“Kimlik, geçmişte inşâa olunan bir binadır” diyen Şaban Teoman Duralı, bu ifadesini “Sümerlilerin kayda değer becerisi, tarihi başlatan devrimi yaratacak yazıyı icad etmek olmuştur. Bunun yanında, ilk devlet kurucu kültür olma şânını da taşırlar” (Duralı, 2010: 22) görüşüyle destekler.
Türklerin Tarihi:
Jean R-Paul Roux'un verdiği bilgiye dayanarak “Türklerin Sibirya ormanlarındaki, daha özgül bir ifadeyle Yukarı Yenisey çığırındaki, Karasuk dönemi şeklinde de adlandırılan geçmişleri, M.Ö. 1200'lere değin gerisin geriye götürülmektedir” (Duralı, 2010: 27) demektedir. Duralı'ya göre “Kadîm Türkler, baskın bir ihtimalle, soğuyup kuraklaşan iklim şartları yüzünden, yemlenmek amacıyla güneye yönelen ren geyiği sürülerinin peşinde, Milâdî yıllara yakın dönemlerde orman kuşağının, Balkaş gölünün güneyinde kalan bozkırlara intikal etmişlerdir” (Duralı, 2010: 27). Teoman Duralı'nın Türklerle geyikler arasında kurduğu bu iktisadî/siyasi/içtimaî ilişkiselliğin “AT” ve “DEMİR” konusunu gözden kaçırdığını söylemek mümkündür. Biz Türk'ün Kanadı At başlıklı çalışmamızda atın Türkistan'da (Orta Asya'da) M.Ö. 6. veya 8. bin yıllarında ehlileştirilmiş olabileceği ihtimalinden bahseden kaynaklara ve görüşlere yer vermiştik. Bu görüşlere itibar edildiği takdirde Türk tarihini M.Ö. 1200'lerde tutmak gerçekçi sayılmayacaktır.
Nitekim kitabının ilerleyen sayfalarında Duralı, Çin kaynaklarına atıf yaptığında Türk'ün tarihi daha geriye gitmektedir:
“Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa M.Ö. 1766'da geçer. Bu, Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş, Çince Tujue, Orta Asya dillerinde Turuk/Türük sanını taşıyan bir halkın dilidir. Turuk/Türük, o kavmin gerçek adı olmayıp şanlı, şerefli, asil anlamlarına gelen bir sandır, unvandır. Bir ihtimal Hsiung-nular (Hunlar) kendilerini bu sanla nitelemekteydiler (…) Orta doğu Avrupa düzlüklerine yerleşmiş Macarların dilinde Turuk/Türük, Töröke dönüşerek Türk anlamına gelmiştir (…) M.Ö. dördüncü yüzyıldan itibaren (…) Hsiung-nuları devlet çatısı altında ilk birleştiren Täŋrinin, yahut daha yaygın kullanılıyla Tengrinin (Gök Tanrı'nın) yeryüzündeki gölgesi ve temsilcisi olarak kabul edilen ve Çince yazılışıyla T ou-man (Teoman: M.Ö. d. ?-ö. 209) Han olan hükümdardır (…) Hun devleti git gide çaptan düşerken onun yerini (…) ilk defa M.Ö. 1766'da Tujue diye anılan, ileriki yüzyıllarda T u kiu biçiminde bilinecek olan Göktürkler alır. Onların tarihteki ilk devleti M.S. 501'de Oğuz Han Destanı'nda anılan Oğuz Han tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir (…) Oğuz Han'ın Mete Bagatır Han'dan (Mao Tun) başkası olmadığını öne süren tarihçiler olduğu gibi, Bumin Han olduğunu öne sürenler de var” (Duralı, 2010: 28).
Görüleceği üzere Teoman Duralı'nın tasavvurunda “Türk tarihi” devlet sistemli bir millet anlamında M.Ö. 209'larda ortaya çıkmıştır.
Osman Nedim Tuna, Sümer-Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ve Türkçenin Yaşı Meselesi başlıklı makalesinde Sümerce ile eski Çağatay Türkçesi arasında 168 kelimenin birbirine benzediğini ifade etmektedir. O. N. Tuna araştırmasının sonuç kısmında bu benzerlikten hareketle şu ifadelere yer verir:
“1) Sümerce ile Türkçe çok daha eski bir devirde birbiri ile akraba olmuş olabilir veya olmayabilir. Bu konu bizi burada ilgilendirmiyor. Fakat Sümerlerle Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi bulunduğu hususu bu 168 kelime ve gerekli açıklamalarla ispatlanmıştır.
2) Türklerin en az M.Ö. 3500'lerde Türkiye'nin doğu bölgesinde bulunduğu tespit edilmiştir.
3) Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır. Eğer doğuştan, Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabitse ilk Türkçe veya ana Türkçenin muazzam bir zaman önce yaşaması gereklidir. Bu sonuç (…) 1983 Ağustos'unda yayımladığım Altay Dilleri Teorisi adlı çalışmamda “Türk dilinin archeology ve glottochronology araştırmalarımdan hareketle ileri sürdüğüm yaşı, en pinti hesaplara göre 8500'dür” (s: 52-55) ifademle karşılaştırılabilir. Şimdi bu rakam doğrulanmaktadır. Çünkü Ana Türkçeden Ana Doğu ve Batı Türkçesine kadar geçen zamanı da hesaba katarsak, bu devreden zamanımıza kadar geçen 5500 yılın ikiye katlanması mümkündür.
4) Bugün yaşayan dünya dilleri arasında en eski yazılı belgelere sahip dil Türk dilidir. Bunlar, çivi yazılı Sümerce tabletlerdeki alıntı kelimelerdir” (Tuna, 1989: 288-289).
Osman Nedim Tuna'nın Sümerce-Türkçe ilişkisi hakkındaki kelime benzeşliği üzerinden geliştirdiği bu tez akademik çevrede henüz yanlışlanamamıştır.
Bir dil, bir toplum tarafından konuşulmakta ve yazıya geçirilmekte ise o dili kullanan toplumun tarihi-millî mirası kullandığı söylenebilecektir. Nitekim Teoman Duralı, “Dirimsel-türsel kalıtım gen aracılığıyla olurken, toplumsal-millî miras yazı yolundan gerçekleşir” (Duralı, 2010: 16) demektedir. Osman Nedim Tuna'nın vardığı neticeler Sümer çağında Türkçe konuşan bir milletin bulunduğunu ve Sümerlerin bu milletten kelimeler aldığını işaret etmekte, aynı zamanda Türklüğü Ş. Teoman Duralı'nın verdiği yıllardan çok önceki bir zamana çekmektedir.
Türklerin Soy Kütüğü:
Ş. Teoman Duralı'nın Türklerin soy kütüğünü Hz. Nuh'a bağlamadığı görülmektedir. Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terakime başlıklı eserinde ise Türklük Hz. Âdem'den gelen şecereye Hz. Nuh vesilesiyle bağlanmaktadır.
“Tanrı Taâla'nın emri ile toprak suyu kendisine çekti. Gemi Musul denilen şehrin çok yakınında Cûdi denilen dağdan çıktı (…) Nuh peygamber üç oğlunun her birini bir yere gönderdi. Ham adlı oğlunu Hindistan ülkesine gönderdi. Sam adlı oğlunu İran memleketine gönderdi. Yafes adlı oğlunu Kuzey Kutbu tarafına gönderdi. Ve üçüne dedi ki: İnsanoğullarından siz üçünüzden başka kimse kalmadı. Şimdi siz üçünüz üç yurtta oturun. Ne zaman çoluk çocuğunuz çoğalırsa, o yerleri yurt kılıp oturun dedi. Yafes'e bazıları peygamber idi demişlerdir ve bazıları da peygamber değil demişlerdir. Yafes, Cûdi dağından gidip İtil ve Yayık suyunun yakasına vardı. İki yüz elli yıl orada durdu, vefat etti. Sekiz oğlu var idi: Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimeri, Tarih. Yafes, öleceği sırada büyük oğlu Türk'ü yerine oturtup diğer çocuklarına dedi ki: Türk'ü kendinize padişah bilin (…) Çadır evi (otağı) o çıkardı. Türklerin içindeki bazı âdetler var, ondan kaldı” (Ebülgazi Bahadır Han, 23-24).
Ebülgazi Bahadır Han, Yafes'in oğlu Türk'ün dört oğlundan bahseder: Tütek, Çiğil (Çekel), Barsçak (Berseçar), Amlak (Emlak). Yafes ölünce hakanlık Tütek'e geçer. Tütek'in Türklere pek çok âdet getirdiğini söyleyen Ebülgazi Bahadır Han, yemeğe tuz koymanın da onun zamanında başladığını belirtir. Tütek, oğlu Amılca Han'ı yerine hakan olarak atar. Hakanlık Amılca Han'dan Bakuy Dip Han'a, ondan Kök Han'a, ardından Alınca Han'a geçer. Alınca Han'ın ikiz oğlundan birinin adı Moğol, diğerinin ise Tatar olur. Moğol Han'ın dört oğlu ise Kara Han, Kür Han, Kır Han, Or Han'dır.
Ebülgazi Bahadır Han'a göre Türkler Yafes'ten Alınca Han'a kadar Müslüman idi. Alınca Han padişah olunca halkın nüfusu ve malı arttı ve servetten dolayı Tanrı'yı unuttular, kafir oldular. Kara Han zamanında kafirlik o değin muhkem idi ki, eğer bir Türk babasının Müslüman olduğunu işitse onu öldürür veya bir baba oğlunun Müslüman olduğunu duyarsa onu katlederdi (Ebülgazi Bahadır Han, 24-26).
Ebülgazi Bahadır Han, Oğuz'un kıssasını da anlatır, “Oğuz'u Tanrı Taâla anadan doğma veli yaratmıştı” der (Ebülgazi Bahadır Han, 27).
Ş. Teoman Duralı'ya göre Türkler bidayette Moğolların etkisinde kalarak Kam (Şaman) olan oymaklar ile Göktanrı (Täŋri) dininde idiler. Bu dinin peygamberi, vahyi, tapınağı, ibadet şekilleri, ruhban taifesi yoktur (Duralı, 2010: 41). “Göktanrı, Allah'ı andırır biçimde yaradan ve âlemlerin Rabbı olmayıp Türk budununa mahsus bir tanrıdır. Gök, yer yahut toprak ile su kutsaldır. Göktanrının yani Täŋri'nin karşı kutbu yer tanrıçası Omay'dır” (Duralı, 2010: 41).
Oğuz Destanı anlatılarında (Kaşgarlı Mahmud'da da vardır) Türk'ün Hz. Nuh'a bağlanan şeceresi aynı zamanda “teşkilatlanmış ordu-millet” tasavvurunu getirir. Hz. Nuh'un Yafes'i, Yafes'in Türk'ü “Han” ilan ettiği ve dirlik-tımar toprağı verdiği görülür. Bu yapı, yani Hanlık ve tımar toprağı (Mülk), bir devlet tasavvuru getirmektedir. Ş. Teoman Duralı ise Türklerin siyasî-tüzel bir kişilik olarak tarihe çıkışını altıncı yüzyılda Göktürklerle başlatmaktadır (Duralı, 2010: 40).
Duralı'ya göre Çin'e tâbî olmayı reddedenlerle Türk hanlığı çatısı altında budunun aslî efradının dışında kaldıkları için ülkesinde barınamayanlar Türk budununu oluşturmuştur. Duralı'ya göre Budun, kandaşlığı esas alan kavimlilikten (ethos) ziyade, halk/millet (demos) anlamına gelmektedir. “Eli silah tutan savaşçı halk yahut millet” anlamında ve orda yahut ordu olarak anılan bu yapı, bir kavmî (ethnikos) öbek değil savaşçılar topluluğudur. Göktürklerin halk-devlet birliği budunu teşkil etmiş ve budunun devleti ile ülkesi “İl” yahut “El” adıyla tanımlanmıştır. İlin başında han/kağan bulunur ve gönüllü olarak boylar birliği uruk'a katılanlar da Göktürk sayılırdı. Duralı'ya göre Türkler kavmî esaslı toplum (kun) değildir (Duralı, 2010: 40-41).
- Duralı Şaban Teoman, Omurgasız Türklük, Dergâh Yayınları, 2010
- Ebülgazi Bahadır Han, (Şecere-i Terakime) Türklerin Soy Kütüğü, (Haz. Muharrem Ergin), Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayım yeri ve yılı belirtilmemiş.).
- Tuna Osman Nedim, Sümer-Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ve Türkçenin Yaşı Meselesi, Belleten Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Sayı: 7, ss: 257-293, 1989