Yılmaz Altunsoy

Melikin atiyyelerini, matiyyeleri taşırmış

15.07.2018 22:44:18

Bu güzel bir söz, İmam-ı Rabbani Hazretlerine ait.

Demek istiyor ki mübarek zat, Melikin yani Sultanın hediyelerini, ihsanlarını, yüklerini ancak bu işe layık olabilen, seçilmiş insanlar taşıyabilir. Allah, davasına kimin hizmet edeceğine de kendisi karar verir. Liyakat, takdir iledir. Kimin seçilmiş olduğu, ancak vukuatın vücuda gelmesinden sonra belli olur.

Nice kahraman görünümlü sahtekârlar, nice kelli felli adamlar, vatan için ortaya çıkmak ihtiyacı hâsıl olduğunda cüceleşmiş ve meydanlarda görünmez olmuşlardır. Kendisini memleketin sahibi zanneden, konuştuğu zaman mangalda kül bırakmayan, her daim nerede bir ihsan ve nimet varsa, herkesten önce orada biten tipler, fedakârlık zamanında bir anda görünmez olurlar.

Sanki görünmezlik iksiri içmişlerdir ya da bir anda arazi olma sanatında ustalık kesbetmişlerdir. Bu tiplemelerin başka bir özelliği daha vardır; fırtına geçtikten sonra yine meydanı kimselere bırakmazlar. Fırtınayı dindirenin kendileri olduğunu, zararın en aza indirilmesi için elinden geleni fazlası ile yaptıklarını, anlatırlar da anlatırlar. Bir müddet sonra bakmışsın ki, kendisi de inanmıştır anlattığı mavallara…

Bir de görünmez kahramanlar vardır. Bilmezler içlerindeki cevherin ne zaman ortaya çıkacağını.

İhtiyaç halinde sevk-i İlahi ile bir anda öne atılırlar. Deruhte ettikleri vazifenin ehemmiyetinden ve karşı karşıya kaldıkları risklerden haberleri bile yoktur. Bir anda zembereği Rahman tarafından kurulmuş, vazifeye odaklı birer robota dönüşüverirler.

Vazife esnasında devleşirler de kendileri bile inanamazlar bu hallerine. Bir tavuk düşünün. Kimse korkmaz ondan, zira zayıftır, teçhizatı yoktur. Kimseye zarar verecek mahiyette yaratılmamıştır. Ancak siz o tavuğu bir de yavrularına vaki olacak bir saldırı esnasında görün. Aslan kesilir bir anda.

Tüm sermayesi hayatı olduğu halde, kellesini ite kaptırmaktan asla çekinmez. Kahraman olur bir anda. Aynı tavuk, yavruları büyüdükten sonra, onlarla darı kavgası yapar. Kediden bile çekinir hale gelir. İşte onu aslanlaştıran şey analık hissiyatıdır. Muvakkaten verilir bu hissiyat kendisine, sonra tekrar elinden alınır.

Buna tabiatperestler “içgüdü” derler. Ancak içinde ne güdü vardır, ne de müdü. Biz buna Sevk-i İlahi deriz. Aynen Nahl Suresinde Rabbimizin anlattığı gibi.

Bugün 15 Temmuz hain ihtilal ve işgal teşebbüsünün ikinci sene-i devriyesi. İşgal teşebbüsünün akim bırakılması vazifesini yerine getirenler de aynen melikin matiyyeleri gibi, bu vatanın görünmez kahramanları oldu.

Tankın altına yatanlar, uçaklar kalkmasın diye tek sermayesi olan tarladaki buğdayını yakanlar, komşusunu da yanına alıp, kamyonun direksiyonuna geçen hanımlar, kurşunlara karşı merdane göğsünü gerenler… Hepsi birer görünmez kahramandırlar.

İşte bu kahramanlardan bir tanesi de bizim ailemizin medar-ı iftiharı olan, abimin oğlu Okan Altunsoy 'dur.

Okan henüz yirmili yaşlarında bir genç. Hayat şartlarının zorluğu gereği, eğitim hayatı ortaokulda son bulmuş, eve ekmek getirmek için bulduğu işi yapmış, yaşadığı şehir olan İstanbul'un bir gün dahi nimetlerinden faydalanmamış, çilesine talip olmuş bir vatan evladı. Gece yarılarında uykusundan kalkan, otobüsle çalıştığı beton santraline giden, ekmeğinin peşinde bir genç.

"Nasıl oldu yavrum" diyorum.

Başlıyor anlatmaya:

Amcacığım, o saatte evdeydim. Henüz mesai saatim gelmediği için dinleniyordum. Birden telefonum çaldı. Partiden arkadaşlardı arayanlar. ‘Okan, kalkışma var, isyan var, Fetocu hainler Reisi indirmek istiyorlar. Biz Kartal Köprüsüne gidiyoruz. Sen de oraya gel' dediler. Ben hemen üzerime bir şeyler aldım ve kapıya doğru yöneldim ki, karşımda babamı buldum. ‘Nereye oğlum, sen aklını mı kaçırdın.

Ne olduğu belli olmayan karmaşık bir durum var, öldürürler seni. Az bekleyelim, ne olduğunu anlayalım o zaman beraber çıkarız' dedi. O anda babamın ne dediğini anlamadım bile. Hayatta hiç hatırını kırmadığım, bir defa bile sözünden çıkmadığım babamı itekledim ve kendimi dışarıya attım. Evimiz zaten Kartal'da olduğu için, Kartal köprüsüne ulaşmam uzun sürmedi.  

O zaman çok da kiloluydum biliyorsun. Bir çırpıda nasıl tankın üzerine çıktım hala ben de bilemiyorum. Hedefe kilitlenmiş bir füze gibiydim sanki. Tankın kapağını açtım, içindeki asker ile göz göze geldim. İkazlar çare etmeyince, askeri çektim çıkardım içeriden, suratına bir yumruk aşkettim. Ama ne çare ki dipçik darbeleri ile kendimi yerde buldum. Tankın üzerine değil, asfalt zemine düşmüştüm.

Bir daha toparlandım ve tekrar çıktım bu savaş makinesine. Bir defa daha dipçik darbeleri ile yere yığıldım. Nefes alamıyordum. Sırtım yerdeydi, kıpırdayamıyordum, gökyüzündeki tüm yıldızların tek tek söndüğünü hissettim. Sonrasını hatırlayamıyorum.

Gözümü açtığımda hastanenin acil servisindeydim. Kaburga kemiklerim kırılmış… Hepsi bu”. Peki şimdi olsa aynı şeyi yapabilir misin Okan? Amcacığım bu iş planlayarak, düşünerek, taşınarak yapılacak bir şey değil. Bugün olsa buna cesaret edebilir miyim bilmiyorum. O anda beni bir güç oraya sevk etti. Korku hissini içimden aldı. Ne ailem aklıma geldi, ne de canım. Nasıl bir kahramanlık örneği sergilemiş olduğuma hala inanamıyorum.

Okan genç yaşta hayatın yükünü yüklenmiş, ekmeğinin derdinde olan, çileli Anadolu insanlarından sadece birisi.

O şimdi kendisine verilen Gazilik Beratını övünçle taşıyor.

Allah dinine, davasına, İslam'ın son kalası olan devletimize kimi, nasıl hizmetkâr edeceğine kendisi karar veriyor. Sahte kahramanlarla dolu olan dünyamızdan, Okan gibi hakiki kahramanları bulup çıkarıyor. Gurur duyuyorum seninle kahraman yeğenim. Bu vatan sana minnettar…

YORUM YAP