Nisan 2013'te Bandırma'da çeşitli temel atma törenlerine katılan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a hitaben bir vatandaşımız, Bandırma Aile Ve Sosyal Politikalar İlçe Müdürlüğü taafından çocuklarına yönelik olarak aşı yaptırmadığı için dava açıldığını belirten bir dilekçe vermişti. Vatandaşımız zorla aşı uygulamasının temel insan hakkı ihlali olduğunu Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu 11 Kasım 2015 tarihli kararından iki buçuk yıl önce dönemin Başbakanına şikayet ediyordu.
Dilekçe dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından takip edilerek Balıkesir Valiliği ve kişinin ikamet ettiği İlçe Kaymakamlığınca soruşturuldu. Ancak soruşturma kişinin yasal takibata uğramasına sebep olan Toplum Sağlığı Merkezi'nin yöneticisine verildi ve “körler-sağırlar birbirini ağırlar” şeklinde ifade edilen atasözü yapılan şikayet için yerini bulmuştu. Balıkesir Valiliği Özel Kalem Müdürlüğünün 6 Mayıs 2013 tarih ve 492/5862 sayılı yazısı ile davalı kişiye kendi hikayesi bir kez de resmi olarak anlatıldı.
Öyle ya, dilekçe hakkını kullanan vatandaşımızın dilekçesi Sayın Başbakanımız tarafından soruşturuluyorsa resmi cevabı da vermek bir zorunluluktu. Savsaklamadan işi yapmak gerekiyordu ama anayasal olarak hakkını kullanan vatandaşın mahkemeye verilmesine neden olan memurların da bürokratik korumaya alınması gerekiyordu. Yetkisini aşan, insan hakkı ihlali uygulamaya çalışan ve aileyi çocuklarının velayetini elinden almakla tehdit eden 657.maddenin korumasındaki memurlarımız korunmalıydı.
Bandırma'daki şikayete binaen Aile ve sosyal Politikalar İlçe Müdürlüğüne verilen dilekçenin de işleme konulmaması nedeniyle Bandırma Kaymakamlığına yapılan şikayet de amacına ulaşamıyor ve dönemin Bandırma Kaymakamının açtığı soruşturma ilçe bürokrasisi zarar görmeden kapatılıyordu. Öyle ya kişiye kimse mahkeme açmıyor(!), zorlamada bulunmuyor(!) ve insan haklarını hiçe saymıyorlardı(!) Vatandaş kendi hezeyanlarını ortaya koyuyordu.
Ancak bu şikayetlerin hemen öncesinde 2009 yılında “Domuz Gribi Masalı”nın anlatıldığı dönemlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Haberim olmadan benim adımı vermişsin, hemen düzelt! Ben aşı olmayacağım!”şeklindeki ikazı sonucunda dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ geri adım atmıştı. Konu henüz tazeliğini korurken Başbakan Erdoğan yine bir açıklama yaparak “Bu konuda Sağlık Bakanım ile aynı düşünmüyorum. Kimseyi icbar edemeyiz (zorlayamayız). Bu konuda vatandaşım kendi isteğine bağlı olarak böyle bir yolu tercih ederse, eyvallah...Ama etmiyorsa, 'muhakkak yaptırmanız gerekir' diye, böyle bir kampanyanın sürdürülmesi doğru değil, yanlıştır. Bu konuda ebeveyn kalkıp da 'ben bunu istiyorum' diyorsa bu olmalıdır. Çünkü otoriteler de görüyorsunuz, değişik kanaatler belirtiyor. Kimisi ‘olmalıdır' kimisi ‘olmamalıdır' diyor. Öyle ise yapacağımız şey, siyasi irade olarak bunu isteğe bağlı hale getirmektir. Yarın bunun faturasını siyasi iradeye kesmesin. Cebren bu iş olmaz, isteğe bağlı olur.”diyerek iradesini ortaya koyuyordu.
Bu fikir ayrılığından bir süre sonra Başbakan ile Sağlık Bakanı'nın yolları ayrılıyor ve Sağlık Bakanlığı başka bir siyasetçiye emanet ediliyordu. Sabık Sağlık Bakanımız ise Harvard Üniversitesi'nce yaptığı çalışmalara binaen ödüllendiriliyor ve Harvard'da ders verme imtiyazına kavuşuyordu.
1 Kasım 2015 Milletvekili genel seçimlerinin öncesinde Balıkesir'in pazar yerlerinden birinde seçim çalışması yapan Ak Parti Milletvekili adayı Sema Kırcı'ya bir vatandaş tarafından ailelerin aşı yaptırmadıkları için Aile Bakanlığı tarafından zorlandıkları, haklarında davalar açıldığı şikayet edildi. Seçimden önce de Milletvekili olan Sema Kırcı'nın yanında bulunan yardımcıları Aile Bakanlığı veya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünün yetkilisini orada aramışlar ancak Sema Hanım bu konuda yalan bir bilgiye muhatap edilerek aileler hakkında böyle bir dava sürecinin işlemediği kendisine bildirilmişti. Sema Hanım soruyu soran vatandaşa dönerek böyle bir sorunun vuku bulmadığını söylediğinde, şikayetçi vatandaşımız elinde bir çok açılmış davaya ait mahkeme tutanaklarının elinde bulunduğunu söylemişti. Ancak siyaseti yönlendiren ve yeni dönemde de yönlendirmeye aday olan bir Milletvekilinin bu şekilde kandırılması bürokrasinin hala yasama organına etki ettiğinin göstergesiydi. Aslında ağır olan şey şikayetçi vatandaşın telefondaki yönlendirmeden sonra derdinin anlatabilmesindeki güçlüktü.
Sağlık Bakanımızın Anayasa Mahkemesinin “zorla aşı yapılamaz” yönünde almış olduğu karar sonrasında tutunduğu tavrı esefle karşılıyoruz. Çocuklarımız bizimdir ve çocuklarımızı korumak için verdiğimiz ve vereceğimiz kararların ardında duracağız. İlaç prospektüslerinde yer aldığı üzere aşıların içerisine konulan civa, formaldehit, neomisin sülfat, mannitol, sorbitol,fenoksietanol ve maymun hücre kültürünün ve içerikte yer almasının etikete yazılmak zorunda olmadığı saçma sapan ve her türlü zararı vermeye açık maddelerden çocuklarımızın korunabilmesi için ne gerekiyorsa yapacağımız açıktır. Aşıların zararları defalarca ortaya konmasına rağmen endüstrinin çıkarlarına uymadığı için yok sayılmaktadır ve yok sayılmaya devam edecektir.
Sağlık Bakanlığımızın akredite kurum olarak kabul ettiği “Aşı Çalışma Grubu”nun hangi firmaların himayesinde olduğunun açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Böyle bir kurulun niçin ilaç üreticisi firmaların lobi faaliyetini yürüttüğü de sorgulanmalıdır.
Beklentimiz Başbakanımızın yeni torba kanunun 17.maddesini kanundan çıkararak Cumhurbaşkanının onayına göndermesidir. Ancak bu şekildeki bir uygulama, anayasaya ve uluslarası sözleşmelere göre hak ihlali olarak tanımlanan bir sürecin sona ermesine neden olacaktır ve nesillerimiz emniyete alınacaktır.Yasanın bu şekliyle Beştepe'ye gönderilmesi durumunda ise Cumhurbaşkanımızın endüstri ve bürokratik oligarşinin zorlamalarına “dur” diyeceğine inanıyoruz.
Bu yasa eğer Cumhurbaşkanımızın onayından geçer ve Anayasa Mahkemesine açılacak herhangi bir dava sonunda aşıların zorunlu olmasına karar verilirse, ARTIK ÇOCUKLARIMIZA ANTİFRİZLERİNİ KOYMAYI UNUTMAMAMIZ yönünde uyarıyı dikkate almak gerekecek.
3-olsun olsun ama gözünüzü seveyim devleti tanrı yönetenlerini de peygamber yerine koymayın. Zorunlu eğitim, zorunlu askerlik, zorunlu aşı.. İSLAMdan anladığımız bu ise halimiz nicedir? ELHAMDULİLLAH MÜSLÜMANIM, ehli sünnet vel cemaatim.
2-2-Gel gör ki ülkeyi kuranların zihinlerine kalemle, siyasetle kılıç çekenler, 12 Eylül ve 28 Şubat ile mazlum olanlar, iktidarı ele geçiriverince nasıl da mağrur ve zalim olabiliyorlar. İbretlik ders. Tabii çıkarabilene! AŞI MESELESİde bunun bir göstergesi: Önce devlet halkı zorla kategorize ediyor, faşist uygulamaları dayatıyor diye söyle sonra karar verici duruma gelince halktan kop ve halkı yontmayı kendinde hak gör. Vah ki vah! Devlet anaydı, baba oldu ya yakında dede olur amca olur…
1-Mağdur iken mağrur olmak, mazlum iken zalimleşmek. İşin özeti budur. Bu ülkeyi kuran irade paradigma değişikliğine giderek yönünü batıya (haliyle bilim ve tekniğiyle beraber felsefesini, değerlerini, yöntem ve metodolojisini alarak) çevirdi. Nebi Musa'nın Tur Dağ'ında Rabbiyle buluşması sırasında yalnız kalan ahali kendine tapacak hemen bir buzağı yaparak içinde ki putperestliklerini açığa çıkarmışlardı ya bizim kurucu idaremizde Osmanlıyla giden Musalarımızın yokluğunda tapınacak bir şey ikame ettirmek için önümüze modern tabiatperestlik olan BİLİMi sundular.