Can Kemal Özer

Polat’ın ektiği tohum, liyakatsiz fetva ve saldım çayıra akademisi

18.01.2016 08:00:32

Sıkı bir dizi izleyicisi değilsem de, Kurtlar Vadisi dizisinin pek çok bölümünü çalışırken izlemişimdir. Kolay bir iş değil 13 yıl ara vermeden yayında kalmak ve başarı grafiğini sürdürmek. Eleştirilecek bazı yönleri bulunsa da, gündemi takip ederek aktif bir dizi yürütmek gıpta edilecek bir beceri.

Bakülü kardeşlerimiz de bu dizinin hayranı. Bir mağazaya girdik, mağazadaki müşteri bakmakta olduğumuz şeyi işaret ederek ‘Kurtlar Vadisi'ndeki Zaza dayı da bundan giyiyordu' dedi. Bir başka yerde ise yine Polat Alemdar karakteri örneklendi. Bunun üzerine sordum: ‘Galiba dizi çok beğeniliyor burada'. ‘Hem de hastasıyız' dediler. Bazıları ise ‘Polat Alemdar neden namaz kılmıyor. O namaz kılsa, burada insanlar namaza başlar. Keşke söyleseniz de sık namaz kılsa, eve de ayakkabı ile girmese' diye de eklediler.

‘Deli Hüsnü' rolündeki Adnan Erdoğan ağabeye mesajınızı ileteceğim dediğim de, ‘tanıyor musun' diye heyecanlandılar. Zira varları yokları Türkiye. İstanbul ve Türkiye'ye sevdalılar. Biz ise ne yapıyoruz? Ekran ve dizilerdeki kötü lisan ve örneklerle onları da kendimize benzeterek bozuyoruz. Lenin ve Stalin'in yapmadığı lisan tahribatını yapıyoruz. Biri, Türk dizilerinin Azerbaycan'ı bozduğunu söyledi. ‘Keşke Büyük adam Recep Tayyip Erdoğan bunları bilse' diye de ekledi kendi o güzel, öz be öz Türkçeleriyle. Elçiye zeval olmazmış.

Kurtlar Vadisi Pusu'nun geçen Perşembe yayınlanan 279'uncu bölümünde takdire şayan bir tohum mesajı verildi. Hoca, Polat'ın kızını bir tarlaya getirip, ‘burayı bombalayacağız' diyerek yanındaki tohumları işaretle ‘en kıymetli hazinelerimiz burada' diyor. Çocuğun ‘bunların bomba olmadığını biliyorum, nedir bunlar' sorusunu şöyle cevaplıyor: (Mustafa Cihat bey yanıt değil, cevap):' Yediğim meyvelerin tohumlarını hiçbir yere atmam.' Çocuk ne yaptığını sorunca da:  ‘Sebze ve meyveleri kurtarmaya çalışıyorum. Onları geldikleri yere, tabiata iade ediyorum. Şimdi sen bunları toprağa serpeceksin. Sonra üstüne yağmur yağacak. Birde bakmışsın ki, sebzelerin meyvelerin büyümüş' diye devam ediyor.

Kız tohumları toprağa atarken, devreye Güllü giriyor: Yediğim meyvelerin tohumlarını ben de size mi getirsem? Dediğinde, hoca ‘ama kısır olanları getirme' şeklinde uyarıyor Erhan'ı. Bu kez ‘tohumun da mı kısırı olur' sorusuna ise ‘Her şeyi kısırlaştırıyorlar. Sen de yediğine içtiğine dikkat et. Herkesin bir şey yapması gerekir. Eskiden köylü yediği karpuzun, kavunun çekirdeğinden tohumunu ayırır, seneye de onları eker ve mahsul alırdı. Şimdi ithal gelen tohumları bir kere ekiyorsun, aldığın ürünün çekirdeğinden tohum olmuyor, çünkü kısır. Niye? Çünkü yeniden tohum almak zorunda bırakıyorlar seni…

Haberin var mı senin, tohumlar için Türkiye kaç para ödüyor? Son on sene benim bildiğim nerdeyse 1 milyar dolar.'Erhan hayret içinde soruyor: ‘Biz domatesin, karpuzun tohumuna 1 milyar dolar mı veriyoruz?' Cevap: ‘Ne sandın! Karpuzun, hıyarın tohumunu Amerika'dan, domatesin tohumunu Fransa'dan, bildiğin lahananın tohumunu da Almanya'dan yahut Hollanda'dan alıyoruz. Yiyip bitiriyoruz, gelecek sene yine alıyoruz. Yine paralar ödeniyor…' Bu cümleler pek çok kişi gibi Güllü Erhan'ın ‘da iştahını kaçırıyor.

Hoca dönüp bu kez: ‘Haa yiyeceksin, ama ne yediğini de bileceksin yavrum. Vatanın toprağına nasıl sahip çıkıyorsan, tohuma da öyle sahip çıkacaksın…'

Demek isteyince oluyor. Diziler dertlerimize parmak basıp topluma isabetli ve güzel mesajlar verebiliyor. Bu nedenle Kurtlar Vadisi Pusu ekibine teşekkür ve takdirlerimi iletmek isterim. Ne olur, millete moda illetini musallat etmeyin. Tohum gibi kaybettiğimiz ve hatta kaybettiğimizi bile fark etmediğimiz değerlerimizi anlatın. Anlatın ve daha uzun ömür niyaz edelim size. Zira tohum hususunda yaptığınız Hakk katında da ecri olan bir amel.

DİYANET, FETVA VE LİYAKAT MESELESİ

Diyanet'i bahane ederek İslam'la savaşmaya çalışan budala takımı, sorunlu bir metin üzerinden saldırılarını sürdürüyor. Diyanet, sorumluları açığa aldığını bildirdiği hâlde, bu ahlak yoksunu taife bildiğini okumaya devam ediyor.

Bu bize, Diyanet İşleri'nin daha hassas olması gerektiğini gösteriyor. Şu akademik hastalığının Diyanet'i de sarıp sarmaladığı son yıllarda meselenin titr değil; ilim, samimiyet, ahlak ve ehliyet olduğunu bir kez daha gösterdi bu hadise. Diyanet'i çok kez eleştirmiş biri olarak samimiyetinden şüphe duymuyorum.

Bu musibeti bir nasihat olarak kabul edecekleri düşüncesiyle, kurumun önemli ölçüde kaybettiği liyakatin tesisi için gayret hatırlatmasında yarar var. Diyanet'te torpil, suiistimal ve liyakatsiz kimselerin görevlere getirilmesi, Diyanet'ten çok İslam'a fatura edilir. Bu da sorumluların hesabını çetinleştirir, vebali büyütür.

Diyanet mensuplarının özel toplantılarında içten içe kaynadıklarını çok kez müşahede ettim. Bu sadece onlara has bir dert olmadığı için, faturayı onlara kesmek istemem. Zira modern zaman hastalıklarına müptela olmuş günümüz Müslümanlarına şamil olduğunu bildiğimizden, bazen es geçiyoruz. Ama Diyanet yöneticileri bunu görmezlikten gelemez, gelmemeli. Modern dünyayı, şeytanların (hânnasın) ifsadlarını, tabiattan lisana, kurumlardan insana dair tüm tahribatları onlar daha iyi görmek ve önlem almak makamındalar.

SALDIM ÇAYIRA ÜNİVERSİTESİ VE AKADEMİSYENİ

Bu toplum doktor, hukukçu (hâkim, savcı, avukat) mimar-mühendis ve akademisyenleri kutsiyet atfedecek kadar büyütür. Bu yüzden de çocuğuna bu meslekleri telkin eder. İstidadı var mı, yapabilir mi diye düşünmeden zorlar. Bunun ana nedeni, toplumdaki statüleri ve gelirleri…

Mimar mühendislerin inşa ettiği kakafonik şehirleri görüp de eleştirecek bilinçten yoksunlar. Hukukçulukla, adaletin aynı şey olmadığını fark edemiyorlar. Bir doktor ‘hasta değilsiniz' dediğinde üzülen ‘ameliyat edeceğiz' dediğinde ise mutlu olan bir toplum gerçeklere karşı kördür elbette.

Üniversite öğretmenlerini bilim adamı sananların, PKK'yı destekleyen ‘bildiriyi okumadan imzaladım' diyecek kadar acz içindeki kitleye dair kanaatleri değişir mi? Sanmam. Zira mesele statü ve para. Bu yüzden kolay değişmeyecek. Devletin liyakatten ziyade diplomaya, ilimden ziyade mevzuata uygunluğa, tecrübeden ziyade yakınlığa, ahlaktan ziyade kişisel gelişim denilen bencilleşme arsızlığına önem verdiği müddetçe, bu tür bildiri mikroplarıyla yaşamaya devam edeceğiz.

Günümüz üniversitesi ülkeye de, ilme de hizmet etmez. Onun varlık nedeni arsız, liberal batılı değeri kitleleştirmek, tüm insanları bu ahlaksızlık hastalığına müptela etmek... Menşe itibariyle bize ait olmadığı gibi, varlığıyla bizden de değil. Verdiği bilginin sahihliğini tartışmaya bile değmez. Zira intihal ve ifsad dolu. Sözde makaleler yazarak pirim yapılan bir sisteme tapındığımız sürece biz buna müstahakız demektir. ‘Üniversiteler Amerikan İmparatorluğu' ve ‘Yenilenme' eserini okuyanlar ne dediğimi kestirmeden anlar.

 

 

  1. ahmet ahmet

    Kemal bey okunacak kitaplar listesi bir kay makaledir yayinlamiyorsunuz!!!(Editör'den: Makalenin sonunda 2 adet var)

YORUM YAP