Peyami Safa diyor ki: “A. J. Toynbee'ye göre, medenî bir topluluk başka bir medeniyetin karşısında tehlikeli bir duruma düşerse, bu tehdide iki türlü cevap verir. Biri ‘Zélotisme'dir: Tehdide uğrayan medeniyet kendi kabuğu içine çekilip taşkın bir bağlılıkla geleneklerine sarılır. Kuzey Afrika'nın Senûsileri ve Orta Arabistan'ın Vehhabîleri (…) “Zélote”lardır. İkinci yol, tehdide uğrayan cemiyetin kendini müdafaa edebilmesi için zamanın maddi ve manevî silahlarını kullanmasıdır. Toynbee'nin “Hérodianisme” adını verdiği bu hareketin de iki misali vardır: Biri Mısır'da Mehmet Ali Paşa, öteki de Türkiye'de Mustafa Kemal Paşa. İngiliz tarihçisine göre, hérodianisme, üstün bir yabancı kuvvet karşısında faydalanabilecek müdafaaların en tesirlisidir. Zélot başını kuma sokan devekuşu gibi kendine geçmişte bir sığınak arar. Herodyen hali cesaretle karşılar ve geleceği hazırlar (…) Biz şimdi bunlara mürteciler ve devrimciler diyoruz. İngiliz tarihçisine göre herodyanizm, yani devrimcilik (…) üstün tesirli bir çare olmakla beraber, gerçek bir kurtuluş değildir (…) İki zaafı vardır: Birincisi, bu hareket (…) yabancı bir medeniyeti taklit yoluyla makine mamulâtının miktarını çoğaltmaktan başka bir şey yapmaz (…) İkincisi de, (…) yalnız münevver bir azınlığı uyandırabilmesidir (…) Avrupalılaşan her memleket, Bay Toynbee'nin herodyanizm dediği hareketin tehlikelerinden kendini korumak için millî geleneklerine de sarılmış, benimsediği yabancı medeniyetin ezici kültürü altında şahsiyetini kaybetmekten kurtulmuştur (…) üçüncü bir şans daha vardır ki o da bu milletin yabancı bir medeniyetle millî ve dinî geleneklerini uzlaştıran ahenkli bir sentez yaratabilmesidir (…) Büyük İngiliz tarihçisinin bunu unutması kitabının ana fikri hesabına hayretle karşılanacak bir dalgınlık sayılabilir” (Peyami Safa, Doğu Batı Sentezi, Yağmur Yayınları, 1963: 16-18). Herodyen tavır, Batılılaşmadır. Safa, sentezcidir.
Peyami Safa, Batı uygarlığının yokoluş tasavvurunu reddediyor ve “Biz de Avrupasız hiçbir şey olamayacağını kabul ettiğimiz için Batı-Doğu sentezi üzerindeyiz” diyor (Safa, 1963: 45). Böylece Batı'dan teknoloji aktarımıyla senteze giren bir millî-dinî kültür tasavvurunu kabul ediyor: “Biz geçmiş-gelecek sentezini savunduk ve hiçbir zaman geçmişe gözleri kapalı bağlı olanlara katılmadık (…) Teknik ilerlemenin hiçbir zaman aleyhinde bulunmadık ve hayat seviyesinin alçalmasını da istemiş değiliz. Ancak bu seviyenin manevî seviye ile bir hizaya gelebilmesi için ikisi arasında, ikincisinin yükselmesini sağlayacak bir ayarlamaya lüzum olduğunu tekrarladık (…) Dün olduğu gibi bugün de Avrupa hayranı idim. Fakat dün olduğu gibi bugün de Avrupa'nın kendi fikir yapısı içindeki diyalektik yırtılışın, soğuk kutupları birleştiren sıcak bir senteze gebe olduğuna inanıyorum” (Safa, 1963: 47).
An'ane ve İnkılâp başlıklı makalesinde “An'anecileri ve inkılâpçıları olmayan bir insan grubu ölüdür” (Safa, 1963: 70) diyecek ve değişimi reddetmeden sınırlandırmayı isteyecektir: “Hem ‘kendi kendisi olmaya devam etmek' hem de ‘değişmek' arasındaki zıtlığı uzlaştırmak mümkün (…) İnsan, bir manevî yapı sahibi olduğu için, ruh yoluyla da ebediliğe namzettir. Bu bekanın sırrı, insanın fert ve cemiyet olarak kendi kendisi kalmak şartıyla değişmesidir. Yani bu inkılâp onu kendi kendisi olmağa bağlayan an'aneleri yıkmamak şartı içinde değişmeyi sınırlandırır. İngiltere'ye bakınız (…) Orada an'ane ve inkılâp birbirini yıkmaz, tamamlar” (Safa, 1963: 70).
Peyami Safa, “Batı'nın meseleleri, aynı zamanda bütün dünyanın ve insanın meseleleri olduğu için millî kaderimizle doğrudan ilgilidir” (Safa, 1963: 25) ve “Akıl dışı imkânlar arayan XX. yüzyıl Avrupa'sı da Birinci Dünya Harbi'nden sonra muhtaç olduğu büyük manevî arayışı Doğu'da bulabileceğini düşündü” ifadeleriyle Türkiye'nin Batı'ya, Batı'nın Türkiye'ye muhtaç olduğuna işaret etti. O'na göre Batı'nın ilim ve teknik metodlarıyla silahlanmak isteyen Doğu ve Doğu'nun iç dünyasından manevî aşılar almak isteyen Batı arasında kendiliğinden kaynaşma imkânı doğmaktadır (Safa, 1963: 18).
Fırat Mollaer'e göre Peyami Safa, “muhafazakârlığı gericiliğe indirgemiş ve kendisinin de muhafazakâr olmadığını ileri sürmüştür” (Fırat Mollaer, Tekno Muhafazakârlığın Eleştirisi-Politik Denemeler, İletişim Yayınları, 2016: 232). Ancak Safa, “Muhafazakâr İngiltere'ye bakınız: Avrupa'da en büyük inkılâpların öncüsü olduğu halde an'anelerini (…) bütün haşmet ve otoritesiyle devam ettirmektedir” (Safa, 1963: 70) ifadesinde muhafazakârlık ikrarında bulunmaktadır. Kaldı ki dönemin diğer bir milliyetçisi olan Nurettin Topçu “Gerçek milliyetçi ister istemez muhafazakârdır” (Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, 1997: 169) demekten çekinmemektedir. Topçu da Peyami Safa gibi muhafazakârlık ile inkılâpçılığı sentezler: “Bizce hakikî manada inkılâpçılık, muhafazakârlığa zıt bir temayül değil, onu tamamlayıcı bir cevherdir” der (Topçu, 1997: 171). O'na göre, millî hayata, muayyen bir nizama bağlı olan herkesin o nizamı muhafaza edici olması şartıyla, devrin icaplarına göre, tekniğin, ilim hareketinin, felsefe metodlarının gelişmesine göre millî hayatı / mevcut nizamı ayarlaması ve inkişafına istikametler vermesi inkılâpçılık diye telakki edilmelidir (Topçu, 1997: 171). Topçu'nun bu söylemleri esas alındığında Peyami Safa'dan tefrik edilemeyeceği ifade edilebilecektir. Topçu, “Son devirlerde gerilik, softalık, hattâ bir nevî medenî hayattan mahrum oluş manalarına muhafazakârlık kelimesini kullanmaktan çekinmiyoruz” (Topçu, 1997: 168) serzenişiyle kelimenin itham etmede kullanılmasına da karşı çıkar. Fırat Mollaer de kavramın gericiliğe indirgenerek kullanılmasının tekno-muhafazakârlığın anlaşılmasının önünde engel olduğunu söyler (Mollaer, 2016: 216).
Son tahlilde Türk düşüncesinin ana mecrasının muhafazakârlığından değil, sentezciliğinden bahsedilmelidir. Aslında Fırat Mollaer'in de bu yönde bir yorumu bulunmaktadır: “Türk muhafazakârlığının temel özelliklerinden biri olan sentezci düşünceye dair bir spekülasyon yaparsak, Doğu-Batı sentezinde (eski, soylu, sezgili) Doğu'ya aristokrasinin ‘erdem'leri, (yeni, muvaffak, zeki) Batı'ya ise burjuvazinin ‘başarı'larının atfedildiğini ileri sürmek mümkün olabilir” (Molllaer, 2016: 49).
Topçu da sentezcidir. Fakat O'nun Safa'dan farkı, Batı'yı reddedişinden, tekniğin Batı'dan bohçalarla alınması düşüncesine direnişinden geliyor.