“Şiddetin her türlüsü bir araç olarak hukuk kurar ya da hukuku korur. Eğer her iki nitelikten birisi üzerinde hak iddia etmiyorsa, geçerliliğinden kendi rızasıyla vazgeçmiş demektir. Hukuksal bir sözleşme, sözleşmenin taraflarının barışçıl amaçlarından bağımsız bir şekilde, sonuçta muhtemel bir şiddete yol açar. Çünkü sözleşme, karşı tarafın sözleşmeyi ihlal etmesi durumunda taraflara bir şekilde şiddet uygulama hakkı tanır.” Walter Benjamin'in bu yargısını “Medine inşası” bakımından ele aldığımızda nasıl değerlendirebiliriz?
Hz. Peygamber (asv) Mekke döneminin 11. senesinde Yesrib'in Hazreç kabilesinin ileri gelenlerinden altı kişiye İslâm'ı anlattı, onlar da Müslüman oldu. Bu altı kişi ve beraberindeki kişiler ertesi sene Hacc mevsiminde tekrar Mekke'ye geldi. İkisi Evs kabilesine mensup olan on iki kişi Hz. Peygamber (asv)'e biat etti. Bu hadiseye Birinci Akabe Biatı denir. Ertesi sene Yesribli 73 erkek ile 2 Müslüman kadın Hacc maksadıyla Mekke'ye geldi. Hz. Peygamber (asv) bu kafileye İslâm'ı anlattı ve şunu söyledi: “Allahü tealaya ibadet etmeniz ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamanız; kendim ve ashabım için olan şartım, bizi barındırmanız, bana ve ashabıma yardımcı olmanız, kendinizi savunduğunuz, koruduğunuz şeylerden bizleri de korumanızdır.”
Akabe'de bulunan Yesrib halkı “Allah'a and olsun ki, çoluk çocuğumuzu koruyup, savunduğumuz gibi, seni de koruyacağız” dedi ve Hz. Peygamber (asv) ile tek tek musafaha ederek biatlaşıldı. Bu hadiseye “İkinci Akabe Biatı” denir.
Bu biatlar Müslümanların içinde yaşadıkları toplumda “şiddetle hukuk kurma” gerekçesi aramadığını göstermektedir. Medine'yi kuran sözleşme de Walter Benjamin'in “şiddetin her türlüsü bir araç olarak hukuk kurar ya ya da hukuku korur” yargısının Müslümanlar için geçersizliğini göstermektedir.
Müslümanları Mekke'den çıkaran politik-içtimaî-iktisadî akıl ise “şiddet”i meşrulaştırmış ve şiddeti bir “hak” gibi yapılandırmıştı. Daru'n Nedve'de yapılan bir toplantıda Hz. Peygamber (asv)'in öldürülmesine karar verilmişti.
İbn Sa'd'dan gelen rivayete göre Hz. Peygamber'in büyük halası Rukayka bt. Sayfi b. Haşim gizli planı öğrendi, Hz. Peygambere iletti. Mekke ileri gelenlerinin toplandığını ve gece kendisine suikast yapacaklarını öğrenen Hz. Peygamber (asv) iki yıldır tasarlanan, hazırlıkları yapılan hicret planını tatbike koydu. Hz. Ebubekir (ra) iki deveyi bu amaçla besliyordu.
Mekke'deki şiddetsizlik mücadelesi ve nihayet Hicret ile Müslümanlar şiddeti kendilerinden başkasının eylemi olarak teşhir etmiştir.
Hz. Peygamber (asv)'in Yesrib'e hicreti yeni bir hukuk kurmuştur.
Bu hukukun ilk ayağı Ensar ile Muhacirler arasında kısmî “kardeşleştirme-muahat” uygulamasıdır. Bu sözleşme, kurucu hukukun şiddetsiz toplumsallaşmayı sağlayan ilkelerini hayata geçirdi.
İkinci konu da adı artık “Medine” olan bu “şehir”de “Müslüman pazarı”nın inşası ile ilgiliydi. Hz. Peygamber (asv), Muhacir'in Ensar'ın tarımla meşguliyetine ortak olmasını istemiyordu. Çünkü Muhacir tarımı bilmiyordu. Muhacirin Medine'de bir parazit gibi yaşamasına da izin verilmeyecekti.
Medine'de ticarete Yahudiler (kapitalistler) hâkim olduğundan Müslümanların “Yahudi pazarı”na girmesi onların hızla işçileştirilmesi (proletaryalaştırılması) anlamına gelecekti. Kaldı ki, Hz. Peygamber (asv) Muhacirlerin kapitalistleşmesini de istememekteydi.
Yahudilerin pazarına karşı, tefecilikle uğraşılmayan, rantiyeci sınıfa yol açmayan “Müslüman pazarı” kurularak, Muhacir'in Ensar'ın kazancı üzerinde emeksiz-parazit bir hayat sürmesi tehlikesi bertaraf edildi. Bu hadise aynı zamanda Müslümanların hem tarımda ve hem de ticari hayatta “işletmeler toplumu” olarak varlık bulabileceğini de ortaya koydu.
Böylece tarihe çıkan ilk “Medine-Müslüman şehri” tarım ve ticaretle meşgul olan bir “meslek” ve hane-işletme” sistemi getirmişti.
Medine Sözleşmesi, Ensar ile Muhacir arasındaki “muahat-kardeşleştirme” sözleşmesinin giderek Medine toplumuna yayılması nazarıyla okunmalıdır. Zira, Yahudiler, mevcut tekelci pazarlarıyla Medine'de güçlüydü. Vesikayı kabul etmek için bir sebepleri bulunmamaktaydı. Diğer taraftan “Müslüman pazarı”nın rekabetçi tarzda konumlanmasından da hoşnut değillerdi. Fakat Evs-Hazreç arasında İslâm yayıldı, Muhacirler de Medine'de ticarî bir zümre oldu. Yahudiler iktisadî-içtimaî olarak zayıfladılar. Medine Vesikası'nı “saldırmazlık anlaşması” olarak imzalamak ve Mekke kapitalizmi ile ittifaklarını kopartmak durumunda kaldılar. Fakat buna da tekelci alışkanlıkları nedeniyle riayet edemeyeceklerdi.
Ezcümle: Müslümanlar, “Adalet Yurdu: şehir-medine”deki hukuku, “şiddetsizlik ahlâkı”yla kardeşleşmeyi başararak inşa etmiş ve ondaki ilkeleri müslim-gayrımüslim bütün dünyaya yaymıştır.