Lütfi Bergen

Kulübe Hakkında

24.05.2017 06:00:34

Farabi “Eksik topluluk köy, mahalle, sokak veya ev halkından teşekkül eder. Evden küçük olan kulübe de bu cümledendir. Bu kabilden ev, sokağın bir cüz'ü, şehir millet topraklarının bir cüz'ü, millet de dünya nüfusunun bir cüz'ü sayılır” (Farabi, el-Medinetü'l Fâzıla, MEB Yayınları,1990: 79) demişti. Farabi'nin “evden küçük kulübe”yi “eksik topluluk” sayması Füsûlü'l Medeni kitabındaki ifadeler nazara alındığında şaşırtıcıdır. Çünkü bu eserinde toplumun temelini “ev” fikrine bağlayan bir îmâ bulunmaktadır. Evi dört unsurun iştirakinden gören Farabi, eve reis gerektiğine de işaret eder. Ev'e mensup saydığı kişilerin birbirleriyle yardımlaşmalarını sağlayacak şekilde onların bir kısmını diğerleriyle birleştiren ve her birini diğerine bağlayan birinin evin efendisi ve yöneticisi olması gerektiğini ileri sürer. “Buna aile reisi (el menziliyyu) denir ve evdeki bu kişi, şehirdeki şehrin yöneticisine benzer” der (Farabi, Füsûlü'l Medeni, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2005: 62). Farabi'ye göre evi oluşturan dört unsur 1) Karı-koca, 2) Yardımcılar, 3) Anne-baba ve çocuklar, 4) Mal-mülk, üretim araçları şeklinde belirlenmiştir. Evin reisi erkek olmalıdır.

İbn Sina'ya göre de ülkelerin yönetimini üstlenen yöneticiler, daha sonra sırasıyla köylerin ve kentlerin yönetimine ehil kılınan valiler, ev sahipleri ve aile-çocuk terbiyecilerinin her biri, sorumlulukları altındaki varlıkların, buyurma ve yasaklama yetkisine girmiş kişilerin yani halkın yöneticisidir (İbn Sina, er-Risale fi's-Siyaseti'l-Menziliyye, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi içinde, Tercüme: Vecdi Akyüz, T. C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurulu, c: 3, ss: 906-917, 1991). İbn Sina bu risalede evin reisi olan erkeğin karısına, çocuklarına ve hizmetçilerine yönelik siyasetinin ilkelerinden bahseder.

Türkiye'nin kentsel gelişme sürecini 1) Eski şehirler-kırsal yerleşimler dönemi (1923-1950), 2) Kent planlamaları-gecekondulaşma dönemi (1950-1980), 3) Kentsel yükselme-yayılma ve apartmanlaşma dönemi (1980-2000), 4) Metropol kentleşme-gökdelenleşme dönemi (2000-?) şeklinde dört dönemle tasnif etmek mümkündür.

Türkiye'de kentleşmenin “köyden indim şehre” dönemi olarak da ifade edilebilecek ikinci dönemi, aynı zamanda gecekondulaşma dönemi olarak da isimlendirilebilir.  Kırsal alanların çözülmesi ve iç göçle ortaya çıkan konut ihtiyacının bir sonucu olarak yaşadığımız gecekondulaşmanın tarımın makineleşmesiyle (traktör ithalatıyla) ilişkisi mutlaka kurulmalıdır.  Bu dönemde kent çeperlerindeki gecekondulaşmanın tarım toplumunu hızla çözerek, işçileşmeyi ve tüketim taleplerindeki yükselmeyi de sabitlediği söylenebilir. Bu zaviyeden bakıldığında, 1961'de Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşu tesadüf değildir. Fakat bu dönemde gecekondu, kırsaldaki köy yapılarının olduğu gibi kent çeperlerine göçü şeklinde ortaya çıktığından “tedbirü'l menzil” tasavvurunu muhafaza etmektedir. Bu dönemde geniş aileyi barındıran, yerine göre sebze-meyve devşirmeye müsait, tandır-ocak ve kümesli bahçeye sahip gecekondu, aynı köyden/obadan komşuların gecekondularıyla “mahalle” oluşturmaktadır. Bu mahallelerin sakinleri yaz aylarında köylerindeki hasada, harmana katılmakta ve ziraî üretimden ve hayvanî üründen aldıkları payla kentsel maliyetleri düşürmektedir. Gecekondu, erkek (zevc) ve kadın (zevce) rollerini yani “tedbirü'l menzil” kavramının içeriğindeki kimlikleri muhafaza etmektedir. Gecekondu, karı-koca ve çocuklardan ibaret kalmamakta ve aileye “yardımcı” rolde kişi ya da kişiler de dâhil edilmektedir. Gecekondunun “kırsal vatan”la ilişkisi organik olarak devam ettiğinden kaynana, baldız, amca, kuzen, sütnine gibi yardımcı kadro “ev içinde” kabul edilmektedir. Bu kadronun ev'in üretim araçlarına sahipliğini pekiştirdiğini ya da bunun imkânlarını mümkün kıldığını da söyleyebiliriz. Çünkü gecekondu mekânı (arsa), ancak nüfusla “tutulabilmektedir.” Bu mekânda nüfus bakımından zayıflık, özellikle 70'lerin anarşi ortamında kent çeperinde barınamamak (gecekonduyu kaybetmek) anlamına da gelmektedir. Bu paradigmada gecekondu mekânı, hem tahayyülde ve hem de pratikte mal-mülk-üretim aracı işlevi yüklenmektedir. Gecekonduların diğer taraftan ekmek, yoğurt, yumurta, reçel gibi temel gıda maddelerinin üretim alanı olduğu, bu evlerdeki kadınların çorap, elbise, gömlek, kazak gibi giyecekleri de imal ettikleri ifade edilmelidir. Komşular da “imece” usulüyle ev'e dâhil edilmektedir. İşçileşme, “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri bulunmayan” bir yoksullaşma ve sefalet durumu getirmemiştir. Çünkü Türk işçisi aile içinde işçi sınıfına aidiyetin vaad etiğinden daha erdemli bir dayanışma-bölüşüm değeri bulmuştur.  Gecekondulaşma sanayileşmeye dayanmamış, fakat tüketim talepleriyle sanayileşmeyi ve iç pazarı yönlendirmiştir. Gecekonduların kentsel mekânda “köy blokları” oluşturduğu, kentleşme sürecini durdurduğu, getirdiği “köy kültürü”yle kenti taşralılaştırdığı ileri sürülmüştür. Diğer yandan gecekonduların kentte “tampon mekanizma” kurduğu, bireyi şehir hayatından koruduğu, köyle organik bağı devam ettirerek ülkeyle bütünleştiği (Mübeccel Kıray) da savunulmuştur.

Kanaatimize göre toplumsal değişimin kırsal çözülme, kentsel yenilenme kavramları ekseninde değerlendirilmesi hatalıdır. 1980'den sonra ortaya çıkan kentleşme ve kentlileştirme planları “aile”nin klasik tanımından ayrılmayı gerektirmiştir. “Dört bileşenli ev” fikri apartmanlaşma sürecinde terk edilmiş, “yardımcı” statüsündeki sakinlerin evlerden çıkarılmasını gerektiren bir konut tipine geçilmiştir. Türk ev zihniyetinde yer alan “yardımcı kadro”nun apartmanlaşmayla birlikte evden sayılmaması, mahallenin çökmesi, zevc-zevce kimliklerinin kaybedilmesi, vs. neticeler menzil ve mekânın kaybedilmesiyle eş zamanlı olarak zuhur etmiştir.

Türk ailesi apartmanlaşma sürecinde yine de gündelik hayatında dört unsurun bileşkesini sağlayacak bazı geçici çözümler üretmiştir. Anneanne/babaanne ve torun ilişkisinin, aile apartmanları modelinin çalışan kadının ev'den çıkmasına bağlı olarak sürdürülebildiği gözlemlenebilmektedir. Yıllardır aynı sokakta yaşayan ailelerin “mahalle kültürü” oluşturduğundan bahsedilebilecektir. Özellikle 3-4 katlı ve 10-12 daireli apartmanların bulunduğu semtlerde 70 yaş üstü dul kadınları barındıran hanelerin aile karakterini yitirmesine rağmen komşularıyla ve yakın akrabalarıyla “ailemsi” ilişkileri sürdürdüğü gözlemlenmiştir. Ancak 1980-2000 aralığının son döneminde yoğun nüfus baskısıyla apartmanlaşma 8-10 katlı ve 20-25 daireli binalarla yürütülmüştür. Böylece menzil-mahalle kültürü tamamen silinmiştir. Kulübe'de menzil'i oluşturan dört unsur bir arada bulunmamaktadır. Farabi-İbn Sina gibi filozofların nazarıyla yaklaşınca günümüzdeki milyonluk konutların “ev” sayılamayacağı, bunların “kulübe” olarak adlandırılması gerektiği söylenebilecektir.

 

YORUM YAP