Lütfi Bergen

Ramazan ayının sosyo-ekonomisi

22.05.2018 16:41:15

“Ramazan” kelimesi, “koyun sürüsü kızgın güneşin altında otladı, ciğerleri susuzluktan kurudu” anlamına geldiğine göre, “şehr-i Ramazan” da, “topluca oruç tutma, kızgın güneşin altında yağmuru bekleme ayı” olarak anlaşılabilecektir. Böylece birbirinden farklı iktisadî-içtimaî yönelişleri olan taifelerin açlık, susuzluk, nefse gem vurma gibi ortak bir amelde buluşmaları sağlanmış olmaktadır. Ramazan'ın asıl önemi, zenginlerin sofrasının zengin-fakir herkese açılmasında husule gelmektedir (ortaya çıkmakta, doğmaktadır).

Böylece “sürü olma” özelliğini yitirmiş toplumun tekrar aslına dönmesi telkin edilir.

Kitab-ı Kerim'deki “Yoksula, yetime, esire seve seve yemek yedirirler” (76 İnsan 8) ayeti, Ramazan ayında içtimaî bir ubudiyet (içtimaî kulluk) haline gelir. Toplumun üstünü örten kabuk, sofranın serilmesiyle, Allah'ın nimetlerinin paylaşılmasıyla “insan” kelimesinin vahiyde nitelenen menfi yüklerinden (cimrilik, kan dökücülük, bozgunculuk, nankörlük, acelecilik-tahammülsüzlük, tevekkülsüzlük) kurtulur.

İftar, bu kabuğu çatlatacaktır.

Bu ay, Müslüman olan her ferde şunu telkin etmektedir: “İslâm toplumunda yaşıyorsun. Bu toplum, sofra açmakta, yaraları sarmakta, borçluların borcunu silmekte, zenginlerin kanatlarını garibanların üstüne germelerini sağlamaktadır. Korkma! Allah seni fakirken dahi şerefli kılmıştır.”

Ancak bu telkin, nüfusun devasa büyüklüklere çıktığı modern Müslüman toplumlarda giderek zayıflamaktadır.

Sofranın mekânı, iftar kavramının içeriğindeki fatır/fıtrat kavramlarıyla akraba olanı, yani “açma”, “yarma”, “tohumundan/çekirdeğinden çıkarma” anlamını karşılamayacak şekilde fakirlerden “arındırılmış” olarak seçilmektedir.

Bu haliyle Ramazan, “sürü olma”, “karşılıklı olarak oruç tutma”, “kızgın güneşin altında birlikte bekleme” eyleminden koparılmaktadır.

Geçmiş Ramazanlar ile günümüz Ramazanları arasındaki temel fark, “sofra tutma”nın metodunun değişmesinden hareketle gözlenebilecektir.

Günümüz toplumunda Ramazan çadırlarının belediyeler eliyle kurulması, dinin toplumsal boyutunun görünürleşmesi bakımından önemli bir hamle sayılmalıdır. Ancak bunun “sofra açma”nın nihai ve asıl hali olmadığını da idrak etmeliyiz.

Eski Ramazanlarda iftar zamanı her evin kapısı açık tutulmakta, herkesin istediği eve girerek orucunu açabilmesi sağlanmaktaydı. Ramazan sofrasında önce iftar yapılmakta, ardından namaz kılınmakta, dua edilmekte ve en nihayet sofraya oturulmaktaydı.

Sadece bu toplumsal tatbikat (kültür) bile Osmanlı içtimaî hayatının fertleri ne derece birbirine yaklaştırdığının göstergesi sayılmalıdır. Dolayısıyla eski kültürde “iftar vesilesiyle sofra açma”, üç-dört çeşit yemeğin hızlıca yenip topluluğun dağılmasından ibaret kalmamaktaydı. Sofra başında toplanan fertlerin birbirini tanıması, sohbet etmesi, yaralarını sarması amaçlanmaktaydı.

“Sofra açmak”, sadece zenginlerin fakirlere yönelmiş infak ibadeti olmayıp, fakirlerin de sevabından mahrum kalmadığı büyük bir amel olarak kabul edilir ve “muhtaç oldukları halde rağbet ettikleri şeylerde başkalarını kendi nefislerine tercih ederler” (59 Haşr 9) ayetinin tahakkuku için vesile bilinirdi.

Osmanlı'da hayata geçmiş bu kültürün “ev içi” bir hayat tanzim ettiği çok açıktır. İftar, mahallede ve evlerde yaşanan bir toplumsallık vesilesiydi.

Modern toplumda “sosyal adalet” hisleriyle gerek belediyelerin gerek vakıf-dernek-sivil organizasyonların tesis ettiği iftar sofralarının rû be rû ilişkileri ve “sürü bilinci”ni açığa çıkarmada başarısız kalmasının nedeni “toplumsallık” arayışının agoralarda dolaşarak elde edilmesidir. Günümüzde fertlerin ev dışına, mahalle ötesine "çağrılarak" bireysel oruçlarını kalabalık içinde "teklik hali"nde açmaları, yeni bir kültürün yayıldığını göstermektedir.

Osmanlı toplumundaki Ramazan ayının sosyo-ekonomik neticelerini modern toplumda elde etme fırsatı giderek zayıflıyor. Bunun “birey”lerden oluşan bir topluma dönüşmüş olmamızla doğrudan ilişkisi bulunmaktadır.

Zenginler fakirlerin, fakirler de zenginlerin evine misafir olamıyor. Evlerde yemek yenmiyor. Osmanlı toplumunda mahalle sakinleri birbirine maddi-manevi kefil iken günümüzde Ramazan'ın “karşılıklı oruç tutmak” anlamını kaybettiğimiz için oğul, babasının sofrasından uzak düşüyor. Kimse kimseyi kendi açtığı sofrasına çağırmıyor.

Manevî bir kıtlık aramızda yayılıyor.

YORUM YAP