“İslam Şehri'nin merkezinde cami vardır.” Bu ifade İslâm-Osmanlı şehir mimarisi hakkında çalışan-yazan bir çok kalemin ortak ifadesidir. İslâm şehrinin merkezindeki selâtin Camileri bir külliye oluşturmaktadır. Bunlar çevrelerinde halkalanmalar şeklinde hamam, şifahane, medrese, mektep, kütüphane, aşevi, kervansaray, bedesten, imalatçılara ait çarşılar şeklinde bir yayılma gösterdiler.
Şehir ahalisinin ikamet ettiği mahalleler ise mahalle mescitlerinin etrafında inşa edildi. Mescitlerin gerek minareleri ve gerek ise büyüklükleri uzaktan bakıldığında hane-evlerden ayırt edilmeyi mümkün kılmamaktadır. Bu mescitler mahalle sakinlerinin namaz kılabileceği kadar yani 40-50 kişilik bir kapasitede idiler.
Bu mahallelerde işyerleri bulunmamaktadır. Ancak mahalle sakinleri halı-kilim-bez dokumacılığını evlerinde yapmaktaydılar. Bu evlerde tüketim sınırlı idi. Bu nedenle hane-evlerde ailenin mevsimine göre yiyeceği de hazırlanmaktaydı. Tarhana, salça, turşu, reçel, ekmek, makarna, yoğurt ve akla gelen her yiyecek evlerde hazırlanırdı. Bu nedenle erkek ve kadınlar becerikli, işbilir, “kendi elinin emeğini yer” kişiler idiler.
Evler de mutlaka avlulu ve bahçeli idi. Bahçelerde meyve ağaçları olduğu kesindir. Muhtemelen aynı mahallede komşuluk ilişkileri gereği farklı ağaçlarda yetişen meyveler de trampa edilmekte ya da mahallelinin istifadesine açılmaktaydı. Bu ağaçların budanmasından elde edilen odunun da kullanıldığı düşünülmelidir.
Tuncer Baykara'nın yazdıklarına göre şehirler idarî merkezdir. Şehirin bitiminden sonra kimi zaman 4-5 km.'ye ulaşan bir yeşil kuşak (sevad) bulunmaktaydı. Sevad'ın dışı ile “il-el-vilayet” adı ile anılan ve şehrin gıda ihtiyacını karşılayan sahadır. Bu alanda 1) Hüretim sahası, 2) Hayvancılık üretim sahası bulunmaktaydı. Şehirde yaşayanların hayvan besleme sahası ile ilgisi bulunmaktaydı. Çünkü ahali yaz mevsimini şehrin yeşil kuşağında geçirmekteydi.
Böylece şehir çapının “yürüme mesafesi” içinde olduğu ortaya çıkmaktadır.
Şehrin yüksekliğinin ise selâtin camilerin kubbesini aşmayacak şekilde tanzim edildiği söylenebilecektir.
Bu durum yeniden şehir kurmak isteyen Müslümanlara bir kıstas vermektedir. İslâm beldelerinde idari merkezin varlığı selâtin camiler ile anlaşılabilir. Yani “şehir” kavramı ile “Cum'a kılınan ve Pazar kurulan” mahal içeriğine kavuşmak kaçınılmazdır.
“Pazar kurulması” da sabit dükkanları değil köylerden mallarını şehre getirenlerle ilgili bir ticareti işaret eder. Şehir dükkanları bu pazarlar sayesinde ihtiyacı olan hammaddeleri tedarik eder ve karşılığında çiftçi ve hayvancılıkla uğraşanların taleplerini karşılardı. Örneğin hayvanla uğraşan adamın bıçak ya da urgan imalatı ile uğraşması mümkün olmamaktadır. Şehir manifaktür üretimin merkezi idi. Bu sistemde hane-evler de üretime katılırdı.
Şehir esnafının dükkanlarının mülkiyeti vakıflara aitti.
Kısaca İslâm Şehri'nin “hane-ev” sistemi halkından para devşiren, sürekli tüketim talep eden bir kontrol merkezi değildir. Modern kentler ise kaçınılmaz şekilde mimari sayesinde kent ahalisini kontrol etmekte, parasını çarpmaktadır.
Hipermarket-AVM-gökdelen-fabrika ile kapitalizmin örgütlediği kent modeline geçtikten sonra nüfusu bugüne göre oldukça düşük olan şehirler değişime uğratıldı. Böylece şehrin merkezindeki caminin yerini tüketim ya da iş-finans mekânları almaya başladı. Nüfus da bu tüketim-mekân algısı nedeniyle yoğunlaştı, büyüdü.
İstanbul 1945'de (takriben) 900.000 nüfusa sahipti.
1965'te 2.293.000;
1970'de 3.904.000;
1990'da 7.195.000
ve 2000'e 8.300.000 nüfuslu kent idi.
İstanbul'un nüfusu, bugün, 2015'te 20 milyondur.
Bütün dönemler boyunca İstanbul'un nüfusunun artması kentsel ihtiyaç gereği değildi.
Biz yeniden şehir kurmak istiyorsak bunun nüfus bakımından da bir ölçüsünün olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bir şehir, günümüz şartlarında 1 milyon nüfusu aşmamalıdır.