Trabzonlu bir kişi bir cinayete karışır ve hapse düşer.
1950'lerde cezasını tamamlar. Kan davası korkusuyla memleketine dönemez.
İstanbul'un o zamanlarda yerleşim alanı olmayan Levent bölgesinde bir gece
kondu yapıp, evlenir.
Büyükbaş hayvan alır, sütünü şehre getirip satarak geçinmeye
çalışır. Ancak sütüne rağbet eden yoktur. Pek çok kez satamadan geri getirir
sütleri. Hanımı peynir, tereyağı yapar ama yine taliplisi çıkmaz.
Bir gün hanımı derki "bey, galiba bizde ya da hayvanlarda
nazar var, bir hocaya gitsen de bir muska yaptırsan..."
Adam ilk zamanlar buna pek aldırış etmese de, canına tak
etmiş olacak ki, soruşturur, ona bir hoca tavsiye ederler.
Hoca efendiye varır ve durumu anlatır. Hoca,
dinlediklerinden adamın dürüst olduğu için süte hiç su katmadığını anlar ve der
ki, "senin muskaya falan ihtiyacın yok, git sütüne azıcık su ekle..."
Adam gelince kadın sorar, "muska yaptırdın mı?"
"Evet, yaptırdım" der ve hoca ile arasında geçenleri
anlatır. Ancak adam hâlâ süte su katma konusunda tatmin olmuş değildir.
Bir gün yine süt satmak için kapıdan çıktığında, evinin
önünde arıza yaptığı için bir otobüs durduğunu görür. Araçtan inenler "amca sen
süt mü satıyorsun" derler. "Evet" der, "her gün pazarlara gider süt satıyorum..."
Derler ki, "biz hepimiz salepçiyiz, bize süt lazım. Sen hiç çarşı-pazar dolaşma,
her gün gelip sütünü biz alalım..." Anlaşırlar...
Aradan biraz zaman geçmiştir, işler hayli iyidir, sütler
satılır, paralar gelir, üstelik süt miktarı da artmıştır.
Bu kez salepçiler gelir, "amca" derler, "senin süt öyle iyi
ki, herkes saleplerden memnun, bizde senden. Bir iki inek daha alsan, çünkü
bize daha fazla süt lazım..."
Adam şaşkın şaşkın hocaya gider, "hocam" der, "durum böyle
böyle, ne yaptın da işler böyle açıldı?"
Hoca efendi yine anlar manzarayı, "hanım süte biraz değil,
hayli fazla su eklemiş galiba, git hanımına sor" der.
Adam gelir, süte ne kadar su eklediğini sorar karısına. Kadın
yarısının süt, yarısının da su olduğunu söyler.
Sonra ne mi olur? Bu yaşanmış gerçek hikâyeyi bana nakleden,
bu kadarını anlattı. Sonrasını bende bilmiyorum.
Dikkat ediniz, burada "haram da bereket" olduğu falan
anlatılmıyor. Aksine, haram kazanan insanların kazançlarının iyiye, güzele,
helale meyletmelerini engellediği gerçeği anlatılıyor.
Hoca, adamın işlerinin birazcık açılması için "birazcık su"
demiş, ama kadın birazı yarısı olarak anlamış, ya da ekledikçe işler iyiye gidince,
o da tamah edip eklemeye devam etmiş.
Herkes lütfen kazandığı şeylerin meşruiyetine bir baksın.
Sonra da aldıkları şeylerin mahiyetine, muhtevasına...
Kazanırken ve harcarken kaybettiklerine... Aldığı malzemelerin
onlara katkıları veya kaybettiklerine...
Ama öyle kendini Hz Ebubekir veya Hz Ebuzer gibi görüp,
aklamaya kalkmadan samimiyetle...
Böyle bakmayan gerçeği göremez. Bugün gerçeği görmek
istemesek de, o apaçık "gerçek" yakında Allah tarafından önümüze konulacak.
Bugün o hakikati görmek istemeyen, o gün görse ne işe yarar,
görmese ne işe yarar? Şimdi gizlesen, O gün nasıl gizleyeceksin? "Ahiret"
denilen şey, sadece ve sadece dünyada kazanılır.
Hacı Bektaşî Veli hazretlerinin buyurduğu gibi; "eline,
beline ve diline sahip olmak" da yetmiyor. İnşaallah hadsizlik değildir,
bunlara ilaveten modern zamanlarda akla ve bilince de sahip çıkmak gerekiyor.
Aldığı süt, gıda veya eşyalar bozuk çıkanlar sadece satanları
değil de, öncelikle kendi kazancını sorgulasa, elbette iyi ürünler, dürüst
satıcılar çoğalacak...
Başka bir sorun daha var, iyi hangisi kötü hangisi? İyiyi, lüks
yaşamak, marka kullanmak zannedenler, gerçeği görebilir mi?
Bunları gazetede yazdığıma bakmayın "kızım sana söylüyorum,
gelinim sen anla" misali, size değil kendime söylüyorum. Ama isterseniz, sizde
üzerinize alınabilirsiniz!
BİLGİ HATTI