Nurettin Topçu ve Anadoluculara bakılırsa kökleri Orta Asya'ya giden bir “Türk Tarihi” bulunmamaktadır. Mehmet Halit Bayrı, Mükremin Halil Yinanç gibi Anadolucular Orta Asya'dan gelen “Türklüğü” temel almazlar. Anadolu'ya gelen bu soydan doğmuş “yeni bir millet” görürler. Topçu'ya göre de İslâm'ı kabul eden Türklerin 1071'de Anadolu'ya gelmesi ve çiftçilikle uğraşması Anadolu'nun uygarlığı üreten kavimleriyle kaynaşması yeni bir toplumun doğuşuna fırsat vermiştir. Nurettin Topçu, bu konuda şöyle yazmıştır: “Bizim milletimiz, Orta Asya'dan kaynayan Türk ırkından çıkmış ve dokuz yüz yıl önce Anadolu'da kurulmuştur. İlmî adı “Anadolu Türkleri Tarihi” olan bu millet, Türk ırkından ayrılan Oğuz boylarının Müslüman olarak Anadolu'ya yerleşmeleri ile başlamış oldu” (Nurettin Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergâh Yayınları, 1978: 50).
Anadolu Dergisi'ne dair önemli bir makale yazan Necati Tonga, Mükremin Halil'in aşağıda nakledeceğim fikirlerini de Anadoluculuk düşüncesinin temellendirilmesinde önemli olduğunu düşünür: “Milliyet cereyanının gelişmesinden sonra tarihimize Türk tarihi denmeye başlandı. Fakat Türk tarihi denilince bizim tarihimiz değil Türkistan tarihi hatıra geliyordu. Bazıları buna –eski zihniyetle- Osmanlı Türkleri tarihi dediler. Oysa tarihte böyle bir il ve ulus yoktur. Osmanlı Türkü, Selçuklu Türkü manasız tabirlerdir (…) Türk tarihi deyince bizim tarihimizle birlikte Azerbaycan'da, Irak'ta, Suriye'de, İran'da, Türkistan'da, vb. devlet kuran Türk kavmine mensup il ve ulusların tarihi hatıra gelir (…) Türkler yeni bir imparatorluk kurarak Rumeli'yi, Suriye ve Irak'ı elde etmişlerdir. Öyle ise tarihimizin adı Anadolu Tarihi'dir” (Tonga Necati, Anadolu Mecmuası (1924–1925) ve Anadoluculuk Fikri Üzerine Bir İnceleme, Türk Yurdu Dergisi, Cilt: 31, Sayı: 285, Mayıs 2011).
Nurettin Topçu'nun da, Anadolucuların da vurguladığı husus, kanaatimce Müslüman Oğuzların millet olma süreçleridir. Dolayısıyla Altan Çetin-Galip Çağ'ın İbn Haldun'un “umran” teorisini merkeze alarak Osmanlı devletine uygulamasını “devlet merkezli tarih okuması” anlamında kabul edebiliriz. Halk varlığının tarihi ise başkadır.
Tarih, “devletlerin doğum ve ölümlerinin sayımı” değildir. Biz Müslüman millet koalisyonunun (Türkmen-Kürt-Arap-Fars) Anadolu-İran sarkacında gerçekleştirdiği şehir teolojisinin gelecek yüzyılları nasıl etkileyeceğine ilişkin mümkünlerinin tarihsel dinamiklerinin peşindeyiz. Tarih, kanaatimizce toplumların tarihidir.
Osmanlı gelip geçmiştir. Yugoslavya dağılıp gitmiştir. Sovyetler Birliği yıkılıp yok olmuştur. Fakat bu siyasi teşkilatların tebaalaştırdığı Türkmen-Kürt-Arap-Fars varlığı aynı topraklarda yaşamaya devam etmektedir. İbn Haldun'un umran teorisi bu varlığı izah etmede işlevsizdir. Farabi'nin şehir (medinetü'l fazıla) tasavvuru ise “bereketli topraklar” gibi önümüzdedir.
Bu topraklarda adı “Osmanlı” diye anılan fakat birbirinden ayrı “iki Osmanlı devleti” kurulduğunu da artık söylemeliyiz. 1299-1402 arası Birinci Osmanlı Devleti dönemidir ve bu devlet çökmüştür. İkinci Osmanlı Devleti 1413 ve/veya1453 sonrasında kuruldu ve artık Türkmen millet temeline dayanmamaktadır. Nitekim bu husus Altan Çetin-Galip Çağ tarafından dile getirilmiştir: “Mehmed Çelebi (1413-1421), bu tarihlerde başta İsfendiyar Bey olmak üzere Anadolu'daki Türkmen beyleri ile mücadeleye girmiş ve kısa zaman zarfında kuzeni Savcı Bey dahil, birçoğunu bertaraf etmeyi başarmıştır” (Altan Çetin-Galip Çağ, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, Lotus Yayınları, 2015: 121).
İkinci Osmanlı Devleti döneminde, Bilal Dedeyev'in de işaret ettiği üzere Anadolu'dan Azerbaycan'a çok sayıda Türkmen aşireti, Safevî Tarikatı müntesibi olarak göç etmiş, Osmanlı yöneticilerince alınan tüm önlemlere rağmen, Anadolu'dan Azerbaycan'a olan göç önlenememiştir. Osmanlı tebaası bazı Türkmen gruplar Şah İsmail'e desteklerini artırmış ve bu durum Safevî Devleti'nin kuruluşunda etkili olmuştur. Sultan Selim, başlattığı siyasi, dini, ekonomik, millî ve askerî önlemler sonucu 1514'te gerçekleşen Çaldıran zaferiyle Safevî yayılmacılığının önüne kısmen de olsa geçebilmiştir. Safevîlik, Osmanlı Devleti'ndeki etkilerini Celali isyanları ile devam ettirmiş ve Anadolu'dan Türkmen göçleri, 16. yüzyıl boyunca sürmüştür” (Bilal Dedeyev, Sosyo-Kültürel İlişkiler Bağlamında 15.Yüzyıl -16.Yüzyılın İlk Çeyreğinde Anadolu'dan Azerbaycan'a Türkmen Göçleri, Türk Kültürü Ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, 2016: 103).
Osmanlı Devleti 1299-1402 arası döneme kadar uzatılabilir. 1402-1453 arası dönem “fetret toplumu” ile “imparatorluk kurucu devlet”in Safevî-Türkmen'le çekişme tarihidir. Bilal Dedeyev, Timur'un Anadolu'dan çekilirken Şeyh Hoca Ali ile görüşerek (1404), köyleri ile birlikte Erdebil'i Safevî Tarikatı'na vakfettiği, Şeyh Hoca Ali'ye bu bölgede özerklik tanıdığından bahsetmektedir. Timur'un Anadolu'dan götürdüğü yaklaşık 30 bin Türkmen esir, şeyhin isteğiyle azat edilmiş, bunların bir kısmı Anadolu'ya dönerek Safevîler için asker-muhip toplamıştır. Osmanlı da aynı dönemde Anadolu'daki Türkmenlerle anlaşmaya çalışmaktaydı (Hacı Bayram Erdebil tekkesine bağlıydı).
1453 sonrası kurulan adı güya “Osmanlı” olan devlet yapısı Bizans tipi yeni bir teşkilatlanmadır; Türkmenliğe karşı koyan bir “imparatorluk”tur ve başka varlıktır. Anadolu'yu Müslümanlaştıran Türkmen topluluklarının Osmanlı devleti 1402'de yıkılıp gitmiştir. Tarihe kalan toplum varlığını açıklayamayan “umran”cı modellerden uzaktayız.
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter