Katkı maddeleri ve aromalar ile yıllardır tanksız,topsuz, tüfeksiz darbe yapılıyor bu millete. 25 kuruşluk mutluluk diye çocuklarımız şeker bağımlısı oldu. Bizim şeker diye kast etmemize bakmayın. Envai çeşit tatlandırıcı, glikoz şurubu ve fruktoz şurubu da mevzuatta şeker olarak adlandırıldığından bir çoğumuzun ne yeyip, ne içtiğinden ve nelerle zehirlendiğinden haberi bile yok.
Ürünlerinde Glikoz Şekeri olmadığını reklamlarında altını çize çize vurgulayan üreticinin doğru söylediğini varsaysak bile diğer şeker türevlerini kullanmadığını nereden bileceğiz. Ülkemizde üretilen şekerpancarının tohum üreticisinin ise İsveçli bir firma olduğu gerçeğini gözardı edeceğiz. Ülkemizde bir şirkete ortak olarak pazarda bulunmalarını da önemsemeyeceğiz. Çünkü Türk vergi sistemi içerisinde devlete kendilerini kabul ettirmişler. Coca-Cola veya Ford ne kadar Türk Malı ise şekerpancarı ve nişasta bazlı şeker üreten şirket de o kadar Türk.
Gıda katkı maddeleri ve bunlara ilişkin çalışmalar elbette yapılıyor. Ancak; yapılan bu araştırmaların hemen hepsi endüstriye yön veren şirketlerce finanse edildiği için bizler gıda katkılarınn zararları konusunda olumsuz bir yayına rastlayamıyoruz ve rastlayamayacağız. Bindiği dalı kesmeyecek küresel şirketler, bu araştırmaları finanse etmeye devam edecekler. Bilimsel olarak kanıtlanamadığı gerekçesi, üretime devam edilmesi için geçerli kabul şartı olacaktır.
Şu anda zararları ortaya çıkan pek çok ürünün geçmişte “zararsız” hatta “yararlı” olduğu gerekçesi ile üretildiğini biliyoruz. Bu konuda sadece iki örnek bile bizler için yeterli: Sigara ve eroin nasıl ki geçmişte faydalı olarak hasta reçetelerinde yerini bulduysa; şimdi de gıda benzeri ürünler tüketim maddesi olarak vazgeçilmezler arasında bulunuyor.
Üretim yapan şirketlerin de halk nezdinde itibarlı olmaları; yaptıklarını, ürettiklerini hoş görmemize sebep oluyor ve ürettiklerini kullanmaya, yayınladıklarını izlemeye devam ediyoruz.
15 Temmuz 2016 gününün 9 ay 10 gün öncesinde yayımlanmış ve reklamının yapıldığı mecra ile hiçbir bağı kurulamayan bir reklamı doğru okuyabilmek için, 15 Temmuz cehennemini görmek gerekiyormuş. Şimdi de yeni bir reklamla verilmeye çalışılan mesajı görebilmek için de yeni bir cehennem mi yaşamamız gerekiyor?
Bazen bir kuşku, şer cephelerinin önüne Çin Seddi gibi çekilebilir. 15 Temmuz sonrasında paranoyaklaşan bir toplumun teyakkuz durumunu bozmamasını anlamak gerekir. Başkalarının şizofreni, paranoya söylemlerine kulak tıkamanız da gerekecektir. Kimi çevrelerce sizin paranoya olarak adlandırılan davranışınız ülkenin başına örülecek çorapların yumağını bozabilecektir. Paranoyak bir ruh haline sahip olmanın vatansız kalmaktan daha evla olduğunu da hatırda tutmak gerekiyor.
Kurdukları vakıf üniversitesinin başına terörist Akın İpek'in gazetesinden bir akademisyeni; hele ki FETÖ kumpaslarının doruğa tırmandığı 17-25 Aralık 2015 tarihinden sonra rektör olarak atayabilmek hangi tarafta durulduğunun göstergesi olması açısından manidar değil midir?
Helal gıda sertifikalası vermek için Kuruluşunda yer aldığınız Güvenilir Gıdalar Vakfı gibi bir vakfı da kurarken medya teröristi Hidayet Karaca ve Ekrem Dumanlı'yla hareket etmek bizlere fikir vermek için yeterli olacaktır.
Mütedeyyin kesimin sempati duyduğu bir gıda (benzeri ürün) üreticisi olan Ülker, her daim İslam karşıtı sözleriyle göndeme gelen, Ressam Bedri Baykam'ın “boş çerçeve”sine de 125 bin dolar vermekte beis görmemiştir. Yapılanın ticari bir iş ve PR çalışması olmasını da anlamaya çalışmak bir Müslüman için mümkün bulunmamaktadır. Düşmanlarınız sizi hiçbir zaman dost olarak görmeyecektir.
31 Mart 2017 tarihinde yargının FETÖ gazetecileri hakkında verdiği skandal karar sonrasında Ülker reklamlarını Ali Atıf Bir'e analiz ettirmek gerekecek galiba.
Ülker'in kısa yakın tarihte ve uzun yıllar boyunca Cumhuriyet Gazetesi'nin ekleri ve reklâmlar üzerinden neredeyse ana sponsorları olduğunu da bir kenara yazmalı.