İlahiyatçı Prof Dr Mahmur Erol Kılıç, Yeni Şafak'taki köşesinde ilahiyatçı ve tıbbiyecilere esaslı eleştiriler yaptı. 'Kemalist doktor ile bir İslamcı doktor arasında tıb anlayışları açısından hiç fark yoktur diyebilirim' dedi. İşte o yazı
Yüzyılın başlarında ülkemizde gerçekleştirilen dönüşüm basit bir siyasal veyahut bürokratik dönüşüm değildi. Esasında olan köklü bir zihniyet dönüşümüydü ve diğer sahalarda olan biten de hep bu zihniyet dönüşümünün uzantısı idi. Buna hazırlık olarak hemen öncesi dönemde Batı çevrelerinden memleketimize giriş yapan bazı materyalist fikirler ilk olarak Tıbbiyye ve Harbiyye öğrencileri arasında taraftar buldu.
Harb sanatını salt mühendisliğin bir alt dalı olarak görmek ile insan bedenini salt mekanik bir saate benzetmek aynı zihniyetin bu iki sahaya yansımaları oldu. Bugün ülkemizde karşılaşmakta olduğumuz Gelenek karşıtı her oluşum tohumları bu yüzyılın başında atıldı. İlerleyen dönemlerde bu yönelimler siyasal iktidarın da desteği ile resmi ideolojinin parçalarından oldular. Bir taraftan askerler darbelerle yönetimi ele geçirirlerken diğer taraftan doktorlar sağlık tekelini ele geçirdiler.
Bu açıdan bendeniz ülkemizin 100 yıllık yönelimlerini bütün sahalarla paralel okuma taraflısıyımdır. Özellikle Tıp'daki bazı yaklaşımlar ve gelişmeler ile İlahiyat ilimlerindeki bazı yaklaşımları beraber okumayı severim.
Tıbbiyye ve Harbiyye bilim sahaları ne kadar birbirine uzak olsalar da aynı zihniyetten etkilendiyseler bugünkü din ve ilahiyat anlayışımız dahi bu zihniyetin bir uzantısı olmaktan kurtulamadı.
Yıllar evvel bir söyleşi de söylediğim gibi “Modern İlahiyatçılar da Kemalistdirler.” Benzer bakış açısıyla bir Kemalist doktor ile bir İslamcı doktor arasında tıb anlayışları açısından hiç fark yoktur diyebilirim. Yani ister ilahiyatçı olsun ister doktor olsun çağdaş politik dindarın kendi Geleneksel ontolojisi olmadığı için hep bu aynı zihnin ürünü olmaktadırlar.
Mesela bir resmi konvansiyonel tıb anlayışımız vardır. Rasyonalist, pozitivist, zihinci ve metinci.. Bir de geleneksel halk hekimliğimiz var. İlk guruptakiler bunlara koca-karı ilaçları, üfürükçü, cinci hoca işi derler.
Bir de konvansiyonel ilahiyat anlayışımız vardır. O da benzer şekilde rasyonalist, pozitivist, zihinci ve metinci.. Bir de geleneksel dindarlığımız vardır. İlk guruptakiler bunlara aynı tıpçıların yukarıda kullandığı tabirlerle itiraz ederler.
Mamafih her iki sahanın ikinci tarzı “yasaklanmış” olduğu için her türlü suistimale ve sahtekarlığa da açık hale gelmektedir.
Birinci tarz her türlü eğitimini ve örgütlenmesini serbestçe ve de destek görerek sürdürürken diğeri bundan mahrumdur. Zira yasaktır. Bu durumda merdiven altı bitkisel sağlık ürünü üreticileri ne kadar sahih ise bu şekildeki din ve maneviyat üreticeleri de o kadar sahihdir. Yani aynı sahtekarlar her iki alanda da vardır ve olmaya devam edeceklerdir. Çünkü bir tarafta inkar edilemez evrensel bir gerçek var.
O da bazı hastalıklara modern tıp ve kimyasal ilaçlar, yaklaşımındaki arızadan dolayı çözüm bulamıyor ve hatta bizatihi hastalığın kaynağı olabiliyor. Bunu günümüzde itiraf eden pek çok yerli ve yabancı insaf sahibi doktorlar bulunmakta.
Aynı şekilde dini salt zihni ve toplumsal bir fenomen olarak gören ilahiyatçılar ile kasabalı din görevlilerinin temsil ettiği din anlayışının insanın manevi arayışına cevap veremiyor. Köklü çözüm sunanlar ise kabul edilmediği için her iki alan da sahtekarların piyasası olmaktadır. Oysa bu sahtekarların hepsinin Gelenek ile uzaktan yakından alakaları yoktur.
Oysa bugün Çin, Hindistan, İran, Azerbaycan, Endonezya gibi bazı Geleneksel değerlerin hala yaşamaya çalıştığı toplumlarda halkın geleneksel tıp bilgisi o kadar yüksek ki bu sayede hastahaneye başvurma sayısı azalmakta ve ancak çok ileri ve uzmanlık isteyen vakalarda gidilmektedir. Zira hasta olmadan evvel sağlıklı olmak nedir o öğretilmektedir.
Bu ülkelerden mesela Çin'in Zhōngyī tıbbı, Hindistan'ın Ayurveda tıbbı, İran'ın Tıbbu'l-E'imme ve İbn Sina Tıbbı, Endonezya'nın Jamu'su insanlar tarafından hala müracaat edilen sağlık yöntemleri olmaktadır.
Konvensiyonel tıbda ilerlemiş ileri sanayi ülkelerinin tıp fakülteleri ve toplumlarında dahi bugün artık yüzlerce Geleneksel tıb uzmanı çalışmaktadır. Kimse artık bunlara üfürükçü falan dememektedir. Tabii ki çok sıkı denetimleri vardır. Gerek Çin ve gerekse Endonezya'nın bitkisel tıbbi üretim ihracatlarının dünya pazarında ne kadar güçlü yeri olduğunu internetten araştırabilirsiniz.
En köklü mirasa sahip Geleneksel Çin Tıbbı'nı yaşadığı Maoist devrim bile tahtından edemedi. Bugün artık Pekin Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden iki branş var. İsteyen öğrenci konvansiyonel tıb eğitimi ve diploması almakta isteyen ise Geleneksel Çin Tıbbı eğitimi ve diploması almaktadır. İkisinin de tedavi yapma ve ilaç yazma yetkisi vardır. İsteyen de çift dal yapabilmektedir ama bunun çok zor olduğunu söylemektedirler.
İdeal olan da budur. Her iki tıb branşının kazanımlarından bir sentez yaratmak. Biri diğerini dışlamadan. Dindar seküleri dışlamadan, seküler dindarı dışlamadan. Ülkemin yüzyıllık kilidi bence bu.. Zıtlaşma, çatışma, gerginlik ülkemizin en temel hastalığı. Tedavisini ise geleneksiz siyasetçiler maalesef gerçekleştirememektedirler. Zira Geleneksel tedaviyi bilmiyorlar..
Geleneksel Müslüman dünyada Tıp ilminin hekimlik kısmı dini ilimlerle beraber tahsil edilip ondan sonra beden ilmine (ilmu'l-ebdân) geçildiği için hemen hemen bütün hekimler aynı zamanda din adamları olurlardı. İbn Sina bu geleneğin zirve şahsiyeti idi. Maalesef bu tarz canlı olarak kalmadı. Sadece İran'da az dahi olsa tıp ilmi ile iştigal eden bazı din adamları var.
Memleketimizde modern zamanların dindarlığı salt politik bir refleks olarak kaldığından her alanda olduğu gibi tıb alanında da Geleneksel İslam tıbbını sürdüren Müslüman, Dindar, İslamcı vs. doktor üretemedi.
Bir Çin'de, bir Hindistan'da ve hatta bir İran'da olduğu kadar Geleneksel tıb uzmanı Türkiye Müslüman'ında maalesef yok. Bizde dindar doktorun yaptığı ilk iş Tefsir Hadis dersleri vermektir. Bu bile onlarda Tıb ilmini ne kadar la-dini bir alan olarak gördüklerinin bir yansımasıdır. Modern İslamcı doktorların kahir ekseriyetinin Selefi düşüncelere veyahut dini ilimlere meyletmeleri en başta söylediğim hep o Gelenek karşıtı zihniyetin uzantısı olmalarındandır.
Her ne kadar her alanda olduğu gibi bu alanda da Gelenek kırıldı ise de nihayet ülkemizde de ciddi ve olumlu adımlar atılmaya başlandı. Her alanda Geleneğin ihyası şart. Sağlık Bakanlığı'nın çok isabetli bir kararıyla I. Uluslararası Tamamlayıcı ve Geleneksel Tıp Kongresi 19-22 Nisan 2018 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilecek. Dünyanın pek çok yerinden sahasında uzman insanlar gelip tebliğler sunacaklar. Bendeniz de bir oturum yöneteceğim. Konuşmaların yanısıra bazı atölye çalışmaları da yapılacak. Homeopati, Osteopati, Fitoterapi, Aromaterapi, İridoloji, Radyestezi, Akupunktur v.b. gibi sahalarda uzmanların vereceği derslere katılma imkanı doğacak. Aynı zamanda onaylı üretim yapan firmaların ürün sergilerinden oluşan bir de fuar düzenlenecek. Daha fazla bilgi getatkongre.org sitesinden alınabilir.
Bu sayede sağlık bilincimiz daha da yaygın bir hale gelecek ve koruyucu ve önleyici tıp bir hayat felsefesi, bir ibadet anlayışı olacak. Düşünenleri, gerçekleştirenleri kutlarım. Burada yakalanacak beraberliğin bütün diğer alanlara da örnek olmasını temenni ederim.