Önceki yazımızda dindar bir toplumla vardığımız umranın sekülerleşmeye yol açtığını iddia ettik.
Meseleyi izah kapsamında Volkan Ertit'in “Endişeli Muhafazakârlar Çağı” kitabında “Sekülerleşme Paradigması” kavramıyla geliştirdiği bir tezi var; bundan bahsedebiliriz. Volkan Ertit'e göre Türkiye'de 3 yöneliş, sekülerleşmeye neden oluyor: 1) Kapitalizmin gelişmesi, 2) Bilimsel gelişmeler, 3) Kentlerin gelişmesi.
Bu perspektiften nazar edersek, her iki hareket hakkında şunu söyleyebilecek durumdayız:
Milli Görüş'ün geçmiş belediyecilik performansı kentleşme ile uzlaşmıştır. Bediüzzaman ise “bilimsel gelişmelerle” bağ kurmaktaydı.
Volkan Ertit'in paradigması, bu iki dinamiğin (kentleşme ve bilimsel-teknolojik gelişmeler) sekülerliğin temel direği olduğuna işaret ediyor. Fakat iki hareket de seçtikleri çalışmaların sekülerleşme ile hesaplaşmasını yapamamıştır. Müslümanlar arasında kentleşme de, rasyonal düşüncenin yaygınlaşması da eleştirilemiyor.
Ertit'e göre dindarlık artarken sekülerlik de artabilmektedir. Bireysel dindarlık ayrı, sekülerleşme ayrı olgulardır.
Volkan Ertit'in kastettiği sekülerlik; “ekonomik alanın dinden uzaklaşması”, “dinin kurumsal / kolektif özelliğinin yitimi”, “rasyonel düşünce tarzının yaygınlaşması”, “teknolojik gelişmelerin sağlık sektöründe ve doğa üzerinde tahakkümünün artması”, “herkesin işgücüne dönüşerek dinle meşrulaştırılan geleneksel kurumları çözmesi”, “hayat standartlarındaki yükselmenin dini ritüellere fırsat vermemesi”, “kentleşme ile gelen mobilizasyon sürecinin grupların gücünü kırması”, “özel yaşam alanlarının ve alternatif hayat tarzlarının kentsel hayatı belirlemesi” gibi başlıklar altında tasnif edilmiştir. Bu paradigmaya göre “sekülerlik: dinin, dinimsi yapıların, halk inançlarının toplumsal prestijlerinin ve topluma etkilerinin göreli olarak azalmasıdır.”
Volkan Ertit'in savunduğu paradigma kabul edilebilir iddialara sahip ise de eleştirilebilir kısımlar içeriyor.
Günümüzdeki çoğu analizde peygamberlerin toplumlarına dindarlık davası ile değil, iman-ahlâk davası ile seslendiği unutulmaktadır. Volkan Ertit'e itiraz edeceğimiz husus da bu tespitimize dayanmaktadır: Sekülerleşme, “kentleşme / kapitalizm / teknolojinin gelişmesiyle” değil, dindarlığın artışıyla ortaya çıkmaktadır. Dindarlaşma, giderek dünyanın nimetlerini korumanın metoduna dönüşmektedir.
Müslümanlar bu hakikatin bilincine erdikten sonra, ahitlerini namusları sayarak “emin” varlıklar halinde yaşamayı hayatın anlamına dönüştürmelidir.
Dindarlığın yükselişi ve yaygınlaşması ile birlikte yükselen gökdelenler, yükselen kapitalizm ancak böyle bir nazarla anlamlandırılabilir. Böyle bir nazarla insanlar arasında “birbirine güvensizlik buhranı”nın dindarlığa rağmen bertaraf edilememesi hakkında sağlıklı bir sorgulama yapılabilir. Rızık endişesi, şeytan iğvasından gelmektedir.
Volkan Ertit'in sekülerleşme paradigmasına “kentleşmenin, kapitalizmin, teknolojinin gelişmesine rağmen dindarlığın çözülmediği fikri”nden hareketle itiraz ediyorum. Dindarlık, içinde “dünyaya katılma yorumu, meşgalesi, iktidarı” taşıdığı ölçüde kaçınılmaz olarak sekülerleşmeyi varlığa çıkartıyor.
Bir iktidar getirdiği için “Dindarlık başka”, bir feragate / vicdanî eyleme cebrettiği için “iman etmek başka” diye düşünüyorum.
Kur'an, iman-ahlak meselesini, “1) verdiği söze riayet ederler, 2) ahitlerini korurlar, 3) zina etmezler, 4) malayaniden uzak dururlar, 5) ana-babaya öf bile demezler” gibi değerlerle ortaya koydu. Bu değerlerin hiçbiri “dindarlıkla” doğrudan bağlantılı sayılamayacaktır. İmanın kıblesi ahlâktır; iman arttıkça ahlâkî ve vicdanî amel artmaktadır. “Ey iman edenler iman edin” (4 Nisa 136) beyanı bir ahlak çağrısıdır.
“Toplum dindar ama kimse kimseye güvenmiyor; ihanet-aldatma-istismar hayatın gereği olmuş.” Böyle bir dindarlığı kabul edecek miyiz?
Din-İslâm, “borçlarınızı ödeyin” derken borçluya seslenir; iman-ahlâk, alacaklıya der ki: “bağışlarsanız bu sizin için daha yeğdir.”
Demek ki “Müslüman dindarlığın” muhatabı ile “Mü'min-ahlâk”ının muhatabı farklıdır.
Dindarlığın artışı hak talebine bağlanır ve getirdiği teveccüh dünyevileşme (sekülerleşme) ile sonuçlanır. Hak, dünyevi bir hesaplaşmanın, denkleştirmenin konusudur.
İman ise feragat ehlinin, garipliğin Allah'a varan hamlesidir.
Biri muhataplığını insanda bulurken, diğeri Allah'a doğru sıçramaktadır.
Sözün özü şu: hakikat yolcularını “Önce iman ve ahlâk” davası birleştirecek.