Dinimizin insanlara ilk emrinin “oku” olduğunu biliyoruz. Ancak okumanın da tek başına bir anlam ifade etmediğini, okuyup öğrendiklerimizi fiiliyata dökmedikçe, uygulamaya geçmedikçe okuduklarımızın sadece bilgi yığını olarak kaldığını, kullanmadığımız bilgilerin ise uygulanmadıkça unutulduğunu da...
Dinimizin ilk emirlerini aldığımız Alak Suresi'nin peşinde gelen Müddesir Suresi Peygamber Efendimiz vahiyde, “Ey bürünüp sarınan (Resulüm)! Kalk ve insanları uyar. Rabbini yücelt. Nefsini arındır. Şirkten uzak dur” şeklinde…
Elbette ki, kitabımızdaki uyarılar sadece vahye muhatap olan Peygamber Efendimizi değil, peygamberimizin ümmeti olan bütün Müslümanlara. Dünya hayatımızı okuyup yorumladıklarımıza göre tesis etmemiz, uygulamalarımızı öncelikle kitabımızın emir ve yasaklarına göre düzenlememiz isteniyor.
Bizler şu anda modern dünyanın doğrularıyla kendimizi dizayn ettiğimizden olsa gerek “oku” emrini çok iyi bilmemize rağmen, bu emri “diploma al” şeklinde algıladığımızdan beri sorunlarımıza çare bulamıyoruz.
En az 1 yıllık okul öncesi eğitim ve 12 yıllık zorunlu eğitimin ardından en basit matematiksel işlemi yapamayan, dilekçe yazacak kadar Türkçeye hâkim olamayan, hatta daha ileri gidecek olursak yazdığını okuyamayan, okuduğunu yazamayan, birçok bilgi kaynağının içerisinde bilgi kaynaklarına erişemeyen birçok gencimiz var.
Birçok bilgiyi kazandıktan sonra çalışma hayatımıza geldiğimizde de bir çok problemle karşı karşıya kalıyoruz. Bildiklerimiz bazen doğrularımıza, vicdanımıza sığmayabiliyor.
Modern dünyada ekonominin ve bürokrasinin doğruları, vicdanımızdaki doğruların önüne geçmekte. Ekonomik kaygılarla birçok doğrumuzu feda edebilmekteyiz. İnandıklarımız ile yaşadığımız çağın sanal doğruları birbirine geçmekte, doğrularımızla yaşamadığımız için de, modern ve seküler dünyanın doğruları bizim doğrularımızın yerini almakta.
Seküler dünyaya göre hareket ettikçe fıtri doğrularımızın yerini alan kanunlar (bazılarının yanlışlığını bile bile) doğrularımız haline geliyor. Kanun dediğimiz doğrular bir başka Resmi Gazete yayımının sonrasında geçerliliğini kaybetmekte iken, yürürlükten kaldırılması bir veya bir kaç imzanın hükmüne kalmışken, hükmü kıyamete kadar var olacak olan kitabımızın aksine hareket etmek bize ne kazandıracak?
Günümüz insanı banka, medya, AVM üçgeninde hayatını tüketiyor. Bu üçlünün iğfal ettiği bir dünyada Yaratıcımızı hatırlayabilmek de oldukça güç. Seküler hayatın tanrı haline getirdiği para, para dininin kıblesi haline gelmiş bankalar ve tapınakları olan AVM'ler aracılığıyla insanlar sahte kulluklara tabi olmakta; Yaratan'ını unutmaktadır.
Bir şeyin helal yollardan kazanılması bu çağın gerçekleri arasında yer bulamamaktadır. Ekonomik olmak bu çağın en temel doğrusu haline gelmiş, tüketilen şeyin helal-haram, sağlıklı-sağlıksız olması sorgulanmamaktadır. Yaşadıklarımıza ekonomik pencereden baktığımızda genelevleri kurbanla, bankaları dualarla açmayı da abes görmeyiz. Edilen duaların aslında Allah'a isyan edilmesinin kurumsal düzleme oturtulduğu mekânlara edilmektedir ve bu mekânlar için edilen duayı da şeytana ettiğimizi göremeyecek kadar kör olabilir miyiz?
Allah'a isyan içeren birçok uygulamaya müdürünün, yöneticisinin yüzüne söyleyebilecek kaç vicdanlı insan yetiştirebildik acaba? Hz Ömer (r.a.) gibi bir idareciye bile “eğilirsen seni kılıçlarımızla doğrulturuz” diyebilen sahabe-i kiramın yanında “kanunlar bu şekilde emrediyordu” diyerek kurtulabilecek miyiz?
Aldığımız eğitimi idrak edemedikçe, öğrendiklerimizi vicdanımızla tartmadıkça kör kuyularda çok debelenip dururuz.