Milli Görüş'ün “Fabrika yapan fabrika” teklifinin Necip Fazıl'ın “Nurlu Muhafazakâr Metropol” söylemi içinden çıktığı fikrimize yapılan itiraza yeniden dönelim.
Diyelim ki Milli Görüş bu teklifi Hikmet Kıvılcımlı'nın “Eyüp Sultan Konuşması”nda geçen “Bu memlekete şeker fabrikasından evvel, ‘makine yapan fabrika' lazım, vatandaşlarım” cümlesinden almış olsun; ne fark eder?
Hikmet Kıvılcımlı konuşmasının devamında “pancar fabrikası kurmayalım” da demişti. Kuruldu.
Türkiye, gelecekteki insanına “pancar motor fabrikaları” sunan siyasi söylemin İslâmî değerler açısından kritiğini yapan bir aydın çıkarabildi mi?
Osmanlı'da gıda, hayvancılık, ulaşım, bina yapımı “teknik” kapsamındadır. Geleneksel metotlarla yapılmış ve halkın geçimini sağlayacak büyüklüklerle sınırlandırılmıştır.
Ahmet Tabakoğlu'nun da yazdığı gibi “Büyük mülkiyet ve sermaye, fertlerin elinde değil devlet elinde olmalıdır.”
Osmanlı, askerî organizasyonunu sağlayacak bilgi disiplinlerinde “teknoloji” kullanmıştır. Daha önce de yazdık: “Halkın tekniği olur, devletin teknolojisi.” Milli Görüş ise hayatın her alanına teknoloji kullanımını projelendirdi. Devlet pancar üretmemelidir. Pancar motoru da üretmemelidir.
İnsanın şekere ihtiyacı bulunmuyor. Amerikan Kalp Derneği'nin verilerine göre günlük şeker ihtiyacı, erkekler için 35 gram, kadınlar 20 gram düzeyindedir. 1 bardak portakal suyu günlük şeker ihtiyacının yaklaşık %70'ini karşılıyor. Kadınlarda 1 yemek kaşığı, erkeklerde 2-3 yemek kaşığını aşan şeker tüketimi ciddi hastalıklara davetiye çıkarıyor. 1 adet simit = 4,5 yemek kaşığı şeker ediyor. Bir küp şeker 4 gramdır. Demek ki 5 bardak 2 şekerli çay içmek günlük şeker ihtiyacını aşmaktadır. 1 dilim beyaz ekmek=2 küp şekerdir. Aynı hesapla 5 dilim ekmek yemekle şeker limitini aşıyoruz.
Pancar motor fabrikası kurmak, ihtiyaç olmayan bu zehrin endüstrisiyle uğraşmak anlamına geliyor.
Şeker zararlı ise endüstriyel zihin niçin bunun üretimini idealize etmiş olabilir?
Doğal besinler içinde şeker bulunmaktadır. Kapitalist üretim tarzı insanların doğal besinlere ulaşmasını engelleyecek kent yapısı kurmakta ve kırsal alanı boşaltmaktadır. Tarımdan çıkarak işçileşen insanların doğal şekere ulaşması güçleşmekte ve yüksek maliyet oluşturmaktadır.
Endüstriyel toplum tasarımı, ister sosyalist, isterse kapitalist ekonomik düzenle yürütülsün “kitlesel” üretim için fabrikalarda çalışacak çok sayıda emek gücüne ihtiyaç duymaktadır. Bu emek gücünün temel ihtiyacı barınma ve beslenmedir. Buna göre konut üretimiyle şeker üretimi endüstriyel toplumun sağ ya da sol modelleri için kaçınılmaz durumdadır. Milli Görüş “endüstri toplumu” tasarımını kabul etmiştir.
Emekçi, piyasaya satışa sunduğu emek karşılığı aldığı ücretle hayatını idame ettirir. Onun emeğinden başka mülkü yoktur. Emeğini yeniden üretebilmesi için gıda alması gerekir. Gıda ihtiyacının bal, pekmez, pestil, kuru üzüm, incir-kayısı kurusu gibi nimetlerle karşılanması asgari geçim endeksini yükseltecektir.
Kapitalizmde sermaye, sosyalizmde devlet, işveren olarak ücretlerin düşük tutulmasına meyletmektedir. Yüksek ücret algısı verilmek istendiğinde de mal-ürün ve değerlerin metalaştırılması gerektiğini fark etmişlerdir.
Şekerin rafine edilmesi, endüstri toplumunun işvereni olan tekno-kültürün kâr maksimizasyonudur. Şekerin rafine edilerek gıdaya dönüştürülmesi, işçi sınıfının yüksek kalori ihtiyacı için işlevselleşmiştir. Şeker-kalori, emeği ertesi günlerde çalışması için ayakta tutmaktadır. Şeker, kapitalizm ve sosyalizm için emekçinin asgari geçim düzeyinin düşük tutulmasına hizmet etmektedir. Üretim sistemi, her gün 6-7 portakal tüketmesi gereken işçiye 10 küp şeker vererek onu çalışabilir düzeyde tutmaktadır.
Milli Görüş, endüstri toplumu ideolojisini eleştirmemiştir.
Bu eleştirisizlik nedeniyle şeker üreten “pancar fabrikaları”nı veya “makine yapan makine” söylemiyle “pancar motor fabrikaları”nı teklif etmiştir.
Milli Görüş, ABD ve Brezilya'nın şeker kamışından / mısırdan imal ettiği şekere karşı yerli pancar üreticilerinin yanındadır. Ama şeker kitlelerin afyonudur.
Biz ise rafine şeker üretimini “Metro-Müslüman Ekonomi” başlığı altında değerlendiriyoruz. Müslümanların rafine şeker üretim ve tüketiminden hızla çıkmaları gereğine işaret ediyoruz.
Bu cümleden olarak Fatih Tutkun'un “Milli Görüş'ün ‘makine yapan makine' tasavvurunun kaynağı Hikmet Kıvılcımlı ve sol kesimdi” mealindeki müdahalesi, bu politik mecranın “Metropol idealizmi”ni bertaraf etmemektedir.
Endüstri toplumu tasarımı için Nazım Hikmet'e de başvurabilirdi:
“Trrrrum / trrrrum / trak tiki tak / makinalaşmak istiyorum! / mutlak buna bir çare bulacağım / ve ben ancak bahtiyar olacağım / karnıma bir türbin oturtup / kuyruğuma çift uskuru taktığım gün! / Trrrrum / trrrrum / trak tiki tak / makinalaşmak istiyorum!”
Nazım Hikmet, motorun sesine meftun olup otomobilleşmeyi ve gökdelenleşmeyi de idealize etmişti:
“Güzel günler göreceğiz çocuklar / güneşli günler göreceğiz / Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar / ışıklı maviliklere süreceğiz / Açtık mıydı hele bir son vitesi, adedi devir / Motorun sesi / … / Hani şimdi biz / bir peri masalı dinler gibi seyrederiz / ışıklı caddelerde mağazaları / hani bunlar / 77 katlı yekpare camdan mağazalardır.”
İster sol olsun, ister sağ olsun Türkiye'de sanayi / endüstri toplumu tasavvuruyla fikir üretenlerin vardıkları durak, tekno-metropolizmdir. Tekno-metropolizm kavramı ekseninde Marksizmin muhafazakârlıktan tefrik edilebilecek bir model ortaya koyamadığı da ortadadır.
Endüstriyel toplum tasavvuru Batılı epistemolojisinin tabiata ve fıtrata saldırı, işgal, sömürü, istismar uygulamalarının neticesi olarak zuhur etmiştir. Müslümanlar bu tasavvuru “İslâm terakkiye mani değildir” nazarından ele alarak “İslâm'ın geri kalmışlığa rıza gelmeyeceği” vurgusuyla gerekçelendirdiler.
“İlim Çin'de de olsa alınız” beyanına referans verdiler ama Çin'in Doğu'da olduğunu unuttular. Batı'nın insanlığı esir altına alan bilgisi, Doğu'nun Hikmet Ağacı'ndan çalınarak yozlaştırılmış bir engizisyon cihazıdır. Çin'de barutun bayram şenliklerinde kullanılırken, Batı'ya geçtiğinde kitlesel imha silahına dönüşmesi bundandır.
Agamben'in “Bugün, Batı'nın temel biyosiyasal paradigması şehir değil; kamptır” itirafı, Batı'yla endüstriyel toplum mantığıyla savaşılamayacağını kanıtlamaktadır.
Şunu unutmayalım: Biz yeryüzüne şehir kurarak çıkmış bir dinin mensuplarıyız.
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter