Hac ve Umre sadece şahsi sevap kazanılacak, hesabından kurtulmak için yerine getirilecek bir ibadet değildir.
Belde-i mübarekeye bu niyetle gitmek ve şahsi sevap hazinemizi doldurmak için çaba sarf etmiş olmak, Hac ibadetini eksik anladığımız manasına gelir. Hac ve Umre ibadetleri, İslam'ın siyasi veçhesinin ortaya konulduğu, ümmetin muhtelif yerlerdeki ferdleri ile ahd-i uhuvvet edildiği, tearüf ile tevhid-i efkârın temin edildiği, teavün ile teşrik-i mesainin sağlandığı, “İslam'ın Âli Siyaseti”nin konuşulduğu bir “Kongre”dir.
Bu sebeple Hac ve Umre ibadetlerimizi eda ederken, sadece Kâbe etrafında tavaf etmek, Safa ile Merve Tepeleri arasında say yapmak, Kâbe imamlarının yanık ve tok sesleri eşliğinde feyizli namazlar kılmak, dinlenme zamanlarında “Kâbe'yi seyretmek de sevaptır” anlayışı muktezasınca, uzun uzun Kâbe'yi seyretmek yetmez.
Bu ibadetlerden maksat ve murat sadece şahsi füyuzat ve sevap kazanmak değildir. Olamaz da. Zira İslam diğer dinlerden farklı olarak siyasi ve içtimai bir dindir. Dünyanın değişik yerlerinde yaşayan İslamlar ile konuşmak, görüşmek, onların meselelerini dinlemek ve hiçbir şey yapamazsak da, dertleri ile dertlendiğimizi onlara hissettirmek fevkalade mühim bir vazifedir.
Osmanlı'nın son zamanlarında bu ibadetin gereği kadar önemsenmemiş olmasından ya da belki siyasi ve iktisadi durumların darlığından dolayı bu ibadet terk edilmeye yüz tutmuş, bundan dolayı Müslümanlar birbirine yabancılaşmaya başlamış, İslam unsurlarının ne halde olduklarından kimsenin haberi olmamış.
Siyonistler 1897 den itibaren düzenli olarak Siyonist Kongreler tertip ederlerken, Müslümanlar ne yazık ki yüzlerce yıllık Hac ve Umre Kongrelerini ihmal etmişler. Zamanın İttihatçılarının ırkçı bir kısım söz ve fiilleri ile hususan Arap Müslümanlarını ürkütmesi sonucu, İslam milletleri arasındaki bağlar yavaş yavaş kopmuş.
Ülkemizde Hacca gitmenin yasak olduğu dönemlerde, Siyonistlerin yapmış olduğu “Türkler tanassur etti” ya da “Dinden çıktı” kara propagandasına inanan diğer İslam unsurları, Hilafetin kaldırılması ile birlikte kendi başlarının çaresine bakma mecburiyetine duçar olmuşlar.
İslam Unsurları Uyanıyor
Mübarek beldeler, nüfusa göre uygulanan hac kotalarına rağmen her yıl 2 milyon hacıya ev sahipliği yapıyor. Türkiye uzun zamandır nüfusunun binde birine tekabül eden sayıları bile Arabistan Hac İdaresine kabul ettiremiyordu ve 50 binli rakamlarda kalıyordu.
Ancak son birkaç senedir 80 bin civarında hacımız mübarek beldeleri ziyaret edip, huzur içinde ibadetini yapıyor. Yıllık umreci sayımız ise 450 binlerde. Hem hac ve hem de umreye gidenler içinde kadınlarımız çoğunlukta. Mukaddes topraklara ibadet için gidenlerin yaklaşık % 60 kadarı kadınlardan oluşuyor. Hac için sıra bekleyenlerin sayısı ise 2 milyonu aşmış durumda.
Türkiye hac ziyaretinde Endonezya, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş'ten sonra beşinci sırada. Nüfusun binde biri olarak belirlenen kotalar olmasa, Türk hacılarının ilk sıralara oturacağında şüphe yok.
Dünya Müslümanlarının % 5 ini oluşturan Türkiye'den Umreye gidenlerin sayısı, toplam umrecilerin yaklaşık % 9'una tekabüle diyor. Bu oranın yüksek olmasında; Türk halkının gelir seviyesinin yüksekliği ve Türkiye'nin nispeten diğer memleketlere göre Arabistan'a daha yakın olmasının yanında, Türk halkındaki uyanış kat sayısının diğer İslam unsurlarına göre çok daha yüksek olması ve tarihi bağların tekrar hatırlanmış olmasının etkisinin olduğunu söylemek hiç de yanlış bir tespit olmaz.
400 sene sulh içinde ve büyük bir muvaffakiyetle idare ettiğimiz bu topraklarda, halen ecdadımızın maddi ve manevi eserlerinin var olduğunu müşahede etmek, geleceğe ilişkin ciddi manada ipuçlarını da içinde barındırıyor.
Haremeyn'de, Endonezya, Pakistan, Hindistan, Nijerya ya da İran milletlerine ait tek bir eser dahi bulunmazken, özellikle Medine'de onlarca Osmanlı yadigârının halen ve bilinçli olarak yok etme çabalarına rağmen dimdik ayakta durması bize ne mesaj veriyor acaba?
Sözlerime Medine'de yaşayan bir Türk arkadaşımın bizzat yaşadığı şu hadiseyi sizlere aktararak son vermek istiyorum.
Mekke ve Medine arasında seyahat eden dostumuzu Suud Polisi durdurur ve ehliyet-ruhsat sorar. Türk kardeşimiz istenen belgeleri takdim etmeye hazırlanırken, polis bu kardeşimizin Türk olduğunu anlar ve büyük bir hürmet ve tazimle; “Siz Türk'sünüz, buralar zaten yüzlerce yıl sizin toprağınızdı. Sizler bu toprakların asıl sahiplerisiniz, ben size ehliyet soramam. Özür dilerim, lütfen devam ediniz” diyerek, Türk kardeşimize yol verir. Bu ve bunun gibi onlarca, yüzlerce efsanevi tecrübeleri orada yaşayan Türklerden dinlemek mümkün.
Evet, hakikaten coğrafya bizi çağırıyor. Sultan Abdülhamid Han'ın hizmete açtığı Medine Tren İstasyonu binasının kilidini açacak anahtar, Medine'yi sonuna kadar müdafaa eden Fahrettin Paşa'nın aziz ruhuna sahip Türk Milletinin cebindedir, genetik kodlarında işlidir. Rabbim bizleri, o güzel günleri görenlerden ve bu uğurda say-ü gayret edenlerden eylesin.
Amin.
Aminn inşallah.