Kadir Mısıroğlu

Sevr ölüm, Lozan hayat!…

30.09.2016 00:05:06

Yüzü Batı'ya dönük olan ‘Yeni Türkiye'nin temel taşı olan Lozan Muâhedenâmesi, Millî Mücâdele nihâyetinde İsviçre'nin Lozan şehrinde 24 Temmuz 1923 tarihinde imza edilmiştir. Bir tarafta Türkiye diğer tarafta ise başta müttefikler yani İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bulunmak üzere Romanya, Sırp-Hırvat-Slovenya (Yugoslavya) ve Polonya arasında cereyan eden müzâkereler, takriben 8 ay devam etmiş ve konferansın 4 Şubat 1923′te kesintiye uğramasıyla iki safhada gerçekleşmiştir.

Bu müzâkerelere Amerika ve Rusya müşâhid sıfatıyla katılmış, Bulgaristan ise, Ege Denizi'ne bir mahreç (çıkış yeri) talebi dolayısıyla zaman zaman dâhil olmuştur. Bu sûretle, Türkiye ve karşısındaki devletlerarasında cereyan eden müzâkereler sonunda tâ 1911 Trablusgarp Harbi'nden beri ihtilâflı olan pek çok mes'ele hallüfasl edilmiş ve karara bağlanmıştır. Ama nasıl? Maâlesef tâviz üstüne tâviz verilerek!

Yunan Harbi'nden sonra memleket dâhilinde tasavvur ettikleri inkılâp hareketlerine girişmek hususunda büyük bir acelesi bulunan ve bunlar için batılıların fiilî ve hukukî tastik ve tasvibini almak lüzumunu hisseden yeni Türkiye liderleri ve onların propagandacıları bugüne kadar devam eden bir “Lozan medih edebiyatı” nı mektep kitaplarına kadar aksettirmeye muvaffak olmuşlardır.

Bilhassa Şeflik Devri'nde “Takrîr-i Sükûn Kanunu” ile tedhiş resmîleştirilmiş ve talihsiz vatan çocukları “Sevr ölüm, Lozan hayat!” sloganıyla yetiştirilmişlerdir. Fakat aradan belli bir zaman geçtikten sonra, Lozan Muâhedenâmesi'nin çarpıklıkları gizlenemez hâle gelmiş, Kıbrıs, Adalar ve Musul gibi küllenen kayıplarımız, arzu edilmeyen bir takım tesirlerle gizlenemez hâle gelmişlerdir. Böylece Lozan'ın mükemmelliği hususunda Türk umûmî efkârında beliren şüphe gelişen hâdiselerin yardımıyla gitgide kuvvetlenerek günümüze kadar gelmiştir.

lozan 1

Bu yeni durum muvâcehesinde Lozan'ın bir kere daha ele alınması ve değerlendirilmesi şarttır. Ancak bu değerlendirme yapılırken bugüne kadar kullanılageldiği üzere “Sevr Sulh Projesi”ni miyar olarak kullanmak yanlıştır. Asıl miyar, “Misak-ı Millî” olmalıdır!
Sevr Sulh Projesi'nin Lozan'ın değerlendirmesinde kullanılmasının yanlışlığı şöylece hülâsa edilebilir: Lozan, usûlüne uygun olarak karşılıklı müzâkerelerle cereyan etmiş, ortaya çıkan muâhede metni murahhaslarca imza edildikten sonra iç hukuk kâidelerine göre alâkadar devletlerin parlamentolarında tekrar müzâkere ve kabul edilmiş ve devlet reisleri tarafından tasdik olunmuştur.

Sevr ise, Türk murahhaslarına bilâ müzâkere müthiş bir cebir ve terör havası içinde zorla imzalattırılmış, Yunanistan hâriç hiçbir devletin parlamentosunda müzâkere ve devlet reislerince kabul olunmamıştır. Bu sûretle onu gayr-i mer'i kılan, sayısız itham ve iftiralara maruz bırakılmış son Osmanlı Padişahı Sultan Vahîdeddin‘in vatanperverâne mukâvemeti olmuştur. (Bkz. Ahmed Reşid Rey (H. Nazım) Gördüklerim, Yaptıklarım, İst.1945 Sh. 199)

Bu sebeple proje hâlinde kalmış olan Sevr'i Lozan'ın değerlendirilmesinde esas almak abesle iştigalden başka bir şey değildir. (Gariptir ki, Sevr'den proje olarak bahsetmek bize mahsus değildir. Ondan Sevr-Lozan mukayesesi suretiyle Lozan'ı temize çıkarmak peşinde olan M. Kemal (Bkz. Nutuk An. 1927 Sh.403-404) ve hatta Lozan baş murahhası İnönü de (Bkz. İnönü'nün Hatıraları, Ulus gazetesi 24 Temmuz 1968 tarihli nüsha) “Proje” sıfatını kullanarak bahsetmektedirler.)

misaki milli

“Müzâkere mi, Yoksa Hapsedilme mi?”

Sevr'e iştirak eden Murahhaslardan biri olan Operatör Cemil Paşa, hatıralarında bu hususta pek geniş tafsilât vermekte ve Sevr'in imzalanması şartını şöyle anlatmaktadır:

“Avrupa'ya eski Sadrazam Tevfik Paşa ‘nın riyâseti altında gönderilecek Murahhas Hey'etinin azâsı meyanında ben de vardım. Yola çıktık. Yanımızda İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin güya seyahatimiz esnasında muâvenet etmek üzere bize terfik ettikleri irtibat zâbitleri bulunuyordu. Üç hükûmetinde birbirine itimat ve emniyeti olmadığından, hepsi bu sûretle yanımıza birer tarassut (gözetleme) memuru koymuş bulunuyorlardı.

Göz hapsine alınmış bir halde ve yolda hiç kimse ile görüşmeden Paris'e vardık (1 Mayıs 192O). Fakat Fransızlar Hey'etimizi Paris'teki büyük istasyonda indirmediler. Herkes dışarı çıktıktan sonra treni tekrar hareket ettirdiler. Gerisin geri gittik. Diğer bir şimendifer yolundan adetâ mahfuzan Versay'a vardık. Orada “Hotel de Reservoires” denilen tarihî bir binaya indik.

Fransızlar, Alman murahhaslarını da galiba bu otelde misafir etmişler. İçeriye biz girdikten sonra, kapıya da süngülü bir asker konuldu. Bu sûretle Fransa, misafirperverliğini bizden esirgememiş oldu! Lâkin “misafirperverlik” sözü sizi yanıltmasın. Otel masraflarını biz ödüyorduk! Ve sıkı bir kordon altına da alınmıştık. Değil Paris'e gitmek, hatta yanımızda bulunan Versay Bahçesi'ne bile çıkmamıza müsâade etmiyorlardı. Nerede kaldı ki, herhangi bir şahısla münâsebette bulunalım ve görüşelim! Esâret hayatımız ertesi güne kadar devam etti. Fakat artık sabrımız kalmamıştı. Vaziyeti protesto ettik, irtibat zâbitlerine:

“Dünya siyaset tarihinde, şimdiye kadar bir hey'et-i murahhasaya bu tarzda muâmele yapıldığı görülmemiştir.” dedik. “Biz, buraya hapsolmaya mı geldik, yoksa sulh konferansında bulunmaya mı?” Nihayet, Klemanson ‘u lütfen bize eylediği müsaade neticesinde serbest olduğumuzu bildirdiler! Meğer Alman murahhaslarından bu hudutsuz âtıfeti de esirgemişler! Zavallılar, Fransa'da bulundukları müddetçe, aynı binada oturmak, fakat ne içeri ne dışarı çıkmamak ıztırarında kalmışlar! Ve ne de bir ferd ile görüşebilmişler! Eski hanlara benzeyen ve otel adı verilen nesne de güzel bir bina olsaydı, yüreğimiz yanmazdı! Orada her yer pis ve bütün eşya eski idi. İnsan, böyle bir binada uzun müddet oturmak mecburiyetinde kalsa, mutlaka çıldırırdı! Birkaç gün sonra, İtilâf Devletleri'nin murahhasları gene Versay'ın tarihî salonunda bizi kabul ettiler. Loyd Corc , Klemanson ve o devrin hemen hemen bütün diplomatları hazır bulunuyorlardı, içeri girdiğimiz zaman ayağa kalkmak nezâketini lütfen gösterdiler.

Çünkü Alman Murahhas Heyetini de aynı salonda, aynı vaziyette kabul etmişler; fakat kılını kıpırdatan bile olmamış (Bunu o zaman Fransız Hariciye Nezâreti Protokol Şefi olan Mösyü Fukiver söylemişti)!

Bize de aynı hakaret yapılmamakla beraber, hepimizi husûsî sûrette hazırlanmış ve salonun bir köşesine yerleştirilmiş bulunan kürsü gibi bir yere çıkardılar! Hâlbuki ben, sulh konferansı için ayrılmış olan salona girince, yeşil çuha örtülmüş büyük bir masanın etrafında toplanacağımızı, İtilâf Devletleri murahhaslarıyla karşı karşıya oturacağımızı ve muâhedenin her maddesi için ayrı ayrı müzâkere ve münâkaşada bulunacağımızı zannediyordum. Meğer bu bir hayalden ibaretmiş ve hakikat, acı hakikat başımıza inen bir tokmak gibi bu hayali silip süpürecekmiş! Nitekim heyet-i hâkime huzuruna çıkan bir maznun gibi muâmele görüyor ve muâhedelerin maddeleri etrafında münâkaşa ve müzâkere etmek yerine bir ültimatom alıyorduk!

Bakınız, kısa bir vakfeden sonra, elinde bir tomar kâğıt olduğu hâlde ayağa kalkan Klemanson ne diyordu: “Efendiler! Siz de harbe, sebepsiz girdiniz. Çanakkale'yi yıllarca kapattınız. Muhârebenin dört sene uzamasına, milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verdiniz! Bundan dolayı, bugün size teklif etmekte olduğumuz muâhede şartları çok ağırdır, içindeki maddeleri asla müzâkere ve kat'iyyen münâkaşa etmeyeceğiz! Onların bir kelimesini bile değiştirmeyeceğiz! Kül hâlinde ve aynen -birkaç gün içinde tetkik ettikten sonra- kabul eylemenizi istiyoruz!” Klemanson ‘un bu sözlerinden sonra muâhede metnini, daha doğ rusu idam hükmümüzü hâvi dosyayı bize uzattılar. Tevfik Paşa ayağa kalktı, verilen bir deste kâğıdı eline aldı. Fakat zavallının zaten titrek olan vücudu zangır zangır oynamaya başlamıştı. (Operatör Cemil Paşa, Canlı Tarihler II, İstanbul 1945, sayfa 133-134′de)

Tamamen Farklılozan set

Sevr'in ortaya çıkmasına âmil olan hâdiselerle, Lozan'ın imzalanmasına âmil olan hâdiseler, aynı değildir. Sevr, İttihatçılar'ın mütevâli (devam edip giden) ihânetleri neticesi mağlubiyete sürüklenmiş bir devletin murahhaslarınca imza mecburiyetinde kalınmıştır. Lozan'a giden Türk murahhaslarının ise, arkasında Anadolu'da kazanılmış olan zafer vardı. Bu itibarla her ikisinin şartları birbiri ile kıyaslanamayacak derecede farklıydı.

Bugüne kadar üzerinde yazılıp söylenenlerlede belli olduğu üzere Sevr hayal edilmeyecek derecede kötü bir anlaşma olduğuna nazaran, ondan daha iyi olmak, “daha az kötü olmak” demek değil midir? Şu mukayesenin mantıkî neticesi zarûreten budur.

Devamı Yarın...

YORUM YAP