Ocağın közü”, oğul sayılmaktadır. Sevilay Ayva'nın aktarımlarına göre Türk töresinde “Evin ocağı hep yanık kalmak durumundadır. Altay Türklerinin mitolojik unsurlarla dolu olan dualarında da ocağı anne korumaktadır.
Kırgız Türkleri'ne ait geleneğe göre, yanan ateşi korumak, yani sönmesine mâni olmak gelinin görevidir. Nitekim ateşin yalnızca çakmak taşıyla elde edildiği zamanlarda bu zor işi ancak bir erkek yapabilirdi.
Günümüzde bile böyle durumlarda ateşi baba bulup yakar; ocağın başında ocak işleri için ise ana oturur. Nikâhtan sonra eve gelen gelinin yaptığı ilk iş ocağa saygısını göstermektir. Buradaki uygulamanın ateşe değil ailenin sembolü olan ocağa yapıldığı açıktır.
Nitekim ocak, ailenin ve hayatın sürdüğünü gösteren bir delil niteliği taşır. Altay Türklerinde gerçekleştirilen bir uygulamada komşular yeni gelinin evine odun getiriyorlar ve ocağa yerleştirerek, ‘Ocağın hiçbir zaman sönmesin!' diye dua ediyorlar.
Bu gelenekte kadınlar ve ocak arasında kutsallaştırılan bağı gösteren unsurlar vardır. Yakut Türklerinde dışarıdan ateş ve kibrit alınmaz. Çünkü kibritle yakılan ateş, Rus ateşi olarak değerlendirilmektedir. Bu gelenekte ilk defa yakılan aile ateşine verilen önem görülmektedir.
Buradan çıkarılabilecek tek yorum ise bu insanların, bir kadın ve bir erkekten meydana gelen aileyi ve temelde bir ocak kurabildiklerini ispatlıyor olmalarıdır. Yani ocak, yalnızca kurucu ailenin kendi çabasıyla yakılarak değer kazanmaktadır” (Ayva, 2002).
Böylece “sofra”, “ocak”, “aile” kavramları arasında temizlik, saflık, hayır, rıza, tevekkül, sahih nesebin kaynağı olmak değerleri merkez alınarak benzeşlik kurulmaktadır. İnsanın yiyeceği temiz ve helal olmalı ki, ailenin (soyun-sülalenin) içine “yaban” (murdar, kirli, necis) peşinde dolaşan kişiler karışmasın.
Buna göre “insan yiyeceğinden ibarettir” denilebilecektir. Haramla beslenen bir aile, sofranın bereketinden mahrum kalmakta, soyunu bozmakta ve yeryüzünde eylemeleri istenen amelden uzak düşmektedir.
İsraf ile bu köz-ateş-ocak sönmekte, sofra açılamamakta, aileler kuruluşlarını değerli kılan anlamı yitirdiklerinden geçim tutulamamaktadır.
- Ayva Sevilay, Türk Kültüründe Gelinler ve Ocak, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Kültür ve Araştırma Dergisi Sayı: 23, Yıl: 10, 2002
- Gökyay Orhan Şaik, Dedem Korkud'un Kitabı, Kabalcı Yayınları, 2006
- İnan Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, c: I, 1998