Günlerdir oyunculuk yeteneği olmayan bir muhasebecinin(!) başkonsolos rolünde olduğu bir tiyatro oyununu izliyoruz.
Musul gibi sorunlu bir coğrafyada kendisine verilen başkonsolosluk rolünü üzerine almış bir muhasebecinin(!) elçilik görevini değil de ardına saklanılacak yeni roller bulmuş olması da yadsınacak bir durum. Devletin temsili konusunda zaaf gösterilmesi kabul bir başkonsolos için kabul edilemez.
Musul'da yer alan konsolosluğumuzun vatan toprağı olduğu unutulmamalı. DAEŞ baskınının birkaç gün öncesinde bölgedeki FETÖ okullarının ziyaret edilmesi ve burada yapılan görüşmelerde örgüt elebaşlarından talimat alınıp alınmadığı da bir muamma.
Musul'da unutmamamız gereken diğer bir gerçek ise bayrağımızın o günlerde yere düşürülmüş olduğudur. Bir terör örgütüne teslim olunarak nasıl kahraman olunabiliyor?
Musul başkonsolosluğumuzun terör örgütü tarafından rehin alındığı dönemi anlatacakken, sinirlerine hâkim olamayarak, devletin kürsüsünden devleti idare edenlere yapılan nefret dolu açıklamalar liyakatsiz ve basiretsiz bir adamın nasıl kürsü işgal edebildiğini göstermekte. Devleti temsil edenlerin kullandığı hakların, nasıl yanlış ellere teslim edilebileceğinin de bir örneğidir başkonsolos vakası.
Ne istediğini (veya istemediğini) bilmeden mecliste açıklamalar yapan eski başkonsolosun dilinden saçılan kelimeler, bir sırrın ortaya çıkmasından duyduğu endişelerin varlığını gösteriyor. Hüsrana uğramış bir ruh halinin zorba ve öfkeli dilini kullanıyor.
Zannediyorum ki başkonsolosluk çalışanlarının aleyhte anlattıklarının doğruluğu ortaya çıkacak. Bu kadar hiddetlenmenin ve kendini kaybetmenin başka açıklamasının olduğunu söylemek zor. Merak ettiğimiz şu ki; geçmişte Musul'da yaşananlar hakkında eski başkonsolosun anlattıklarının doğru olmadığının anlaşılması durumunda yaşanılanlar yanına kâr mı kalacak?
Devlet terbiyesi aldığının varsayılması gereken bir kişinin, devletin en üst makamında bulunan Cumhurbaşkanına ve görev yaptığı dönemde amiri vasfında bulunan Dışişleri Bakanına karşı gösterdiği semptomlar yakalandığı “Utanmazlık Hastalığı”nın en bariz belirtileridir.
Bizim de bu utanmazlık semptomları gösteren başkonsolosun, hangi nedenlere dayanarak devlet terbiyesini hiçe saydığını anlamaya ihtiyacımız var. Bu urun kendiliğinden iyileşeceğini varsayamayız. Semptomlardan yola çıkılarak acilen tedavinin yapılarak yetkili makamlarca “haddinin bildirilmesi”ne ve yanına kâr bırakılmamasına ihtiyaç duyulmakta.
Mecliste yapılan ve devletin Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanını hedefine oturtan eski Başkonsolosun diliyle attığı bombalar, 15 Temmuz gecesi Meclis'e atılmış bombalar kadar etkili gözümüzde.
Atılan bu nefret bombalarının müsebbibine gereken cevap gerektiği şekilde verilmedikçe, devletin yüksek makamında yapılacak konuşmalarda bu nefret dilinin bir kural haline gelmesi endişemiz artıyor.
Biliyoruz ki zalime merhamet mazluma zulümdür. Hiç kimsenin kendisine hesap soramayacağını ifade eden eski başkonsolosa kendi ağzından cevap vermek gerekiyor:
Herkes haddini bilecek!