Lütfi Bergen

Milli Görüş’ün cazibesi

5.12.2016 03:30:16

Milli Görüş'ü Türkiye'nin sağ-sol yalpalanmalarını birleştiren ana akım sayıyorum. III. Selim'in (1761-1808) ve II. Mahmut'un (1785-1839) ıslahatlarıyla ilişkisi kurulabilecek Kemalist modernleşme de, II. Abdülhamit'in  (1842-1918) İslâmî modernizasyonu da, erken Cumhuriyet döneminin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924-5 Haziran 1925); Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930-17 Kasım 1930); Demokrat Parti (7 Ocak 1946-29 Eylül 1960) çizgisi de Necmettin Erbakan'ın Milli Görüş Hareketi'nde (MGH) bir takım elemelerden geçirilerek tevhit edildi.

MGH, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e akarken kırılan, parçalanan İslâm Ahlâk (ve Siyaset) Felsefesi'nin yeniden ihyasının –bilinçsiz- arayışıdır.

Bilinçsizce oluyor.

Bunu, 1) “Dava delisi” çilekeş ve fedakâr kadroların duygusal tepkilerinden anlıyorum; 2) Yazdıklarımıza davanın seçim zaferi kaygısını taşıyan ratio'sunun (akıl. Latince, “ratio” sözcüğün manası “hesaplamak”tır. “Rasyonel,” hesap eden, “mühendisçe bakan” diye de anlaşılabilir) karşı çıkışlarından biliyorum. İkinci tepki zümresi, toplumsal değişime uğramış bir kitlenin acil ihtiyaçları için siyaset üretirken, “Tarım toplumları uygarlığın en üst aşamasıdır” diyen absürd/geri/agora dışı söylemin oy getirmeyeceğini görmektedir.

Bütün bunlara rağmen söylem (entelektüel eleştiri) ile eylem (siyasal parti pratiği) arasında ortak zemin kurulabilir.

Çünkü Hz. Yusuf'un ahlâk siyaseti, başlangıçta kral tarafından reddedilse bile, nihayette dünyanın hak ve adil düzeninin kavimlere boyun eğdirmek değil, onların ihtiyaçlarına / mağduriyetlerine / yalnızlıklarına “lokma” vermek, “bellerini sıdk kuşağı ile bağlamak” olduğunu göstermiştir.

Çünkü Hz. Süleyman'ın ahlâk siyaseti, Belkıs ülkesini güçle bastırmak fırsatı varken onların hikmetle muhataplığını sağlayıp, hakka divan durmaya çağırmayı esas bilmiştir.

Çünkü Hz. Musa'nın ahlâk siyaseti, kavmine şiddet uygulayan egemene dahi “yumuşak söz-kavli leyyin-‘Fe kûlâ lehu kavlen leyyin' (20 Tâhâ 44)” ile karşılık vermeyi imkâna çıkarmıştır.

Bu örneklerin hiçbirinde “kitle hareketi”, “çoğunluğun kabulüne mazhar olmuş hakikat”, “seçim başarısı” ortaya çıkmamıştır. “Hak geldi, Batıl zail oldu” şeklinde kodlanan beyan, yığınların, kalabalıkların, çoklukların, kitlenin ideolojisi değildir. Hak, tek başına kaldığı zaman da Hak'tır. Eğer rızalık gösterdiğimiz şey “Hak” ise, “entelektüel eleştiri” ile “siyasal eylem” ortak “söz”ü havalandırabilir. Siyasetin eleştiriyle muhataplığında doğan kaygısı, entelektüelin siyasete “Nasihatnâme”si olarak anlamlandırılırsa, bu, toplum için berekete dönüşebilir. Hz. Ömer'in adaleti, eleştiriyi göğüsleyerek onu nasihat bellemesinin tabii neticesiydi.

MGH, eleştirilerimizi “zihin karıştırıcılığı” saymadığı takdirde, meselelerin “ahlâk felsefesi nazarıyla” ele alındığını görerek doğru neticelere kavuşacaktır, düşüncesindeyiz.

Erbakan Hoca, “Milli Görüş” kitabında (1975) “aile” meselesine değinmektedir: “Aile, Türk toplumunun temelidir. Bu temelin sağlam olabilmesi için devlet, ana ve çocuğun korunmasında gerekli bütün maddi ve manevi tedbirleri almak mecburiyetindedir (…) Türkiye'ye şamil bir teşkilat kuracağız. Bu yardımlaşma teşkilatı, çalışamayan kadınlara, dul ve yetimlere her türlü maddi ve manevi desteği sağlayacak, hayatlarını teminata bağlayacaktır. Ayrıca çalışmaya mecbur olan kadınlara da onun analık gibi mukaddes olan en tabii ve şerefli vasfını da nazara alarak uygun çalışma şartları temin edecek, özel olarak koruyacaktır (…) Çalışmaya mecbur olan kadınlarımızın emeklilikleri yirmi yıla indirilecektir. Kuvvetli cemiyetler, sağlam ailelere dayanan cemiyetlerdir” (Necmettin Erbakan, Erbakan Külliyatı, c: 1, MGV Yayınları, 2014: 48). Sanki Bacıyan-ı Rum Hareketi teklif edilmiş ama devamı gelmemiş.

Erbakan Hoca, “Önce Ahlâk ve Maneviyat”ı (Erbakan, c: 1, 2014: 48) öne çıkararak “Ahlâkçı ve maneviyatçı olacağız ve ondan sonra maddi hususlara bu manevi güçle yükleneceğiz” (Erbakan, c: 1, 2014: 49) diyecektir. Şu unutulmuştur: Teknoloji ve refah arayışı, aileyi çözücü öz'ü içkindir.

Önceki aydınlar MGH'ye “İslâm'da parti var mı?”, “Uyguladığın siyaset İslâmî mi”, “Ümmetin problemlerine & Türkiye'de yaşayan toplulukların problemlerine & Türkî dünyanın problemlerine niçin eğilmiyorsunuz?”, “Adil Ekonomik Düzen teklifinin altı doldurulmuş değil”, “Laikliği çiğniyorsunuz” eleştirisi yönelterek “söylem” kurdular.

Dikkat edilirse bizim MGH çizgisine yönelttiğimiz eleştirel söylemimiz kültüralist alanda değildir; ahlâkın “fazıl toplum kurucu değerler”inin “refah toplumu” düşüyle boğulması hakkındadır.  

MGH'nin, Osmanlı ıslahat arayışının ortaya çıkardığı “din & uygarlık” çatışmasının neticesi olan Cumhuriyet'i bir imkâna dönüştürdüğü ve kendisini de böylelikle imkânın nüvesi kıldığı için Türkiye'nin ana akımı sayılması gerektiğini düşünüyorum.

MGH, devletin merkezî gücünün ayarını tutturamayan, “adil ve hakkaniyetli demir” teorisini kuramayan ve hatta elindeki gücün kullanımını meşrulaştıramayan Cumhuriyet'in reflekslerini terazileyen, devletin toplumdan uzaklaşmasının (yabancılaşmasının) durdurulmasını sağlayan düşünce ve pratiği siyasete kazandırdı.

MGH, CHP'nin “sert modernleştirme”, DP'nin “kırsal alanı tahliye ederek kentsel modernleşme” siyasetlerinin ardından gelen “işçileşmiş öfkeli kenar”ın, geçmişiyle irtibat sağlamasının köprüsü oldu. Modernleşmeyle madunlaşan kesimlerin, “proleter devrim” taleplerinin veya “etno-kimlik çatışmaları”nda aradıkları ikbalin yol olmadığını gösterdi. MGH'nin devletle toplum arasındaki “çatışma”nın yapaylığına dair işaretleri, kendi dışındaki partilerin çatışma üretici, “ötekileştirici siyaset”lerinin sertliklerini çözmekteydi.  Erbakan Hoca, “Bu haklı prensiple, Ankara'daki Batı etkisindeki yönetimlerin ve partilerin hata yapmasını önledik” diyerek devlet&toplum çatışmasının kaynağı saydığı bürokratik yapılanmanın hakla dönüştürülmesini ilkesel alanda tartışmaya açmıştır.

Erbakan Hoca'ya göre 1) Modernleşme süreçlerinin pozitivist zihin kökleri, din ve dindarlık biçimleriyle çatışmaktadır; 2) Bürokrasi, milletin (İmanlı Büyük Türkiye'nin) egemenliği olmaktan çıkmış, seçkin sınıfın egemenliğine dönüşmüştür; 3) Siyaset, devlet ve millet kaynaklarını, plansızlık, dış borç, faiz, imkânların topyekûn seferber edilememesi, adil gelir dağılımının temin edilememesi gibi sebeplerle israf etmektedir.

O, “Devlet-millet kaynaşmasına mecburuz (…) Bu ise ahlâkî eğitimle olur (…) Saadet ve selametin temeli, ahlâk ve maneviyattır” (Erbakan, c: 1, 2014: 44-45) derken ahlâktan başladı.

MGH'nin cazibesi ahlâk ve adalet söylemindeki ısrarından gelmektedir. Ne var ki, İslâm siyaset teorisi, ahlâk teorisinin cüzüdür. Ahlâk, kalkınmanın ve siyasetin cihazı addedilmemelidir. Baş aşağı duran şey ayağa kalkmalıdır.

Lütfi Bergen

[email protected]

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter

 

 

YORUM YAP