Lütfi Bergen

Modernleşmeci duruş: Milli Görüş

21.06.2017 05:51:55

Bu yazıda Abdullah Demir'in makalesindeki bir kavrama vurgu yapılacaktır. Makalenin en başında “tarım nerede yapılırsa uygarlık da orada başlar” cümlesine yer verilmektedir. Cümlenin Hz. Âdem ve evlatları hakkında Rousseaucu veya Hobbescu düşüncenin ilkel/vahşi toplum kurgusuna işaret edip etmediğini bilemiyoruz. Fakat Erbakan Hoca'nın tarih şemasında insanlığın “çiftçilik dönemi”ne gelmeden önce 1) Toplayıcılık, meyvecilik, 2) Avcılık, 2) Çobanlık dönemlerinden geçtiğini savunduğunu biliyoruz (Necmettin Erbakan, Erbakan Külliyatı, c: 1, 2014: 285).

Erbakan Hoca tarih anlayışını şöyle verir: “İlk insanlar meyvelerle geçiniyorlardı. Ekonomide ‘Toplayıcılık=Meyvecilik' dönemi yaşadılar. Zamanla nüfus çoğaldı, meyveler yetmemeye başladı. İnsanlar hayvanları avlayacak aletleri ve ateşi keşfettiler. Böylece hayvan etlerini pişirerek yemek imkânına kavuştular. Bu gelişme insanlık tarihinde ‘Avcılık' dönemini başlattı. Nüfus daha da çoğaldığı zaman yapılan avlanmalarla elde edilen besinler yetmemeye başladı. Bunun üzerine insanlar besi hayvanlarını sürüler halinde besleyerek çoğaltmaya başladılar. Bu gelişme ekonomide ‘Çobanlık' dönemine geçilmesine ortam hazırladı. Daha sonra nüfus daha çok artınca (…) insanlar tarım ürünlerini (…) üretme ihtiyacını duydular. Bu ihtiyaç ekonomik bakımdan ‘Çiftçilik' dönemine geçilmesini sağladı” (Erbakan, c: 1, 2014: 285).

Hemen anlaşılacağı üzere böyle bir tarih okuması kabul edilirse, atamız Hz. Âdem ve eşinin aletlere sahip olmadığı, ateşi keşfetmediği, pişmiş et yemediği söylenebilecektir. Oysa Hz. Âdem'in kendisine öğretilen bilgi, yani “Ve alleme âdemel esmâe kullehâ” (2: 31) gereği ateşi de, aletlerin yapımını da bilmemesi söz konusu değildir. Allah'ın Âdem'in iki oğlundan kurban takdim etmesini istediğine ilişkin ayetler dikkate alınırsa, insanlık tarihinin daha hemen başında Habil'in çoban olduğu söylenebilecektir. Bilindiği üzere “Kurbanlar, yalnız koyun ve keçi ile deve, sığır hayvanlarından kesilebilir” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, Bilmen Yayınları, 1984: 410). Radavi Fütüvvetnâmesi'nde de Hz. Âdem'e Cebrail tarafından bal ve sütten helva yapımının öğretildiğinden bahsedilmektedir. Bal, arıya ve süt, kurbanlık hayvana işarettir. Cefne-i helva Âdem'den kalmıştır, tahta kap helvası demektir.

Abdullah Demir'in makalesinde “MGH'nin gelişimi incelendiğinde, siyasal İslâmi hareketin, modernleşmeye engel bir hareket değil; aksine modernleşmeci bir duruş sergilediği ve toplumsal yaşama hâkim dayatmacı laiklik anlayışına muhalefet eden bir siyasal olgu olduğu”ndan bahsettiği görülmektedir (Abdullah Demir, Erbakan'ın Türkiye Sanayileşmesine Yönelik Paradigmaları, Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 12/8, Ss, 185-210, 2017: 94).

Süleyman Seyfi Öğün'ün Üçüncü Dünya Popülizmi kavramı bağlamında yazdıklarına bakmak Abdullah Demir'in işaret ettiği modernleşmeci duruş'un anlamını açıklayabilir: Siyasal bağımsızlıklarını yeni kazanmış toplumlar, çoğunlukla endüstriyel açıdan geri kalmış, kırsal yapıların hâkim olduğu toplumlardır. Bunlar geri kalmışlıklarını aşmak, zenginlikleri elinde toplayan merkez ülkelerle aralarındaki açığı kapatmak için yoğun modernizasyon sürecine girerler. Bu durum özünde bir dilemmayı gündeme getirmektedir. Geri kalmışlık geleneksel kültürel türdeşliğin ve bağımsızlığın sürmesinde birincil dayanak iken, modern sanayi toplumuna dönüşmede etkin modernizasyon politikaları geleneksel toplumsal yapıları ve bu yapıları kuşatan değerleri aşındırmaktadır. Üçüncü Dünya Popülizmi kendi içinde çelişen iki duyguyu da barındırmaktadır: 1) Sanayileşmenin sonuçlarına gıptayla bakmak; 2) Sanayileşme süreçlerinin toplumsal ahlâkî sonuçlarının eleştirisi. Sorun, gelenekselliğin nerede korunacağı, nerede tasfiye edileceği noktasında belirlenir. Çözüm de eskiyle yeni arasında bir sentez arayışıdır. Eski - yeni arasındaki sentez, Müslüman ülkelerde siyasal toplumsal uyanışın ana ekseni olan İslâm'a uygunluk retoriğiyle dile getirilmektedir. Batı'nın teknolojisini epistemolojisinden ayırmaya dayanan bu yaklaşım özünde romantiktir. Hesaba katmadığı şey, teknolojik hayatın toplumsal değerler üzerindeki etkileridir. Bu sentezci yaklaşımın Said Halim Paşa, Mehmet Âkif, Ziya Gökalp, Cemaleddin El Afgani tarafından paylaşılıyor olması ilginçtir. Bu aydınlar (İslâm modernistleri) daha çok teknolojinin üretilmesi sorunuyla ilgilenmişler, İslâm ahlâkının korunmasıyla teknolojinin menfi sonuçlarının önlenebileceği varsayımını korumuşlardır. Bu varsayım, hem iyimserdir ve hem de endüstrileşme öncesi dönemin ürünüdür” (Öğün, Türkiye'de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, Dergâh Yayınları, 1992: 97-100). Süleyman Seyfi Öğün, Doğu Avrupa'daki popülistlerin endüstrileşme konusundaki farklı yönelişlerinden de bahseder. Stamboliski'nin endüstri düşmanı kesimin en radikallerinden birisi olarak tanındığına, kentten nefret ettiğine işaret eder. Virgil Madgeauru ve Milan Hodza gibi popülistlerse sentezcidir: “Madgeauru, kırın ihtiyaçlarına dönük olarak mekanizasyonu savunmaktadır; Hodza ise endüstriden kaçılamayacağını, yapılacak şeyin radikal endüstri düşmanlığı ve yasaklamacılığından çok, aşırı kâr fabrikalarının kooperatifler aracılığıyla sınırlandırılması olduğunu ileri sürmüştür” (Öğün, 1992: 106).

Abdullah Demir'in makalesinde, Süleyman Seyfi Öğün'den yaptığım alıntıları haklılaştıran değerlendirmeler bulunmaktadır. Demir, MGH hareketinin modernleşmeci bir duruş sergilediği tespitiyle, değerlendirmelerimize güç katmıştır:

İslâm'ın ilkeleri girişimcileri sınırlar. Bu sınırları dikkate alarak üretimi ve teknolojik yatırımları arttırmak önemlidir. Batı teknolojisi karşısında Müslümanlar “düşmanın silahı ile silahlanınız” kelâm-ı kibarı gereğince davranmak gereklidir. Erbakan'a göre, “Kalkınmada ahlâk ve maneviyat esastır.” Her alanda kalkınma hareketlerinin en baş unsuru insandır. Öncelikle materyalizm değil, maneviyatçılık esas alınmalıdır. İdeal ve beşer fıtratına uygun doğal bir düzen olan Adil Düzen'de ekonomi hızlı gelişecek, toplumun bütün katmanlarının, nimet-külfet paylaşımında adalet sağlanarak refahı artırılacaktır. Erbakan'a göre “Kalkınmadan herkese pay verilmesi amacı güdülmelidir.” İşçilik sistemi değil, ortaklık sistemi benimsenmelidir: Motor ve aktarma organları projelerinin gerçekleşmesinde “Ufkî devletçilik” tatbik olunacaktır. Bu yöntemde gaye, işçi ile işveren arasında ortaklık oluşturmaktır. “Sanayileşme” zorunlu bir istikamettir. Devlet öncülüğünde sanayileşmeyle yatay kalkınma amaçlanmalıdır. Sanayi tüm ülke sathına yayılmalıdır. Her ile bir fabrika kurulmalıdır. Topyekûn kalkınmanın birinci prensibi kardeşliktir (Demir, 2017: 95-100).

Öğün'ün romantik Üçüncü Dünya Popülizmi dediği kimi akımlarla, Demir'in MGH için modernleşmeci duruş nitelemesi çakışmaktadır.

YORUM YAP