İslâm'ın İbrahim (as) sonrasındaki din-hukuk tasavvurunda İsrailoğulları geleneği ile İsmailoğulları geleneği şeklinde değerlendirilebilecek iki sünnet=yol'u vardır.
İsrailoğulları, “Kral-peygamber” istediler. Yönetim buna göre belirlendi. Davud (as), Süleyman (as) peygamber-kraldır.
İslâm, İsrailoğullarının dini olmaktan çıktıktan sonra büyük bir değişim geçirdi; kral-peygamberler dönemi bitti.
Fakat önce insanlık tarihinde Hz. İsa (as) ile iktidarın krallardan alınması hazırlığı yapılmıştır.
Ne var ki, İsa (as)'dan sonra Hıristiyanlar kendilerine iktidar kapısını açacak şekilde ruhbanlığı icat etti.
Teokrasi, rahiplerin iktidar arayışından çıktı. Yoksa Allah, İsa (as)'nın imanı tebliğ ederek Müslümanlıklarına vesile olduğu insanlara ruhbanlığı ve (Kilise İktidarı'nı) yazmış değildi.
Nitekim “Sonra onların izleri üzerinde Resullerimizle ta'kıyb ettik. Bir de Meryemin oğlu İsa ile ta'kıyb ettik ve ona İncili verdik ve ona tabi olanların kalblerinde bir rıkkat bir merhamet yarattık, bir de rehbaniyyet ki onu onlar ibda (icat) ettiler. Biz onu üzerlerine yazmamıştık, ancak Allah rızasını aramak için yaptılar. Sonra da ona hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden iman etmiş olanlara ecirlerini verdik. Çokları ise yoldan çıkmış fâsıklardır” (57 Hadid 27) ayetinde ruhbanlığın Allah'ın dilemesi olmadığı beyan edilmiştir.
Ruhbanlar, dünyalık için vahye müdahale etmişlerdi: “Ey iman edenler! Haberiniz olsun ki Ahbar ve Ruhbandan birçoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler, altını, gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda sarf etmeyenler ise işte onları elim bir azâb ile müjdele” (9 Tevbe 34).
Pavlus, vahye yönelik bu müdahalesini şöyle anlattı:
Pavlus; Romalılara Mektup; Bölüm 13:
Yönetime Bağlı Olmak
Rom.13: 1: Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur.
Rom.13: 2: Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı buyruğuna karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır.
Rom.13: 4: Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı'ya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı'nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı'ya hizmet ediyor.
Rom.13: 5: Bunun için, yalnız Tanrı'nın gazabı nedeniyle değil, vicdan nedeniyle de yönetime bağlı olmak gerekir.
Rom.13: 6: Vergi ödemenizin nedeni de budur. Çünkü yöneticiler Tanrı'nın bu amaç için gayretle çalışan hizmetkârlarıdır.
Rom.13: 7: Herkese hakkını verin: Vergi hakkı olana vergi, gümrük hakkı olana gümrük, saygı hakkı olana saygı, onur hakkı olana onur verin.
İsrailoğulları Hz. İsa'nın “Kral-peygamber” geleneğini kıran vahiyle gelmesine tahammül edemediler. İsa (as) peygamber, Yahudi ahbarların (haham) Roma ile işbirliği neticesinde hazırlanan bir komplo ile öldürülmek istendi.
Eğer Matta İncili 23. Bölüm'ü okursak bunun nedeni anlaşılabilir. Çünkü İsa (as) “Lakin vay başınıza hahamlar, rabbiler, ferisiler! Ve münafıklar! Çünkü siz göklerin melekûtunu, insanların yüzlerine kapıyorsunuz. Böylece kendiniz, (bu melekûta) girmediğiniz gibi, girenleri de bırakmıyorsunuz ki girsinler” diyordu.
İnsanlık, İsrailoğullarının “Kral-Peygamber” modelinden, İsmailoğullarının “Gariplerin Dini olarak İslâm” modeline doğru sevk ediliyordu. Hasırda yatan bir peygamber, Hz. Muhammed (asv) geliyordu.
Hz. İsa'dan sonra ona inananlar krallık dışında yeni bir idare şekli getirdi. Bu idare, rahipler (ruhbanlar) tarafından yürütüldüğü ve yasanın kaynağını, yönetimin meşruiyetini vahye değil ruhbanlara özgülediği için “teokrasi” diye isimlendirilmiştir.
Diğer taraftan iktidar amacını taşımayan Allah'a adanmışlığı Kur'an işaret ediyor: Hz. Meryem, iktidar amaçlamayan bir ruhbandır. Hz. Muhammed (asv) ise, ne kral ve ne de ahbar-rahip'tir.
Hz. Peygamber (asv) ile din-İslâm'ın; kralların, ruhbanların, soyluların iktidarını modelleştirmediğini görüyoruz. Bu kapsamda Medine'de inşa edilen Müslüman toplumsallık, teokrasi, krallık, sınıf iktidarı oluşturmamıştır. Hz. Peygamber (asv), Yahudi ve Müşriklerin dahi kendisine başvurduğu “emin-Hakem” vasfıyla şehir-Medine'yi inşa etmiştir.
Lâiklik karşıtı tutumun “Şia Devlet Modeli”nin kapısını açabileceğini hatırda tutmak zorundayız.
İmam Humeyni'nin İslâm Devleti inşasındaki tezi şuydu: “Fakihler imamlar tarafından, imamlar peygamber tarafından, peygamber de Allah tarafından tayin edilir. Kayıp imamın yokluğunda ona velâyet en adil bir müçtehit–fakih devletin başına geçer ve beklenen Mehdi (kayıp imam) gelene kadar devleti-toplumu-ümmeti yönetir.” İmam Humeyni'nin bu beyanının, Pavlus'un Romalılara Mektubunun bölüm (13: 1)'deki beyanından farkı nedir? “Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur.”
“Toplumu kim yönetecek?” problemini sınırlı modelle çözebiliriz: a) Kral-hükümdar; b) Ruhban; c) Zenginler-toprak sahipleri-kapitalistler, d) Üreten halk.
Türkiye'de İslâmcılık düşüncesi özünde kralcı değil, ruhban hareketi değil, sermaye hareketi değil.
Bu nedenle Necmettin Erbakan'ın MSP Konya Milletvekili iken TBMM'de “Aziz milletvekilleri, biz lâikliğe karşı değiliz. Biz asıl lâikliği ortadan kaldıran, bugünkü lâiklik tatbikatına karşıyız. Bugün memleketimizde, bütün Batı medeni memleketleriyle asla mukayese edilemeyecek bir lâiklik anlayışı, Anayasa'ya aykırı olarak tatbikatta hüküm sürmektedir” (Erbakan Necmettin, Milli Görüş ve Anayasa Değişikliği, Necmettin Erbakan Külliyatı, c: 3, 2014: 354) beyanı Türkiye'ye has İslâm siyaset teorisidir.
Diğer taraftan; İran İslâm Cumhuriyeti Anayasası, 57'inci maddesinde “güçler ayırımı prensibi” kabul etmiş görünüyor. Fakat güçler arasındaki (yasama-yürütme-yargı organları arasındaki) ihtilaflarda çözüm Rehberlik Makamı'nın uhdesindedir. İran İslâm Cumhuriyeti Anayasası'nın 5. ve 107. Maddeleri, devlet teşkilat sistemindeki en üst iktidar merciini müçtehit vasfındaki velayet-i fakih (rehber)'e vermektedir.
Velayet-i Fakih teorisinin siyasal yansıması olan Rehberlik, Şia 12 imam düşüncesinin sonucudur. Gaip-kayıp imamın yokluğunda onun yetki ve sorumluluğunu “Rehber”e yükleyen teolojik ideolojinin iktidar statüsüdür.
Şimdi tekrar başa dönelim.
Türkiye'de Müslümanlar İslâmî temele haiz bir iktidar teorisi geliştirecekse “Yöneten” nasıl belirlenecektir?
Önceki yazıma, “Erbakan Hoca'nın lâiklikle ilgili sözlerinin O'nun mutlak fikriymiş gibi sunulması yanlıştır. O dönemsel bir cevaptır. Yani lâikliği dine bir baskı aracı olarak kullanmayın diye söylemiştir. Lâiklik İslâm'la bağdaşır şeklinde yorumlayamayız kesinlikle. Zaten hocayı yakinen tanısaydı bu kanaate varmazdı” mealinde yorumlar yapıldı.
Şunu hatırlayalım ki, Kur'an'da siyasi manada “Halifelik” diye bir statü, egemen iktidar tanımı yoktur. Kur'an'da “halife”, siyasî bir terim olarak kullanılmamıştır. Biz bu kavramı da beşerî bir tasavvurun ürünü olarak ithal ettik, Doğu'dan alıp getirdik. Diğer taraftan Osmanlı hükümdarlarının (Yavuz Selim'in Mısır'dan getirdiği) “halife” unvanını kullanmadığı da bilinmektedir.
Hatta Osmanlı toplum düzeninde sadece özel hayata ilişkin düzenlemeler din referanslıdır. Devlet işleri, lâik (ruhban kaynaklı olmayan) hukuk tasavvurları olup, padişah kanunnameleri (örfî hukuk) üzerinden yürütülmektedir. Örneğin Yeniçerilerin bekâr bırakılması örfî hukuk düzenlemesidir. Tımardaki yerini yurdunu terk eden reayanın, sipahisi marifetiyle 15 yıl içerisinde tekrar yerine döndürülmesi kanun-ı kadim olarak standartlaşmıştır. Ancak 15 yıl geçtikten sonra geri döndürülmesi men edilmiştir. Bu düzenlemeler de örfî hukukun gereğidir. Diğer değişle “Osmanlı Yöneten erki”nin bağlı olduğu hukuk şerî değil, lâik (ruhban dışı) karakterlidir.
Türkiye, devlet-din-hukuk ilişkilerinde lâikliği reddederse, kendi bin yıllık devlet geçmişiyle çatışacak; neo-ruhbanlar çıkacak, Şia olacak.
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter
Osmanlı Devletinin ideal bir İslami siyasal model olduğunu nereden çıkarıyoruz? Türk köylüsünün Osmanlı için söylediği ünlü manide şöyle der: ' Şalvarı şaltağ Osmanlı, eğeri kaltağ Osmanlı, ekende yoğ, biçende yoğ, yiyende ortağ Osmanlı. Osmanlı büyük ölçüde bir ihanet kültürü doğurmuştur. Milletler sistemi içindeki bütün tebayı o tebanın din adamları eliyle ifsad edilmesinin önünü açmıştır. Yani Fener- Rum patrikhanesi Rumlara, Osmanlı lehine ihanet ederek ayakta kalmıştır. Buna Müslüman beraya da bir teba olarak dahildir.