Simon O'Meara, “Mekân ve Müslüman Şehir Hayatı - Fes Labirentinin Sınırlarında” (2014) başlıklı kitabında Türkiye'de “İslâm Şehri” tartışmalarının yönünü değiştirecek başka bir alan açıyor..
Bilindiği üzere Türkiye'de “İslâm Şehri” tartışmaları “eser merkezli”dir. Süleymaniye Camii, Selimiye Camii gibi eserler üzerinden yürütülen bu tartışma “toplumu yöneten mimar” tasavvuruna vurgu yapmaktadır. Gökdelenleri örtmek için gökdelen büyüklüğünde camiler inşa edilmektedir. Mimar Sinan'ın gündemden düşmemesinin sebebi budur.
Oysa biz yazılarımızda “fıkıhla yürüyen bir toplumun” şehir kurabileceğini ısrarla dile getiriyoruz. “İslâm Şehri” yaklaşımlarımız “mimarî eser” kavramından hareket etmemektedir. Simon O'Meara, bu anlamda bizim yürüttüğümüz “fıkıhla yürüyen bir toplumun şehri” tezini beslemektedir.
Biz O'nun kitabını da bir eleştiriye tabi tuttuk, fakat kitabında yer alan hadisleri ve içtihatları “İslâm şehri” tasavvurunun tartışma zemini görüyoruz:
“Kim bir mü'minin bir karış toprağını haksız yere alırsa (Kıyamet Günü'nde) yedi kat yerden o toprak bir boyunduruk gibi geçirilir” (O'Meara, 2014: 97).
“956 yılında, el-Karaviyyîn camisinin minaresi çok yüksek olduğu ve evlerin içini gördüğü için yıkılıp tekrar inşa edilmek zorunda kaldı” (O'Meara, 2014: 111).
“Fes'te evlere yüksekten bakmayla ilgili problem o kadar yaygın bir problemdi ki piyasa denetçisi Halid b. Abdullah (ö. 1365'den önce) minareleri ev seviyesinden aşağı düşürmek zorunda kalmıştır” (O'Meara, 2014: 111).
“Sahnun, İbn el-Kasım'a kendi arsasında bir fırın, hamam veya değirmen yapmak isteyen ancak komşuları tarafından engellenen birinin durumu hakkında farazi bir soru sorar. İbnü'l-Kasım şu şekilde cevap verir: Eğer inşa edilecek olan şey, duman veya benzeri sıkıntılarla komşuları rahatsız edecekse, o zaman komşular bu işe engel olabilirler. Çünkü İmam Malik birinin komşularına zarar vermemesi gerektiğini bize öğretmiştir” (O'Meara, 2014: 98).
“Komşunun komşunun mülkiyeti üzerinde ön alım hakkı vardır. Ortak bir kullanım alanları varsa ve komşulardan biri yoksa diğer komşu onun dönmesini beklemek zorundadır” (O'Meara, 2014: 96).
“Komşunun üzerinizdeki hakkını biliyor musunuz? Onun iznini almadan onun rüzgârını kesecek bir şey inşa edemezsiniz” (O'Meara, 2014: 96).
“Eğer duvarın sahibi kendi çıkarı için duvarı yıkarsa onu restore etmeye mecbur mudur (…) Eğer komşu bir perde bulamazsa ve bu nedenle evinin mahremiyeti riske girerse (la-hu avret), duvar sahibi hemen onu restore etmeye mecburdur, istese de istemese de” (O'Meara, 2014: 125).
“Eğer (bir) ev, diğer evlere bitişikse ve sahibi devamlı ekmek pişirmek için dükkânlardaki gibi bir fırın inşa etmek isterse veya bir un değirmeni veya bir demirci tokmağı koymak isterse, ona müsaade edilmez. Çünkü bunlar komşularına kaçınılmaz olarak aşırı derecede zarar verir (zarar-ı fahiş)” (O'Meara, 2014: 128).
Yukarıdaki hadis ve içtihatların hepsini kenara koyalım ve aşağıdaki rivayetten hareketle bir şehir inşa edelim:
“Komşunun üzerinizdeki hakkını biliyor musunuz? Onun iznini almadan onun rüzgârını kesecek bir şey inşa edemezsiniz” (O'Meara, 2014: 96).
Eğer komşunun rüzgârını kesmek için izin almak gerekiyorsa, güneşini de engelleyemeyiz. Manzarasını da kapatamayız. Bu rivayetle hareket etmeyi düşünen ve kul hakkına girmekten korkan bir toplum, günümüzdeki gibi bir kentleşmeyi yürütemez. Kent yükselmeyeceği için nüfusu da yoğunlaştıramayız.
Mimarlık “kitle toplumu”nun imal edicisi olarak işlev görüyor. Bu zihniyetle Mimar Sinan da olsanız ancak “eser temelli” bir topluma varırsınız. Umrancı olursunuz.
Oysa biz mahalleden şehre çıkan “fazıl toplum”un peşindeyiz.
40 hane bir cemaattir, bunlar mahalle kurarlar. Mahalleye sermaye ile girilmez, erdem / sıdk / namus üzere yaşayan, helâl kazanç ehli olmaya ahdetmiş şahsiyetle girilir. Mahalleye girmek için mahallede sözüne itibar edilir iki kefil de gerekir. 40 hane tasada, kederde, sevinçte, neşede ve hayırda tevhid olurlar.
“İslâm Cemaati” denerek ulusal ya da küresel yönlendirmeye kendini açanların birbirlerine kefil olmaktan kaçtıkları bir zamanı sürüyoruz. Karz-ı hasen veremediklerinden bankaları “ihvan” kılan bu zihnin, konut yapıp gökdelen yükseltmesine şaşırmamalıyız.