Allah-ü Teâlâ'nın, Hz Muhammed (a.s.)'i diğer peygamberlerden üstün kıldığı gibi, Kur'a-ı Kerim'i diğer kitaplardan, Cuma'yı diğer günlerden, Kadir Gecesi'ni diğer gecelerden, Mekke'yi diğer beldelerden, Kâbe'yi diğer mekânlardan, iftar anını diğer anlardan, Ramazan ayını da diğer aylardan üstün kılmıştır.
Ramazan ayı, iftar anı ve Kadir Gecesi hakkındaki Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerdeki müjdelerin çokluğu, calibi dikkattir. Ramazan orucu hakkıyla ifa edildiğinde beden ve aklı maddi kir, ruhu da manevi bunalmışlıklardan arındırır. Öte yandan bu ay, dünya nimetlerinin paylaşımındaki adaletsizlikler yüzünden kaybedilen sosyal barışın yeniden tesisine imkân tanır. Yemek, içmek ve cinsel ilişki gibi kullara ait hasletlerin, Allah (c.c.) tarafından belirli bir süre uzak kılınması, bir yandan nefsin ıslahını, diğer yandan da bu nimetlerin kadri kıymetinin bilinmesini sağlıyor olmalı. Allah istediği için, O'nun istediği sürede bu nimetlerden uzak kalmak, hem nimetlerin sahibine yaklaştırır, hem de O'nun ile daha güçlü bir ilişki ortaya çıkarır. Orucu, "nefsi hazlardan yükselmek" diye tarif eden İbn Arabî iftar vaktini şöyle anlatır: Oruç gerçekte bir şey yapmak değil, yapmamaktır. Böylelikle Allah ile oruç arasındaki ilişki güçlenmiştir. Oruç gerçekte bir ibadet ya da amel değildir. Oruca amel denilmesi mecazîdir. Çünkü Allah Kudsî Hadis'de şöyle buyurur: "Oruç'un dışındaki bütün amelleri kulumun kendine aittir. Oruç ise bana aittir. O'nun mükâfatını Ben vereceğim..." Allah (c.c.), cennette oruca özel bir kapı ayırmış ve onu kemâli isteyen bir isimle "Reyyan Kapısı" diye isimlendirmiştir. Oruçlular bu kapıdan girecektir. Kelimenin kökü ise kanmak anlamındaki "riyy", içmede doygunluk demektir. "Ramazan" Allah'ın isimlerinden biri olup, "es-Samet" ismiyle aynı manaya gelir. Bir Hadis-i Şerif'te ise şöyle buyrulur: "Şeytan, Âdemoğlunun damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun dolaşma yerlerini açlık ve susuzlukla daraltınız!" Ramazan ayında oruç farizasını yerine getirmeye niyet eden Mü'min, sadece açlığa ve susuzluğa değil, hakkı kavrayıp, nefsinin tutacağı oruca da niyet etmeli. Zira oruç tutmak, ruh ve özün şerre sevkini engellemek, nefis ve şeytanın kuvvetlerini kırmak içindir. Bu ise, ancak iftar zamanında az yemekle mümkün olabilir. Bir kişinin iftarlığı oruçlu olmadığında ne kadar ise, ondan daha fazla değil hatta daha azı olmalıdır. Zira Ramazan ayı, gündüzünde muhtaçlığın, gecesinde ise kulluğun tadına erişme yahut bir nevi şereflenme ve terfi ayıdır. Yani Ramazan ayının gündüzü Allah'a, gecesi ise kula aittir. İşte bu yüzden olsa gerek, Allah Azze ve Celle, kendisi muhtaç olduğu halde mâlik olduğu şeyleri kendinin sanarak sürekli büyüklenen, böbürlenen, zorbalaşan, zulmeden, muhtaçlara tepeden bakana, bir nev'i yoksunlukla kendini hatırlatmasıdır oruç. Özellikle çok yiyenlerin daha çok acıkmasının belki de gerçek nedeni budur. İmam-ı Gazali (r.a.)'e göre avamın, havassın, Ahass'ul-Havass'ın orucu olmak üzere, orucun üç derecesi vardır. Avamın orucu: Bu oruç, mide ve tenasül uzvunu şehvetlerden sakındırmak, yani yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmaktan sakınmaktır. Havass orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sair azaları günahlardan uzak tutmaktan ibarettir. Havass'ın orucu, sâlihlerin orucudur ki, onlar iftarda az yer, iftar sonrasında korku ile ümit arasında olurlar. Ahass'ul-Havass'ın orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp, Allah'tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır. Böyle bir oruç, Allah'tan ve kıyamet gününden başka bir şeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse, dünyayı düşünmek de bu orucu bozar. Fakat din için istenilen dünya, ahiretin azığı olduğu için dünyalıktan çıkar ve böylece bu orucun bozulmasına vesile teşkil etmez. Hatta kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek suretiyle fikir yürüten kimsenin hatada olduğunu kaydetmişlerdir. Çünkü bu Allah'ın fazlına güvensizlik, Allah tarafından vaat edilen rızka tam inanmamak demektir. Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir. Bu mertebenin sözle anlatılması mümkün değildir. Bunun tahkiki sadece amelî yönden mümkündür. Çünkü bu, himmetin bütünüyle Allah'a yöneltilmesi ve Allah'tan başka her şeyi bir tarafa itmek demektir. Diğer iki mertebe bir yana, acaba avam olarak bizler, avam gibi oruç tutabilmekte miyiz? Oruçlu iken bunlardan uzak durmak, iftarla sahur arasında ise dilediğin kadar yiyip içmek midir oruç? İftardan sonra, Ramazan ayı öncesine geri dönmek midir? Hayır! Hayır! Bir Müslüman, helâl bile olsa dilediği kadar yemez, yiyemez. Oysa pek çok Müslüman acıkma korkusuyla sahur, açlığın verdiği şehvetle de iftarda normal zamandan daha fazla yiyip içmiyor mu? O halde, gelin bu Ramazan ayında yeni ve temiz bir sayfa açalım. Sadece sahurla iftar arasında yiyip içmemeye değil, aynı zamanda yalandan, riyadan, şüphelilerden ve batıldan sakınmaya niyetlenelim. Yer ve gök ile arasındakileri seyredip, onlara yapa geldiğimiz zulüm ve haksızlığı düşünüp, nedamet edelim. Emaneti hatırlayıp, kendimizi bilmeye ve bulmaya, dostunun ve bilcümle Müslümanların derdini anlamaya da niyetlenelim. Niyetlenelim ki, kalbimiz sadece damar tıkanıklığı yüzünden değil, aynı zamanda ümmetin derdiyle de sızlayabilsin. Ramazan bütün insanlığa mübarek ola! twitter.com/cankemalozerBİLGİ HATTI