Oğuz-nameler, Hz. Âdem'in yaratılışından Hz. Nuh'a, Hz. Nuh'un üç oğlundan Yafes'e, Yafes'ten Türk'e, Türk'ten Oğuz Kağan'a ve Oğuz evlatlarına doğru uzanan şecerenin hikâyesini anlatmaktadır. Bir diğer anlatımıyla bu metin bir insanlık tarihidir. Fütüvvetnâmelerde de Hz. Âdem'in yaratılışı ve marifetin sahih bir şecere üzerinden Hz. Nuh'a aktarılışından bahsedilmekte olduğu görülmektedir.
“O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Nuh'tan ve İbrâhîm'den ve Musa'dan ve Meryemoğlu İsa'dan ve onlardan ağır bir misak aldık” (33 Ahzâb 7).
“(Allah) dînde, onunla Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi; “Dîni ikame edin ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın” diye İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat (Şeraa) kıldı” (42 Şura 13).
Yukarıda zikrettiğim iki ayette de görüleceği üzere Allah, Hz. Âdem'den aldığı misakın benzerini Hz. Nuh'tan da (as) Hz. Peygamber'den de (asv) almıştır. Fütüvvetnâmelerde bu konu zikredilmişti: “Ey talib olan şöyle bil ki, her şeddin senedi vardır ve bu fütüvvet Hz. Âdem'den kalmıştır. İkinci Hz. Nuh, üçüncü Hz. İbrahim Halil, dördüncü Hz. Muhammed el-Mustafa (asv), beşinci Zeyne'l Abidin (ra)'den kalmıştır. Bu dört nebi tekbir sahibidir. İlk tekbir, Âdem (as) tekbiridir ona tekbir-i rıza (rıza tekbiri) derler. İkinci tekbir Nuh tekbiridir, ona tekbir-i tufan (tufan tekbiri) derler. Üçüncü tekbir İbrahim (as) tekbiridir, ona tekbir-i safa (Safa tekbiri) derler. Dördüncü tekbir Muhammed Mustafa (asv) tekbiridir, ona tekbir-i vefa (Vefa tekbiri) derler. Zira bunlar; şeddi ve ahdi icra eden ve halveti bilen dört peygamberdir” (Radavi, Fütüvvet-i Tarikat, TDV Yayınları, 2011: 73-75).
Hz. Nuh, insanlığın ikinci atası oldu. Kavmi fütüvveti (kanunu-misakı) reddetti. Bunun üzerine Hz. Nuh, Allah'ın indirdiği ilimle ve O'nun gözetiminde gemiyi inşa etti. Derken tennur kaynadı, sular yükseldi. Gemidekiler kurtuldu. Nuh (as) gemiden üç oğlu ile indi. Ham, Sam, Yafes.
“Hz. Nuh, dünya üzerinde yaşanabilecek yerin dörtte birini üç kısma böldü. Şam şehrinin açık yerlerini, Cezayir, Fas, Irak ve Horasan'ı faziletli evladı Sam'a verdi. Doğu ülkeleri; Habeş, Sind, Hind ve İsvedan şehirlerini Ham'a teslim etti. Doğu tarafını; Çin coğrafyasını, Sakalya ve Türkistan'ı Yafes'e bıraktı” (Necati Demir, Oğuz Kağan Destanı, Ötüken Yayınları, 2016a: 41).
Hz. Nuh (as), oğullarına fütüvveti anlattı. Yafes'e bu öğütle birlikte şu duayı yaptı: “Senin neslin ta kıyamet vaktine kadar yokluk ve zorluk görmesin (…) Yeryüzünde hanlık, beylik, padişahlık ve başkanlık senin nesline nasip olsun” (Demir, 2016a: 43).
Böylece Nuh'un verdiği misakın gereği olan fütüvvet, üç oğlu vesilesiyle toplumların kanunu oldu. Sam oğullarından Araplar ve İsrailoğulları geldiler. Yafes'ten Kök-Türkler, Moğollar, Çinliler geldiler. Ham'dan ise Hint ve Güney Asya toplumları oluştu.
Bu hadise insanlığın-toplumların başlangıcında bedevîlik olmadığını göstermektedir. Hz. Âdem'in Beytullah'ı (Kâbe) inşa etmesi onun “mimar” oluşuna delalet etmektedir. Hz. Nuh da gemi inşa ederek insanlığın ikinci atasının göçebe olmadığını kanıtlamaktadır. Mekke'den (kentten) Yesrib'e hicret eden Hz. Peygamber (asv) de şehir=medine inşa etmiştir. Bu vakalar İbn Haldun'un “şehirlerin kökeni bedavettir” fikrinin geçersizliğini kanıtlamaktadır.
Diğer taraftan Ahmet Yaşar Ocak'ın “Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri” şeklindeki yaklaşımı Vahiy (Kur'an), Fütüvvetnâmeler, Oğuz-nâmeler ekseninde yapılacak bu okumayla kabule şayan değildir. İnsanlığın “İslâm öncesi” denilebilecek bir devri bulunmamaktadır. Fakat misak verdikten sonra misakından dönen toplum ve toplulukların bulunduğu ifade edilebilecektir.
Oğuz'un imanı Oğuz-nâme'de şöyle anlatıldı: “Kara Han'ın bir oğlu doğdu. O oğul üç gece gündüz anasının sütünü emmedi. Bu sebepten anası ağladı, yalvardı (…) Oğlan anasına: Ey ana! Eğer bir Tanrı'ya taparsan ve o Tanrı'ya dost olursan senin sütünü emerim. O hatun aracı olmaksızın bu durumu öğrendi. Onların bütün halkı, kavmi ile kafir idi (…) Hatun gizlice iman getirdi. Bütün gönlü ile ihlaslı şekilde yüce Tanrı'ya bağlandı ve ona taptı. Oğlan anasının sütünü emmeye başladı” (Demir, 2016b: 77).
Yafes'in oğlunun adı Türk idi: “Yafes oğlu Türk, Nuh Tufanı'ndan sonra şark diyarında yerleşti. Evladı fırka fırka boylar haline gelip her biri bir yeri mesken edindi. O yerleşip mesken tuttukları yerler onların ismiyle adlandırılmıştır (…) Türk'ten sonra sıra Alanca Han'a geldi. Adı geçen kişinin inci tanesi gibi iki oğlu dünyaya geldi. Birisine Moğol ve birisine Tatar ismi verildi. Bütün memleketi bu iki oğlu arasında paylaştırdı (…) Tatar oymağından sekiz nefer saltanat rütbesine yükseldi. Sonra nesilleri kesildi. Devlet, Moğol tabakasına kaldı (…) Moğol Han pek çok kabile ve ulusa isim kaynağı olmuştur. Onlardan olmayana da mecaz yoluyla, dikkat etmeden konuşularak ve genelleştirilerek Türk (derler) ve Tatara da Moğol derler (…) Bu Moğol'un dört oğlu var idi (…) (Moğol) Kafir olduğu için oğlu Oğuz Han ayaklandı ve üstün gelerek yerine geçti. Mümin oldu, düşünce ile hareket edip Türk Devleti'nin kanunlarını koydu, kabileleri ele geçirip yönetimi altına aldı (…) Aygur, Kanklı, Kıpçak, Karluk ve Hallac adlarıyla bilinen ulusları ve kabileleri adı geçen Oğuz vücuda getirdi ve düzene koydu” (Necati Demir, Oğuzname, H Yayınları, 2016b: 74-75); “Bazı yazarlar şöyle açıklama yapmaktadır: Oğuz Han'dan sonra Türkistan memleketleri Oğuz evlatlarının elinde kaldı. Bu hakimiyet bin yıl sürdü” (Demir, 2016b: 77).
Araplar Ehl-i Beyt'i Arabistan'dan çıkardı. Ehl-i Beyt Horasan'a fütüvvetle geldi. Nuh Kanunlarına inanan Oğuzlar velayet nuruyla karşılaşınca bu marifeti tereddütsüz kabul ettiler. Böylece Hz. Peygamber'in risaletini kabul eden Oğuz'a Türkmen dendi.
Anadoluculuk ölmemiştir.