Lütfi Bergen

Şiddet üzerine ahlaki eleştiri

18.01.2016 08:00:33

Bugün kentleri yıkan, hayatları söndüren, şiddet üreten yapıların yaşadığımız toplumdaki bütün insanları kuşatan bir felsefî meselesi ya da hak talebi olduğunu söylemek çok zor. Fakat Walter Benjamin'in “Şiddet Üzerine Eleştiri” başlıklı yazısında gösterdiği gibi şiddet, hukuk inşa etme ve iktidar kurmanın tezahürüdür. Kendisinde hukuk koyma gücü ve meşruiyeti gören her kurma edimi, gerekli bir araç olarak şiddetten yararlanmaktadır. Şiddet amaca hizmet ettiği sürece zorbaca da olsa meşru ve kanuna uygun sayılmaktadır.

Benjamin'in tespitinde “kanunu kuran zor”un meşru olması gerekmiyor. Zor ya da şiddet muzaffer olduğu sürece kanun “görünür” olacaktır. Zafer, kanun koyma gücü ve yetkisi sağlamaktadır. Bu durumda şiddetin hukuk yapıcı varlığının amacının adil olup olmadığı sorulabilir. Bu soruya şöyle cevap verilmiştir: “İnsanlar amacın adaleti hakkında karar veremezler; amacın adilliğini ancak Allah yapabilir.”

Bu cevap, şiddetin zaferine odaklandığı için şiddet uygulayanın ne metoduna ve ne de gayesine bir eleştiri getirmiyor. Böylece ortaya çıkışı itibariyle “adalete” (hukuk-kanun değil) bağlanmayan şiddetin “zaferi”nin kurduğu mevzuat zeminini başlangıç noktası sayıyor, meşruiyetini tahakkümünden alıyor. Nitekim Benjamin, muktedirlere özgü, egemenlerin imtiyazından varlık bulan bu “kanun-hukuk koyma edimi”ni, “metafizik bir hakikat” şeklinde değerlendirmektedir.

İslâm ile ortaya çıkan Ahlâk toplumuysa, değerlerin inşa ettiği toplum demektir; “para, güç, soy, tabakalar oluşturma, mekân kapatma, ideolojik dünya kurma” felsefelerinin hakim olduğu sosyal yapı değildir. Benjamin'in tespitleri Müslümanların iman ve ittiba ettiği vahyin hükümlerine sunulduğunda doğrulanamayacaktır.

Hz. Yusuf (as)'un on kardeşi, babalarının bu pek sevgili oğlunu kuyuya attı. Terketme eylemi ölüme doğru bir yalnız bırakmadır. Bir kervan onu buldu, Hz. Yusuf (as) köle olarak Mısır'da satıldı. Gün geldi, bolluk ve kıtlık günlerini idare için Mısır hazinesi Yusuf'un emrine verildi. Ülke dışından tahıl almak için Mısır'a gelenler arasında Hz. Yusuf'un kardeşleri de vardı. İşte o gün Hz. Yusuf'un kardeşlerinden intikam almadığını görüyoruz.

Hz. Yusuf'un Mısır yönetiminde söz sahibi olma süreci de “şiddet” metoduna boyun eğmemiştir. Vezir'in karısı o çirkin iftira ile Yusuf'u suçlayınca “kanun devleti”nin âlî çıkarları gereği zindana düşen namuslu adam, yıllar sonra hapisten çıktığında intikâm peşinde dolaşmamıştır. Ahlâkî değer yıkıcı şiddet ve muhafazakârlık icat etmemektedir. Hz. Yusuf'un “şiddeti idolleştiren” ya da “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” uysallığı üreten bu iki sapmaya da uğramaması Allah'ın biz Müslümanlara verdiği büyük nimettir.

Bu tür örnekler çoktur. Hz. Peygamber (asv)'in amcasını öldürten Hind (Ebu Süfyan'ın eşi), Mekke'nin Fethi günü Müslüman oldu. Ebu Süfyan ve Hind Mekke'de şerefleriyle yaşadılar, işledikleri cinayetler nedeniyle sorgu suale çekilmediler, bedel ödemediler.

Walter Benjamin'in çıkmazı şu idi: Şiddet, kuruluş anında meşruiyeti aranmayan bir “zorlama” ise de bu geçmişine-geriye dönük olanı gizlemektedir. “Kurucu Şiddeti” yanına alan kanun koyucunun kendi kendini meşrulaştırması gelecek için yetmeyecektir. Bu nedenle kurucu şiddeti tahkim edenlerin şiddetin meşruluğunu ve değerini şimdi ve gelecek zamanda ispatlaması gerekir.

“Devleti (kanunu) kuran şiddet” zaman içinde “(kanunu) korumanın şiddeti”ne yakalanır ve fazla görünürlüğe yakalanırsa başarısız sayılacaktır. Nurettin Topçu “en iyi idare varlığı belli olmayandır” demişti.

Ahlâkın görevi, şiddeti şiddetinde yalnız bırakmak ve şiddeti şiddetle damgalanmış haliyle teşhir etmektir. Habil, kendisini öldüreceğini söyleyen Kabil'e “elimi sana kaldırmam” diyerek şiddete şiddetle cevap vermemişti.

Bu söylediklerimi hayata geçirmek zor, nefse ağır gelen bir amelin Kur'an'daki kıssalarda sürekli karşımıza çıkıyor oluşu da “ahlâkî gaye” ile ilgili olsa gerektir.

Türkiye'de ahlâkî bir şiddet eleştirisi yapılmadığı için şiddetle başetmeyi başaramıyoruz. Şiddet, bir imha ve linç biçimidir. Ahlâk bize linç etmeyi yasaklıyor, varlığa ceza verirken dahi “hürmet et” diyor.

Hakiki kurtuluş, kurtulmak değil kurtarıştır.

Lütfi Bergen

[email protected]

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter

YORUM YAP